Kanal İstanbul’da ısrar ve sebeplerini ele aldığım yazımın ilk bölümünü dün yayımlamıştım, bu yazıya buradan ulaşabilir.

PROJE KÜÇÜLÜYOR MALİYET BÜYÜYOR

Kanal İstanbul projesi konusunda 8 yıldan beri yapılan her açıklamada projenin ebatları küçüldü, nasıl oluyorsa maliyeti büyüdü! 2011’de İlk ortaya atıldığında genişliği 400 metre, maliyeti 20 milyar olacak deniliyordu. 2018’de genişlik 275 metreye, 2019’da ise 150 metreye indirildi. Bu daraltmalar ile 30 milyar TL tasarruf sağlanarak maliyet 65 milyar TL’ye düşürülmüş! Demek ki aslında 95 milyara mal olacakmış, tasarrufa gidilmiş! 20 milyar nerede, 95 milyar nerede? Daha başlamadan maliyet beşe katlandı!

“Tüm detayları düşündük” açıklamalarını zaten her projelerinde tekrarlar ama bu cümlelerin altınının tümüyle boş olduğunu biliriz. Hiçbir mali, sosyal ve çevresel öngörülerinin tutmadığını her seferinde görürüz!

Kıt kaynaklarımızı tükettirmeye yönelik bu akla ziyan projede neden ısrarlılar peki?

PROJEDE ISRARIN SEBEPLERİ

Bu projede ısrarın sebeplerini anlayabilmemiz için öncelikle mega projelerdeki ısrarlarını anlamamız gerekecektir.

Mega yatırımlar tercihinin sebebi konusunda muhalif kesimde “iktidarın yandaşına rant aktarımı” temel amaç olarak görülmektedir. Bu tespit önemli ölçüde doğru olsa da, bunun yanında çok daha farklı dinamiklerin de iktidarın bu tercihini etkilediği bilinmektedir.

Mega projeler Türkiye’nin de içinde olduğu günümüz neoliberal kapitalist sistemin devamını sağlamaya yarayan bir yatırım ve kalkınma modeli olarak görülüyor. Rasyonel ekonomik politika, yatırım ve kalkınma parametrelerine uymayan bu mega yatırımların temel amaçları nedir peki?

  1. * Mega projelerle kentler, üretim olmadan kazanç yaratmanın temel metası haline getirilmektedir: Kayda değer bir kazanç üreticisi olamayan “neoliberalizm”de kazancın büyük bölümü mal varlıklarının spekülasyonundan ve yatırım yapılacak yeni varlıklar yaratılmasından elde edilmektedir. Bu bağlamda, kentsel mekânın yeniden üretimi de önem kazanmaktadır. Kentler ve doğa, şimdi kendisi mega bir meta olarak sermayenin ihtiyaçlarına yönelik arazi üretmektedir. Kısacası, kenti sermayeye pazarlayarak ekonomik sistemin çarklarını döndürmeye çalışmaktadırlar.
  2. * Mega projelerde şeffaflık ve demokratik kontrol mekanizmaları yoktur: Otoriter ve Kapalı kapılar ardında “bağlanan” projelerin maliyetleri, getiri ve götürüleri “ticari sır” denilerek kamuoyundan gizlenir. Ticari sır kimin sırrıdır? İki ticari kuruluş arasında kalması gereken bilgiler değildir ki kamu ihale süreci ve maliyetleri. Harcanan, daha doğrusu yağmalanan milletin parası ve gelecek nesillerin doğasıdır.
  3. * KÖİ’ler (Kamu Özel İşbirliği) özel sektöre düzenli ve garantili para akışı sağlamaktadır. Hangi altyapı projesinin ne zaman ve nerede inşa edileceğinin seçimi, özel sektörün uzun vadeli para kazanma çıkarlarına göre yapılır. Başarısızlıklarının, zararlarının maliyetleri de özel yatırımcıların değil kamunun, milletin sırtına bindirilmektedir.
  4. * Neoliberal düzenin araçları olan mega projeler doğayı, yeraltı ve yerüstü kaynakları tükete tükete sayı ve ölçek bakımından azmanlaşır. Bu süreçte iktidarlar şirketleşir, demokratik mekanizmalar kapanır, kamu yararı geri plana atılır, otokratik siyaset tarzı git gide yerleşir.

