2017 referandumu ile kabul edilip 2018 erken seçimleri ile uygulamaya geçtiğimiz “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nde Başbakan ve Bakanlar Kurulu yok. Partili Cumhurbaşkanı yeni sistemde çok etkin oldu ve (siyasetin doğası gereği) tarafsız hakem sıfatı sona erdi. Ancak hala tarafsız Cumhurbaşkanlığı makamının özel korunaklığını sağlayan avantajları kullanmaya devam ediyor.
Dünyada bizim kadar yatıp kalkıp siyaset konuşulan, gündemi sürekli siyasal konuların oluşturduğu ikinci bir ülke olduğunu zannetmiyorum. Ülkenin ve vatandaşlarının asli sorunlarına, daha iyi yaşamak için neler yapmak gerektiği üzerinde kafa yormaya fırsat bırakmayan siyasi meseleler beyinlerimizi mütemadiyen iğfal etmeye devam ediyor.
İktidar özellikle özgüveninin arttığı dönemlerde siyasal gerilimin dozunu da artırıyor. Muhaliflerine karşı yargı sopasını sadece göstermekle kalmadı, son günlerde sert vurmaya başladı. Çok değil, henüz on sene öncesine kadar ve yine AKP iktidarları döneminde akla dahi gelmeyen şeyler bugün oluyor ve bunlar neredeyse sıradan görülüyor.
Hukuk işliyormuş gibi gösterilip (tümüyle uyduruk bahanelerle) muhalif belediyelere kayyumlar atanıyor, siyasi muhalifler gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Siyasi irade kendi atadığı yargı mensupları eliyle tüm bu operasyonları cüretkârca yürütürken hedefi büyütüyor. İktidarın “bu daha ne ki, da fazlasını yapacağız” diyerek sürdürdüğü hukuki görünümlü siyasal soruşturmaları millet kuzu kuzu izliyor!
EKREM İMAMOĞLU’NA KONUŞMASI BİTMEDEN SORUŞTURMA
CHP’li ve DEM’li belediyelere yapılan şaibeli siyasi operasyonlar kapsamında en son İstanbul Beşiktaş Belediyesinin CHP'li Başkanı Rıza Akpolat “ihale yolsuzluğu” iddiasıyla 17 Ocak’ta tutuklandı. Aynı gün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında “tehdit ve Terörle mücadelede görev alan kişileri hedef göstermek” suçlarından yeni bir soruşturma başlatıldı. Sebebi ise, “Modern Hukuk ve Yargının Siyasallaşması” Paneli’nde yaptığı konuşmada İmamoğlu’nun CHP Gençlik Kolları başkanı Cem Aydın’ın gözaltına alınmasına gösterdiği tepkiydi. İmamoğlu “Başsavcıya sesleniyorum, biz senin evlatlarını bile bu muameleden korumak için seni yöneten bu aklı söküp atacağız ki senin evlatlarını sabah evinden kimse almasın, senin ailene de huzuru temin edelim” demişti.
“Bu kadarı da olur mu?” dedirten daha da sert gelişme ise 19 Ocak’ta Ümit Özdağ’ın gözaltına alınması ve ertesi gün tutuklanması oldu. Sıradan vatandaşın mağduriyeti ve içinde iktidara yakın kişilerin adlarının geçtiği iddialar konusunda çoğu zaman kılı kıpırdamayan yargının, muhalif siyasiler söz konusu olduğunda ışık hızında işlediğini bir kez daha görmüş olduk.
ÜMİT ÖZDAĞ’IN TUTUKLANMASI ÖNEMLİ BİR MİLATTIR
Erdoğan 7 Ocak’taki konuşmasında “Ne tek parti faşist zihniyeti ne de hafızamızda derin yaralar açan 28 Şubat döneminin hayatımızda yeri yoktur” demişti. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise bu beyanata verdiği yanıtta “yaşanan şey aslında bir AKP faşizmidir" demişti. Özdağ önce cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alındı ama bu suçlama zayıf kalacağı için derhal “halkı kin ve düşmanlığa teşvik” suçlamasını dosyaya monte ettiler ve ertesi gün tutukladılar.
