2025 yılı asgari ücret artışı beklenenden erken ve yine beklenenden çok daha düşük seviyede açıklandı.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu çalışma görüntülerinin tümüyle bir tiyatro ve aldatmaca olduğunu TÜRK-İŞ bile anladı, bu toplantılara bir daha katılmayacağını açıkladı. Asgari ücret bir önceki yıla göre artış yüzde 30 seviyesinde kalarak 22 bin 104 TL olarak açıklandı. Devletin vergilere uyguladığı yeniden değerleme oranı resmi enflasyon olan yüzde 46 seviyesinde iken çalışanların ortalama maaşı niteliğindeki asgari ücretin beklenenden çok düşük kalması, “demek ki yakın gelecekte erken seçim yok” yorumlarına sebep oldu.

Yakın dönemde, ez azından 2025’de erken seçim olmayacağını anlıyoruz. Ancak asgari ücretin bu kadar düşük tutulması, Erdoğan’ın aklında eğer varsa herhangi bir erken seçime (2026 gibi) engel olur mu? Koşulların elverdiği bir zamanlamada erken veya baskın seçimi iktidarı açısından yararlı görürse Erdoğan sandığı neden ortaya koymasın ki?

KURT YEDİĞİ AYAZI UNUTUR MU UNUTMAZ MI? 

Özgür Özel son açıklamalarında “kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz. Halkımız, bu yoksul günlerini sandıkta unutmayacak.” dedi. Bu yaklaşım gerçeği ne ölçüde yansıtıyor acaba? Kurt yaşadıklarının doğal olduğuna, başka türlüsünün zaten olamayacağına bir kez daha inandırılamaz mı? Yediği ayazın sonunda gelen hafif ılıman hava, kurda yaşadıklarını bir nebze unutturamaz mı? Bu kısa dönemli iyilik hali, kurdun yaşadığı savanda kalmaya devam etmesi kararına katkı sağlamaz mı? Bu teşbihin dayanaklarına ilişkin bilimsel verilere yazımın devamında değineceğim.

Erdoğan ve AKP iktidarı bu milletin oy verme davranışını etkileyen duygusal kodlarını gerçekten çok iyi çözmüş durumda. Bu yüzden, aslında milleti yerinden hoplatacak nitelikteki riskli kararları her alanda (en son asgari ücrette olduğu gibi) çok kolay alıyorlar. İç ve dış politikada, ekonomide akıl almaz ve birbirine uymaz politikalardaki rahatlıklarının yegâne sebebi budur.

Bu pervasızlıklarının dayanağı da aslına bakarsanız gayet bilimsel temellere dayanıyor. Dünyaca meşhur tarihçi yazar Yuval Noah Hararinin Homo Deus isimli kitabında da ayrıntılı şekilde ele aldığı, insan benliğinin zafiyeti gerçekliğini basitleştirerek açmaya çalışacağım.

İNSAN BİLİNCİNİN YANILGISINI İSPATLAYAN DENEY

Nobel Ekonomi ödülünü kazanan Daniel Kahneman 2002’de çığır açan bir çalışmasında gönüllü deneklere üç aşamalı bir deney uygulanıyor. Deneyin ilk aşaması olan "kısa deneme”de katılımcılar ellerini bir dakikalığına14 °C soğuk su dolu bir kapta tutarlar. İkinci aşama olan "uzun deneme” etabında da katılımcılar diğer ellerini yine 14 °C suda aynı süre tutarlar. Ancak bu bir dakikanın sonunda kaba gizlice sıcak su ilave edilerek ısı 15 °C (daha az soğuk) seviyeye getirilir ve otuz saniye de böyle beklerler. 1,5 dakika sonrasında ellerini sudan çıkarırlar.

Yedi dakika sonra yapılan deneyin üçüncü aşamasında, katılımcılardan ilk iki etaptan birini tercih ederek tekrarlamaları istenir. Bu son aşamada deneklerin yüzde 80’i daha az acılı olduğunu ileri sürerek "uzun denemeyi” tekrarlamayı tercih ederler.

Uzun deneme aşamasında deneyimlenen 1 dakika 14 °C’lik acı üstüne yarım dakikalık 15 °C’lik acının toplamda çok daha beter bir durum olduğu aşikâr. Ancak buna rağmen insanlar sondaki küçük iyileştirme halinin dâhil olduğu uzun denemeyi neden tercih ediyorlar acaba?

BENLİK DENEYİMLERİ BİRİKTİRMİYOR, ORTALAMALARINI ALIYOR

Bu basit soğuk su deneyi insan bilincine dair çok önemli bir zaafiyeti ispatlıyor. Bir deneyimin değeri, deneyimi oluşturan olayların içindeki dönüm noktalarının ortalaması üzerinden belirleniyor.

Denekler “kısa deneme” etabını değerlendirirken, suyun çok soğuk olduğu anların ortalamasını hesaplayarak “su çok soğuktu” sonucuna varıyor. Aynı şekilde 1,5 dakikalık uzun denemeyi değerlendirirken de suyun çok soğuk olduğu kötü kısım ile suyun sıcaklığının biraz arttığı son anın ortalamasını alıyor ve deneyim toplamında “suyun biraz daha ılık” olduğu sonucuna varıyor.

