Geçtiğimiz günlerde açıklanan FinCEN Files (Finken dosyaları) ülkeler arasındaki kirli para transferini ve bankalarla hükümetlerin bu olaylardaki rollerini ifşa etti. Reza Zarap’ın kuryesi Adem Karahan’ın Zarrab'ın kendisine, Türk yetkililerden korkacak hiçbir şeyi olmadığına dair güvence verdiğini, “Hükümet de işin içinde” dediğini, Türkiye’de yöneticilere 800 milyon dolarlık rüşvet dağıtıldığını söylüyordu.
Bu belgelere göre kuryenin beyanları, ortalama demokratik bir ülkede fırtına yaratacak nitelikte vahim iddialar içeriyordu. Ancak ülkemizde değil fırtına kopması, yaprak kıpırdamadı. Tam da beklenildiği gibi, bakan Berat Albayrak’ın da isminin geçtiği bu haberlere mahkemece derhal erişim engeli, yani sansür geldi.
“Gerçeklerin er veya geç bir gün ortaya çıkması gibi bir huyu var” mottosu genel kabul gören bir olguyu ifade eder. Bizim gibi hukuk ve demokrasinin rafa kaldırıldığı ülkelerde bu özlü cümleye şu yan cümlenin eklenmesini öneriyorum: “(… ), ancak açığa çıkan bu gerçeklerin doğuracağı sonuçlar ülkelere ve toplumlara göre değişir!”
'BİRLİK, BERABERLİK, EZAN, BAYRAK, TOPRAK...!'
Bir gün açığa çıkacağı bilinse bile yönetenler, iktidarlarını sorunsuz yürütebilmek için gerçekleri gizlemeye ve değiştirmeye bundan sonra da devam edecekler. TBMM’nin geçen yasama yılının son günlerinde onaylanan ve 1 Ekim’de yürürlüğe giren sosyal medyaya denetim yasası da bunun için çıkartıldı.
Dünyanın saygın basın ve yayın organlarında Türkiye ve yönetenlerimizle ilgili manşete çıkan bazı gelişmeleri bizim basın ve medya kaynaklarında görmemize pek imkân yok. Bugün ülkede olan bitenleri “kontrollü” veya “muhalif” denilen basından öğrenemeyenler yabancı medya kaynaklarına başvuruyor ve bir şekilde haberdar oluyorlar.
Talimatla çalışan yargı, basına ve sosyal medyaya sıkı sansür ve devlet adına şiddet uygulama ayrıcalığına sahip kolluk marifetiyle olguların öğrenilmesi ve yayılması bir yere kadar engellenebiliyor. Bilgiye ulaşmak isteyenlerin önünü sonsuza kadar kesmenin yöntemini bulana ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’ dahi verebilirler, ama internet ve bilgi çağında bu pek mümkün görünmüyor.
Dünyada baskı rejimlerinin en zayıf olduğu noktalardan birisi, işte bu bilginin akışkanlığına engel olunamaması meselesidir. Bilginin akışkanlığı engellenemiyorsa iktidarlar için geriye şu kalıyor: Bilinmesi istenmeyen gerçekler öğrenilse bile öncelikle halk buna inanmasın, inanırsa da umursamasın ve her durumda iktidarı destekler hale getirilsin.
KOŞULSUZ DESTEĞİN MUCİZEVİ APARATI: ALGI YÖNETİMİ
Halkın önemli kesiminin iktidarı her koşulda destekler hale getirilmesi nasıl sağlanır acaba? Baskıcı rejimlerin tüm dünyada halk desteğini sağlamak için başarılı şekilde uyguladıkları bir alan var ki, o da “algı yönetimi” meselesi. Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, ülkeyi yönetme kapasite ve becerisini yitirmiş iktidarımızın üzerinde en çok durduğu konu ‘toplumsal algıyı yönetmek’ oldu.
