Geçen haftaki yazımda İslam dünyasının yaşadığı yaygın sorunların sebeplerini tartışmaya başlamış ve yazının devamının geleceğini belirtmiştim. Müslüman ülkelerin geri kalmışlığın sebeplerine ilişkin sıraladığım altı temel başlıktan ilk dördü olan;

1.      İslam’ın başlangıçtan itibaren bir devlet dini olması;

2.      Tarihsel Gelişim ve Sömürgeciliğin Etkileri;

3.      Jeopolitik ve Uluslararası Etkiler;

4.      Eğitim, liyakat, Bürokrasi; başlıklarını incelemiştim. (O yazıya buradan ulaşabilirsiniz) Kaldığımız yerden devam edelim.

5. SİYASİ VE EKONOMİK FAKTÖRLER 

İslam toplumlarında baskıcı tek adam rejimleri, sorunların gerçek sebeplerini ve çözüm yollarını engelleyen bir teslimiyetçi-biat kültürünü dayattılar. Bu toplumlarda ekonomik üretimi artırmadan ziyade rantiye yapıları güçlendirildi. Birbirine güvensiz toplum bireyleri ve yolsuzluk mekanizmaları yapıcı rekabet ve serbest piyasa ortamının oluşmasını engelledi.

Ortadoğu toplumlarında siyasi otorite siyasetini güçlendirirken dini kendi adına kullandı. Toplumsal özgürlükleri ve yenilikçi düşünceyi bastırdı, ekonomik ve sosyal reformları engelledi. Yönetenler inancı devletin gücü ve dayanağı olarak kullanmayı, tüm eylemlerini din ile meşrulaştırma yolunu seçtiler. Para ve imtiyaz vererek yanına çektikleri ulema sınıfını da uyguladıkları siyaseti meşrulaştırma aracı olarak kullandılar. İslam ulama ve âlim sınıfı böylece bağımsız entelektüel fikir üretme gücünü gitgide yitirdi. Bu durum da kaçınılmaz olarak farklı düşüncelerin yer bulmasını, ekonomik kalkınmayı ve toplumsal refahın gelişimini engelledi.

6. KÜLTÜREL VE DİNİ ETKENLER

İslam toplumlarının geri kalmasının belki de en önemli sebebi, diğer saydığımız sebeplerin de temel kaynağı olarak görülen kültürel ve dini etmenlerdi.

Doğu’da din adamları tarih boyunca dini ilimlerin dışındaki bilimlere şüpheyle yaklaştılar ve bu bilimlerin gelişmesini engelleyici fetvalar verdiler. Tasavvuf ve mistisizmin yaygınlaşması dünyevi bilgi ve bilimsel araştırmalara karşı küçümsemeye ve ilgisizliğe yol açtı. Bu durum dünya ve toplum algısında rasyonel temelden çok mistik düşüncelerin ve hurafelerin öne çıkmasına neden oldu. (Abbasi döneminde bir dönem bilimsel araştırmaların yapıldığı Beytü’l Hikme gibi merkezlerin kapanması, bilimsel gelişmelerin devlet eliyle durdurulmasına bir örnektir.) Bu süreçte Batı'da üniversiteler ve araştırma merkezleri hızla gelişiyorlardı.

Klasik İslam anlayışına göre toplumları yöneten yasaları insanlar yazamaz, tek Yasama organı Allah’ın kutsal Kitabı Kur’an ve Şeriattır. “Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır” temel anlayışı modern devlet anlayışını, demokrasiyi ve Batı’nın gelişmesinin temeli olan seküler toplum ve modern devlet modelini kökten reddeder.

·        Şeriat kanunlarının devlet yönetiminin esasını oluşturması, seküler hukuk ve devlet sistemlerini dışlaması durumu, toplumsal modernleşme ve reformları geciktirdi.

·        Müslüman toplumlarda dini ve geleneksel değerlerin temel alınması, modern devlet yapılarının kurulmasını engelledi.

·        Tüm bunlar bilim ve teknolojiye, yenilikçi düşünce ve reformlara karşı direnişe yol açtı.