Sürece karşı kör, “doruk-son kuralını” benimseyen insan benliği iki farklı deneydeki acı sürelerinin farklı olmasına dikkat etmiyor. Sadece doruktaki acıyı (suyun soğukluğunu) ve sonraki anları (acının hafiflemesini) hatırlayarak tüm deneyimi bu ikisinin ortalaması üzerinden değerlendiriyor. Sonuçta iki deneyden birini tercih etmesi gerektiğinde “suyun biraz daha ılık” olduğuna kanaat getirdiği, (ilk deneyden daha uzun süre acı veren) 1,5 dakikalık uzun denemeyi seçiyor.

DORUK-SON KURALI BİRÇOK ALANDA İŞ GÖRÜYOR! 

İnsan benliğinin bu zaafını kavramış olan bilim insanları “doruk-son kuralını” birçok alanda kullanıyorlar. Örneğin doktorlar hastaya acı veren uygulamaların süresini gerekmediği halde bu sebeple biraz uzatıyorlar. Son etaba bilinçli olarak daha düşük bir acıyı ekleyerek deneyimin tümünün daha az travmatik kavranması yöntemine sıklıkla başvuruyorlar.

Çocuk doktorları ve veterinerler de bu yönteme başvuruyorlar. Can yakan iğneler ya da rahatsız edici muayenelerden sonra çocuklara (ya da köpeklere) şeker vermelerinin sebebi de bu. İnsan benliği doktor ziyaretini hatırladığında, son andaki on saniyelik mutluluk tüm muayenenin acısını unutturmuyor ama endişe ve ağrı anılarını azaltmaya katkı sağlıyor.

İnsan ruhunu çözmüş olan siyaset de bu bilimsel gerçekliği çok efektif şekilde kullanıyor tabi ki. Çok rahatsız edici bir deneyime (yoksulluk gibi) biraz daha az rahatsız edici bir deneyimi ekleyerek (son anda maaşlara zam gibi) bir dönemlik iktidar sürecini daha katlanılabilir hissettirmek mümkün olabiliyor.

İNSAN BENLİĞİNİN ZAAFI ERDOĞAN'IN SEÇİM ZAFERLERİNİN ARACI

Daha önce de defalarca yaşadık, sandık ufukta göründüğünde devletin var olan-olmayan tüm imkânlarını ortaya sürmekte Erdoğan’ın tereddüt etmeyeceği iyi biliniyor. Bugün (enflasyonu dizginlemek adına) vermediklerini seçime yakın bol keseden verecek ve seçmenin kalbini bir kez daha kazanma yoluna gidecektir.

İki seçim süreci arasında hayli kızgın ve öfkeli hale gelmiş olan, “elim kırılaydı da oy vermeyeydim, bir daha asla” diyen iktidar seçmenin gönlünü tekrar ve bir kez daha almak işte böyle mümkün oluyor. “Dönüm noktalarının ortalamasını” alınca tüm acılarını bir nebze azalmış hisseden AKP’nin sadık kitlesi “gördünüz mü, Reis ne yapıp ediyor bizleri mağdur etmiyor, zaten başka seçenek var mı ki” deyip vuruyor mührü ampulün üzerine ve al sana bir beş yıllık iktidar daha!

YENİ YIL COŞKUSUZLUĞU

Bitirirken kendimce önemli bazı gözlemlerimden bahsedeceğim. Yeni bir yıla girmemize şurada birkaç gün kaldı ama bunu hiç hissedemiyoruz. Çok değil, daha bir kaç yıl öncesine kadar sokaklara, işyerlerine, caddelere yansımaya devam eden renkli görüntülerin ve küçük heyecanların artık emaresi yok.

Harcama yaparken iktidarın sert kıskacı altında bin kere düşünmek zorunda hisseden muhalif belediyelerin kamusal alan ışıklandırma ve dekorasyonlarından kaçınmasını bir nebze anlayabiliyoruz. Daha bir kaç yıl öncesine kadar yeni yıl öncesi cıvıl cıvıl renklendirilen, insanların önlerinde fotoğraf çektirdikleri dekorlar tasarlayan AVM’ler de artık bunu yapmaktan çekiniyorlar. İnsanların üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi! Evlerinde ailece TV izleyerek yeni yıla girecekler için özel eğlence programlarında birbirleri ile yarışan TV kanalları da bu yıl heyecansızlar. Hepsinin sebebi çok açık ki, iktidar korkusu!

Evet başardılar. Kendilerince yeni bir kültür savaşına giren 23 yıllık AKP iktidarı ne yazık ki dayatmalarının sonucunu epeyce aldı. Seküler yaşam tarzına karşı açtıkları savaşta önemli kazanımlar elde ettiler. Dünyada karşılığı olmayan, milliyetçi ve dinci niteliksiz popüler kültür dışında yeni bir kültür yaratamadılar. Var olan seküler kültürel ortamı baskıladılar, orta sınıfın sosyal yaşamını sönükleştirdiler. İnsanların küçük sevinçlerini, yaşam heyecanlarını engelleyip kendileri gibi soğuk, neşesiz ve renksiz bir toplumsal yaşamı kanıksatmayı başardılar.

En acı olanı da nedir biliyor musunuz? Yaşamın tüm alanlardaki vasat altı seviyelerini yükseltmek yerine sosyal, kültürel, bilimsel ve diğer yaşam alanlarındaki görece niteliği de kendi seviyelerine indirmede önemli mesafe kat ettiler maalesef!