Şüpheli sıfatıyla hakkında soruşturma başlatılan Ümit Özdağ’ın adresi Ankara, müşteki Erdoğan da Ankara’da ikamet ediyor, ilk gözaltı konusu konuşma Antalya’da, tutuklanma sebebi gösterilen konuşma yeri ise Kayseri. Ancak soruşturmayı açan ve tutuklayan adli makamlar nasıl oluyorsa, gelişmelerle ilgisi olmayan İstanbul’da!
Görülüyor ki şirazeyi iyice şaşırdılar ama ne yazık ki bunlara artık kimse şaşırmıyor. Bu garabetlerin sebebi olarak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının muhalefete operasyon görevinin baş aktörlüğünü üstlenmesi gösteriliyor.
‘AKP BAŞKANI KILICIYLA SALDIRIYOR CUMHURBAŞKANI ZIRHIYLA SAVUNUYOR’
Bir parti genel başkanının konuşmaları nedeniyle polis tarafından operasyonla gözaltına alınması, konuşma ve mesajları sebebiyle tutuklanması demokrasilerde pek rastlanılan bir durum değildir. İktidar için fark etmiyor, soldan (Selahattin Demirtaş örneği) veya sağdan (Ümit Özdağ), varlığına tehdit gördüğü güçlü siyasal rakiplerine karşı yargı gücünü kullanmaktan kaçınmıyor.
Ümit Özdağ’a açılan soruşturma sırasında ona en çok destek veren siyasi lider İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu oldu. Dervişoğlu açıklamasında “Bu davanın savcısı Erdoğan'dır. Sayın Cumhurbaşkanı görevlerini karıştırıyor. AKP Genel Başkanı kılıcıyla saldırıyor, Cumhurbaşkanı kalkanı ve zırhıyla kendisini yargıya savunduruyor ve bütün olumsuz iş ve işlemler de yargı üzerinden yaşama geçiriliyor” diyerek konuyu özetledi.
Dervişoğlu’nun eleştirisinin özü olan “Erdoğan’ın iki şapkası” meselesinin hukuki boyutlarını ve sonuçlarını yazımın devamında açmaya çalışacağım.
ÖZDAĞ’IN TUTUKLANMASI: ‘TURPUN BÜYÜĞÜ’ TEHDİDİNİ AKLA GETİRDİ
Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklandığı 17 Ocak günü Erdoğan AKP Konya İl Kongresi’nde muhalefeti açıktan tehdide devam etti. Erdoğan konuşmasında, bu operasyonların siyasi talimatlarla gerçekleştirildiğini söyleyenleri haklı çıkaracak sözler sarf etmekten çekinmedi. “Daha turpların büyükleri heybede, ortalığı velveleye vermelerinin bir sebebi de işte bu hakikattir” dedi.
Bu ülkede [Anayasa’da halen geçerliğini koruyan] ‘güçler ayrılığı’ prensibi az çok çalışıyor olsaydı yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı, yargısal işleyişe hâkimi olduğu, talimatlandırdığı manasını içeren böylesi bir cümleyi kuramazdı.
Hukuk devletlerinde hâkimler ve savcılar siyasi otoriteden asla talimat almazlar, başlayacak ve/veya yürümekte olan soruşturmalar gizlidir, adli soruşturmalar idareden (iktidardan) bağımsız yürütülür. Şu anda hukuk sisteminin tümüyle siyasal erkin yönlendirmeleriyle çalıştığı yönündeki algıların yegâne sebebi de mevcut sistemdir.
TERK EDİLEN PARLAMENTER HÜKÜMET SİSTEMİ ÇOK MU KÖTÜYDÜ?
Antidemokratik yönetim şekillerini bir yana koyarsak, dünyada demokrasinin işlediği birkaç yönetim sistemi var. Bunların çoğunluğu (2018 öncesi bizde de uygulanan) parlamenter hükümet sistemi, bazıları da (ABD’deki gibi) başkanlık veya (Fransa’daki gibi) yarı başkanlık sistemidir.