Görüldüğü gibi, Kanal İstanbul projesi ile yukarıda sayılan mega projelerdeki ısrarın temel sebepleri ve dinamikleri tam olarak örtüşmektedir.

KUZEY-BATI İSTANBUL PROJESİNİN BİR PARÇASI OLARAK KANAL İSTANBUL

Kanalın geçeceği güzergâh henüz ilan edilmemişken tam güzergâhını bilenler biliyordu tabi ki. Proje ile ilgili detaylar kamuoyu ile paylaşılmadan önce ve sonrasında, kanal güzergâhı çevresindeki büyük arazilerin iktidara yakın yerli (ve bunların yönlendirmesiyle yabancı) yatırımcılar tarafından kapatıldığı iddiaları oldukça yaygındır. Bu kadar büyük paraları buralara yatıranların iktidar üzerindeki etkileri de bu projede ısrarın temel sebeplerinden olarak değerlendirilebilir. Ancak bana göre bu sebep talidir (ikincildir), ana sebep kuzey-batı İstanbul’un tamamen imara açılması ile yaratılacak kent rantına duyulan ihtiyaçtır.

İstanbul’da dikey mimari ile yaratılan rantın, yani “İstanbul’a ihanet”in ilk aşamasının sonuna gelindi! İktidarlarının sürmesi için ekonomiye yeni rant kaynaklarının yaratılması gerekiyor. Bu aşamada, henüz imara tam açılmamış olan kuzey-batı İstanbul’a çoktan göz dikilmişti. Burada kurulması planlanan 2-3 milyonluk yeni şehir projesi ele alınmadan Kanal İstanbul’da ısrarın sebebi anlaşılamaz.

2023 vizyonu kapsamında İstanbul'un Avrupa yakasının kuzeyinde kurulması planlanan yeni şehrin üç sacayağından ikisi tamamlandı: Yavuz Sultan Selim Köprüsü (birlikte Kuzey Marmara Otoyolu) ve Yeni İstanbul Havalimanı yapılırken Kanal İstanbul zaten sırasını bekliyordu. Kanal projesinden vazgeçerlerse, (sürekli zarar eden) ilk iki mega yatırımdan beklenen faydayı (rantı) elde edemeyeceklerini, bu bölge için tasarladıkları asıl büyük projenin yarım kalmış olacağını düşünüyorlar.

İktidar bu sebeplerden kendini Kanal İstanbul’u gerçekleştirmeye mecbur ve mahkum hissediyor. Projeye uydurulan tutarsız gerekçelerin kamuoyunda karşılık bulmamasını ve yapılan itirazları hiç umursamıyorlar. Projeye fiili adım atmalarına tek engel olarak, yatırıma uluslararası finans sağlanamaması meselesi var. Dış sermayeyi, buraya yatırdıklarının karşılığını fazlasıyla alacaklarına ikna edebilirlerse, derhal ilk kepçeyi vurmaya başlayacaklardır. Mali kaynaklar hazır olunca çevre, ekoloji, ülkenin geleceği ve bunlardan kaynaklanan kamu oyu tepkisini görmezden gelmeye çoktan hazırlar.

Ülkemizin gerçekleri ile bağdaşmayan, bir problemi çözmediği gibi ülkemizin başına büyük ve çözümsüz sorunlar açacağı aşikâr olan, iyi niyetle açıklanamayacak bir inat, ihanet ve cinayet projesidir Kanal İstanbul. Gerekli mali kaynakları bulamamaları, geriye kalan tek ümit kaynağımızdır.