·        Bu durum Doğu’yu, rasyonalist düşüncenin gelişmesiyle kalkınmada ivme yakalayan Batı’nın çok gerilerine düşürdü.

·        Aile, klan ve aşiret gibi geleneksel toplumsal yapılar da gelişme ve kalkınmaya fren oluşturdu. Bu geleneksel yapı, modern devlet ve hukuk düzenlerinin kurulmasını zorlaştırarak toplumsal ilerlemeyi yavaşlattı.

·        İslam'da içtihat (dini meselelerde bağımsız yorum yapma) kapısının kapanması, dini düşüncede yenilikçi yorumların azalmasına ve toplumun, siyasal gücü elinde bulunduran yöneticilerin dini yorumlarına bağlı kalmasına yol açtı.

·        Bu ve benzer faktörlerin bir araya gelmesi, Doğu toplumları ile Batı toplumları arasındaki gelişmişlik farkını kapanamayacak kadar büyüttü.

Bu tartışmalara ilişkin görüşleri paylaşırken bazı objektif tarihi gerçeklikleri hatırlamak gerekiyor.

OSMANLI'DA GERİLEMENİN SEBEBİ ÖNCELİKLE ASKERİ TEKNOLOJİYE DAYANDIRILDI

Osmanlı’da ikinci Viyana kuşatmasının (1683) başarısız olması sonrası tüm savaşlarda sürekli yenilgi alınmasının sebepleri tartışılmaya başlandığında, batının askeri teknoloji ve eğitiminin bizde olmaması temel gerekçe görülmüştü. O döneme kadar batıyı sürekli küçümseyen Osmanlı yönetim elitleri Avrupa’nın hiç olmazsa askerlik ile ilgili gelişmelerini takip etmek zaruretini hissettiler. Daha önce hiç yapmadıklarını yapıp Avrupa ülkelerine kalıcı elçiler gönderip onların verdikleri raporları (layihaları) ve batıyı takip eden âlimleri dikkate alıp bazı yenileşme hareketlerine girdiler.

Avrupa’da Fransız ihtilalı (1789) sonrası meşruti parlamenter demokrasilerin kuruluşu, bizde 1839’da Tanzimat Fermanı, 1856’da Islahat Fermanı, 1876’da Meşrutiyet (Kanun-i Esasi), 1908’de 2. Meşrutiyet batılılaşma yönünde ilk ve önemli atılımlardı. Bunlar ve sonrasındaki tüm batılılaşma hareketleri toprak kayıplarını önlemek ve Batı medeniyetine kısmen entegre olma gayesine yönelik zaruri görülen adımlardı. Ardından gelen Atatürk Cumhuriyeti bu medeniyet hamlelerini üst seviyelere çıkardıysa da hiçbir şey tam arzu edilen gibi olmadı.

İBRAHİM MÜTEFERRİKA TAM TEŞHİSİ 300 YIL ÖNCE KOYMUŞ

Osmanlı’da ilk matbaayı 1727’de kuran Macar asıllı İbrahim Müteferrika, Osmanlı düşünce hayatına önemli katkı sağlayan Usulu’I Hikem fi Nizami’I-Ümem isimli bir kitap yazıyor. Müteferrika bu eserinde Osmanlı’nın geri kalış nedenlerini irdelerken dönemin tüm kronik sorunlarını şöyle sıralıyor; (Kaynak: Zirveden Çöküşe Osmanlı Tarihi-2, Sina Akşin)

·        Kanunların uygulanmaması,

·        Adaletsizlik,

·        Devlet işlerinin ehillere verilmemesi,

·        Bilginlerin düşüncelerine tahammülsüzlük,

·        Askeri alanda teknik bilgi eksikliği,

·        Orduda disiplinsizlik,

·        Rüşvetin yaygınlığı,

·        Devlet parasının kötüye kullanımı,

·        Dış dünyadaki gelişmelerden habersizlik.