2018 öncesine kadar ülkemizde 1982 Anayasası gereği parlamenter hükümet sistemi uygulanıyordu. Bu sistem ideal nitelikte olmasa da kendi içinde tutarlılığı vardı. Sistemin sağlıklı işleyebilmesi için devlet başkanlığı konumunda bulunan, milletin birliğini temsil eden cumhurbaşkanının tarafsız ve tüm partilere eşit mesafede olması gerekmekteydi. Yetkileri sınırlı ve çoğunlukla sembolik olan cumhurbaşkanının tarafsızlığının ve makamının saygınlığının korunması için de çeşitli mekanizmalar öngörülmüştü.
Yasama organı ile cumhurbaşkanın görev sürelerinin (bizde 5 ve 7 yıl idi) farklı olması, cumhurbaşkanının tekrar seçilmesini engelleyen hükümlerin bulunması, varsa partisi ile ilişiğinin kesilmesi gibi hükümler Cumhurbaşkanının tarafsızlığını sağlamaya dönük düzenlemelerdi.
TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ KÖKLEŞİYOR
Şaibeli 2017 referandumu ile kabul edilip 2018 erken seçimleri ile işletilmeye başlanan ucube ‘Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ni biraz daha yakından tanımak gerektiğini düşünüyorum.
Dünyada uygulanan denge-denetleme mekanizmalarının çalıştığı, hukuka ve kurumlara dayalı demokratik başkanlık sisteminin Erdoğan’ın işine gelmeyeceği biliniyordu. Yürütme erki ile birlikte Yasama ve Yargı’nın da tüm kontrolünün elinde olacağı ve hesap sorulamayan bir tek adam sistemi arzuladığı çok açık ortadaydı.
2017 referandumunda sandığa giden seçmenin sizce yüzde kaçı Parlamenter Hükümet sistemi ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi arasındaki farkı biliyordu? Herkes biliyor ki millet bu yeni anayasa referandumuna giderken tam olarak neye oy verdiğini bilmiyordu. Neredeyse tüm seçmenler 2017’de “Erdoğan’a evet” veya “hayır” oyu verdiler.
‘Feraset sahibi ve demokrasi aşığı aziz Türk milleti’ bu referandumunda koca Devlet’in anahtarlarını gözü kapalı Erdoğan’a verdi! Tam olarak neye oy verdiklerini, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin aslında ne olduğunu Türk milleti yaşayarak umarız öğreniyordur.
Bu sistemin nasıl eşi-benzeri olmayan bir düzenleme olduğunu anlamak için biraz yönetim sistemleri, anayasa ve yönetim hukuku teorilerini bilmek gerekiyor.
DÜNYADA BENZERİ OLMAYAN YÖNETİM SİSTEMİ YARATTILAR
Parlamenter demokratik sistemlerde Başbakan ve Bakanlar Kurulu siyasidirler ve parlamentodan güvenoyu alarak göreve başlarlar. Başkanlık (ya da partili Cumhurbaşkanlığı) sistemlerinde ise yürütme erkinin başı olan Başkan partilidir, Bakanlar Kurulu ve Hükümet yoktur. Başkan güçlüdür ve atadığı Bakanlar (kabine) güvenoyu almazlar. Ancak Başkan’ın yetkileri sınırsız olmadığı gibi tüm icraatları demokratik ve hukuki denetime açıktır.
2018 erken seçimleri ile uygulamaya geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde Başbakan ve Bakanlar Kurulu yok. Partili cumhurbaşkanı yeni sistemde çok etkin oldu ve (siyasetin doğası gereği) tarafsız hakem sıfatı sona erdi. Ancak hala tarafsız Cumhurbaşkanlığı makamının özel korunaklığını sağlayan avantajları kullanmaya devam ediyor.
Yukarıdaki kısa anayasa ve idare hukuku bilgileri çerçevesinde baktığımızda bizdeki sistemin hiçbir demokratik yönetim tarzına benzemediği açıkça görülmektedir. Değişik sistemlerden işlerine gelenleri alıp yaratıkları dünyada benzeri olmayan garip sisteme “ucube” denmesi işte bu sebeplerdendir.
Bir sonraki yazımda, Erdoğan’ın dünyada uygulanan yönetim sistemlerinden “arı marifetiyle” işine gelenleri toplayarak oluşturduğu; “sınırsız yetkili ama sıfır sorumlu” olduğu, “bana YASAL sana YASAK” sistemini ve Cumhurbaşkanına hakaret meselelerini incelemeye devam edeceğim.