Kaybettikleri toplumsal ve siyasal desteği yeniden kazanmak için vaat edecekleri parlak bir gelecek kalmadı. Hal böyle olunca mevcut olumsuzlukların sanal, varsayımsal gerekçelere dayandırılması ve pembe bir tablo çizilmesi gerekiyor. Bozuk ekonominin, yükselen döviz kurlarının ve işsizliğin sebebi olarak “dış güçler” demekten başka çare kalmıyor! Neredeyse tüm dünya devletlerini karşımızda birleştiren, birbirlerine ezeli düşman ülkeleri müttefik hale getiren savaşçı dış politikamızı eleştirmek derhal “vatan hainliği” oluveriyor. İşte tüm bu pratik ama içi boş yanıtları üreten ve bunlara inanılmasını sağlayan mucizevî aparata ‘toplumsal algı yönetimi’ deniliyor!
Ülkede her alanda kötüye giden gerçekler değiştirilemese bile, bu yaşananların toplum nezdinde algılanmasını değiştirmek başlıca uğraşlarıydı zaten. Kabul etmek gerekir ki, bu konuda oldukça başarılılar. Aksi halde, her şeye rağmen pozisyonlarını bu kadar uzun süre koruyabilirler miydi? Üzerine iktidarlarının geleceğini kurguladıkları “algı yönetimi” meselesini o kadar önemsiyorlar ki, bu iş için Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde geçen ay ‘Algı Yönetim Merkezi’ bile kuruldu.
'STRATEJİK İLETİŞİM VE KRİZ YÖNETİMİ DAİRE BAŞKANLIĞI'
Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne göre, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın yetkileri artırılırken, dikkat çeken yeni görevler de verildi. Resmi adı ‘Stratejik İletişim ve Kriz Yönetimi Dairesi Başkanlığı’ olan bu daire, Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik harekât, propaganda ve algı operasyonu faaliyetlerini belirleyecek. Bu birim “Devletin stratejik amaç ve hedefleri ile devletin ve milletin menfaatleri doğrultusunda” çalışacakmış! Gerektiğinde ulusal ve uluslararası alanda yürütülecek faaliyetlerde uygulanacak stratejik iletişim politikalarını oluşturacakmış! Her türlü manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyette bulunacak, iç ve dış tehdit unsurlarını analiz edecekmiş!
İletişim Başkanlığında oluşturulan yeni birimin faaliyet alanı başlıklarına bakar mısınız? Sanki Genel Kurmay İstihbarat Dairesi veya MİT başkanlığı birimlerinin görev tanımları gibi! Burada kullanılan bu çok iddialı görev tanımlarını herkesin anlayabileceği sadelikte kelimelerle ifade etmeye çalışacağım, bilmem katılır mısınız?
* Stratejik İletişim politikaları: Seçmen tabanının ikna çabaları
* Kriz Yönetimi: Kötüye giden işlere gerekçe üretim faaliyetleri
* Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik harekât: İktidara karşı yürütülen muhalefet
* Türkiye’ye karşı yürütülen propaganda ve algı operasyonu: Tüm muhalif demokratik siyasal faaliyetler
* Devletin stratejik amaç ve hedefleri: İktidarın kesintisiz devamı için yapılacaklar
* Devletin ve milletin menfaatleri: İktidarın kesintisiz sürmesi
* Manipülasyon ve dezenformasyona karşı faaliyet: Gerçeklerin ortaya çıkmasının önlenmesi faaliyetleri
* Tehdit unsurlarının analizi: İktidarın açıklarını ortaya koyacak haber ve gelişmelerin tespiti ve önlenmesi
Bu hedef ve amaçların gerçekleşmesi için öncelikle istatistiklerin ve rakamların devlet eliyle ‘belirli bir kıvama’ getirilmesi gerekiyor tabi.