İbrahim Müteferrika’nın tespitlerinde bugün için (belki bir ölçüde askeri teknoloji hariç) geçerliğini korumayan sorun başlığı var mı? Türk ordusu teknolojik olarak çağın gereklerini takip eder hale gelmiş olsa da ülkelerin zenginliğinin ve kalkınmışlığının askeri güce paralel artmadığı uzun zamandır biliniyor.

Üstelik günümüz TSK yönetiminin hiç olmadığı kadar siyasi konjonktüre uygun şekillendirildiğine geçtiğimiz haftalarda Malazgirt Zaferi kutlamalarında tüm millet tanık oldu. TSK’nın Kuvvet Komutanlarının, laikliği ve Atatürk Cumhuriyetini açıktan hedef alan eli kanlı Hizbullah’ın legal görünümlü partisinin lideri ile aynı fotoğraf karesine girmeleri, modern laik devlet Ordu’su olma niteliğini tartışmaya açmadı mı?

AYNI YANLIŞLARIN ISRARLA SÜRDÜRÜLMESİ TAMAMEN BİLİNÇLİ SİYASAL TERCİHLERDİR

Bilindiği gibi, ülkemizi çeyrek asra yakın süredir yöneten mevcut siyasal iktidarın dünya algısı ve yönetim tarzı büyük ölçüde İslami temelli referanslara yaslanıyor. Halk kitlelerini kendi potansiyel seçmen adayı olarak gören AKP yönetimi, kendi siyasal anlayışına uygun düşen yeni seçmen kuşakları yaratmak için inanç unsurunu alabildiğine kullanıyor. Yaslandığı retorik ve devlet yönetimi yaklaşımıyla asla çağdaş, medeni, müreffeh yaşam imkânlarını halka sunamayacaklarını bilseler de gittikleri yoldan vazgeçmiyorlar.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi; İbrahim Müteferrika’nın üç yüz yıl önce yazdığı kitapta Osmanlı’nın geri kalmasına ilişkin sıraladığı sorunların tümünün bugün de aynen yaşanıyor olması tesadüf olamaz. Bu yanlışlara ısrarla devam ediliyor olması, yönetenlerin bilinçli tercihlerinden başka açıklanabilir mi?

İKTİDARIN HEDEFİ ÇAĞDAŞ UYGARLIK

Mevcut iktidarın önceliği ve hedefinin uygar, gelişmiş batı toplumları seviyesine ulaşmak olmadığı çok açık görülüyor. Yoksulluğu yok etmek değil onu yönetmek ve sadaka ekonomisi yürütmenin siyasetlerine çok daha fazla hizmet edeceğini düşünüyorlar. Çünkü;  ekonomik, sosyal ve kültürel olarak gelişmiş modern bir toplumsal yapıda kendi siyasetlerinin iktidar olamayacağını iyi biliyorlar. Bu yüzden (halkın yokluklar ve mutsuzluk içinde yaşaması pahasına), gayet bilinçli bir tercih olarak din eksenli düşünen ve yaşayan Ortadoğulu İslam toplumu yaratma çabalarından taviz vermiyorlar.

Nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu tüm ülkeler içinde bir tek Türkiye Cumhuriyeti laikliği Anayasa’sına koymuş, İslam’ı ve Şeriatı yasalarından çıkartabilmiş devlet oldu. Bu köklü sistem değişikliği sonrası ülkemizde yaşanan hızlı gelişme, modernleşme ve kalkınma diğer bazı İslam ülkeleri tarafından model alınmak istense de çeşitli toplumsal direnç mekanizmaları bunu engelledi.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tüm engelleme ve geri gidiş çabalarına rağmen hala Batı demokrasilerinin bir parçası olarak görülmektedir. Ülkemizin bugün bölgede ve dünyada taşıdığı önem, Kemal Atatürk’ün başında olduğu Cumhuriyet’in kurucularının başlattığı modernleşme ve sekülerleşme yönündeki kararlı çabalarının sonucudur.

Tersine yürütülen tüm siyasal çabalar halkın yoksulluğunu, mutsuzluğunu ve öfkesini giderek daha çok artıracak, bu da medeniyet akışının tersine kürek çekenlerin siyasal bitişini getirecektir.