Devletin Açıkladığı Tüm Rakamlar Kuşkulu
Devletin açıkladığı tüm rakamlara, istatistiklere halkın önemli kısmı çok haklı sebeplerle inanmıyor. İlk akla gelenleri kısaca sıralayalım:
İŞSİZLİK ORANLARI: İstihdam edilen insan sayısı geçen yılın aynı dönemine göre neredeyse 2 milyon kişi eksildi. Haziran döneminde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 152 bin kişi azaldı. Bunlara rağmen TÜİK’e göre işsizlik oranı her nasılsa yüzde 13,4’te kalıyor!
TÜKETİCİ GÜVEN ENDEKSİ: TÜİK hesaplamasında kullandığı dört alt endeksten ikisi olan “işsiz sayısı beklentisi” ve “tasarruf etme ihtimalini” hesaplamadan çıkarıyor, ‘tüketici güveni’ 20 puan sıçrıyor. Eski hesaplamayla Eylül'de 200 üzerinden 61,8 olması gereken endeksi TÜİK yeni hesapla 82 olarak açıklıyor.
ENFLASYON: Halkın yaşayarak deneyimlediği enflasyon oranı hakkında doğru bilgiyi yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Johns Hopkins Üniversitesi’nden Profesör Steve Hanke, Türkiye'nin Ağustos ayı enflasyon oranını yüzde 36.87 olarak hesapladığını, bunun TÜİK'in açıkladığı yüzde 11.77'lik oranın üç katı olduğunu belirtiyor.
CORONA VİRÜS GÜNLÜK TABLOSU: Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 30 Eylül'de açıklamasında, her vakanın hasta kabul edilmediğini söylüyor. TTB önceki başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, "Her vaka bir Covid-19 hastasıdır. Bakan, salgını değil sayıları kontrol altına aldı" açıklamasını yapıyor. Bakan eleştirilere yanıt olarak “Bilelim ki, salgınla mücadele sürecinde devletimiz halkının sağlığı kadar, ulusal çıkarlarını da korumaktadır” diyor.
YALANLARIN MAZERETİ: ÜLKENİN ULUSAL ÇIKARLARI
Zaten hep kuşkulu (kimilerine göre baştan beri yalan) pandemi verileri parametrelerini çaktırmadan değiştirme cinliği “ulusal çıkar” bahanesi ardına saklanıyor. Bu gerekçelendirme bence son 18 yılın en önemli itiraflarından birisi olarak siyasal tarihe kaydedildi. Bu açıklama, ülkenin nasıl yönetildiğini gören ve söyleyenlerin haklılığının devlet katından da doğrulanmasıdır. Hemen her konuda gerçeklerin gizlenmesinin ve/veya çarpıtılmasının gerekçesi yönetenlere göre basit: “ülkenin ulusal çıkarları!” İktidarın siyasal beka meselesinin “ülkenin ulusal çıkarları” olarak sunulmaya başlamasından beri yapılan hep buydu zaten.
Algı yönetiminin başarılı olması için halkın ‘kötü gibi görünen’ şeylerin aslında ‘iyi ve gerekli’ şeyler olduğuna inandırılması ve şöyle düşünür hale getirilmeleri gerekiyor: “Devletimiz ve iktidarımız (aslında ikisi çoktan tek oldu) içerde ve dışarıda her ne yapıyorsa bunlar mutlaka ülkenin birlik, beraberlik ve bekası için gereklidir. Devletimiz ve ulusal çıkarlarımız için, bayrağımızın inmemesi ve ezanımızın susturulmaması için her koşulda iktidarın arkasında durmalıyız, aksini düşünen ve iddia edenler ancak vatan hainleridir!”
Duvar gibi sert, somut ve inkâr edilemeyen gerçekleri yok gören ve yok göstermeye çalışan iktidarın geride kalan ve iş gören tek seçeneği olan “iletişim” mekanizmasını çok etkin kullanması gerekiyor. Koskoca “İletişim Başkanlığı” da bunun için kurulmadı mı? Bu yüzden, ellerindeki devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmaya devam ederek “iletişim ve algı yönetimi” aparatına git gide daha çok abanmaktan başka çareleri yok!