Yaşanan gelişmelerden iktidar siyasetinin artık tümüyle erken veya zamanında yapılacak seçimleri kaybetmeme ve iktidarı muhalefete devretmeme üzerine kilitlendiğini görüyoruz. Zamanında yapılırsa Haziran 2023’de olacak seçimlerde Erdoğan’ın üçüncü kez aday olma şansı Anayasa gereği yok aslında. Her ne kadar yeni Anayasa’ya göre böyle bir engelin olmadığını iddia etseler de, meşruiyet krizine gerekçe olmasın diye erken seçim yapmaları gerekebilir. Tüm planları 2022’de seçim olmayacağı yönünde işaret veriyor olsa da, Erdoğan’ın 3. kez adaylığı ancak bir erken seçim halinde meşru olabiliyor. Bu konuyu tartıştırmamak için seçim tarihini 2023 ilkbaharına çekerek “erken seçim” diye sunmaları olasılığı hayli yüksek görülüyor.

Bu ülkede gelmiş geçmiş hiçbir lider ve partisi siyasi iktidarı elden bırakmamaya bu kadar mahkûm olmamıştı. Her seçim öncesi diyorlar ya “bu seçimler bir varlık ve yokluk meselesidir” diye, onlar için gerçekten de durum tam olarak böyle. Bu yüzden önümüzdeki seçimi de almak için aklınıza gelebilecek veya gelemeyecek her tür yöntemi kullanmak zorundalar ve zaten süreci başlattılar. Tüm stratejilerini, kendilerinden uzaklaşıp “gri bölgede” bekleyen kararsız seçmen kitlesini bir kez daha ikna etmek üzerine kurgulamış durumdalar. Bu hiç de kolay olmayacak tabi, ama başka da seçenekleri yok.

AKP'DEN KOPANLARIN GÖNLÜNÜ BİR KEZ DAHA ALABİLECEKLER Mİ?
Hiçbir konuda hata ve toz kondurmaz iktidarımız ekonomik krizin sorumluluğunu elbette ki üstlenecek değil ya! Mevcut durumu yoksul halka izah etmek için “biz yine iyiyiz, dünya bizden daha da perişan” safsatasına sarılmak zorunda kalıyorlar. Bu söyleme inananlar var, ancak az çok dünyadan haberdar olup inanmayanlar çoğunlukta. Erdoğan tüm söylemlerini kararsız kesimdeki (gri alan) yüzde on-on beş bandına yönelik olarak dillendiriyor.

Ekonomiyi bozan iktidarın arık düzeltemeyeceğine ikna olmuş kesimin rızasını bir kez daha almak için kendilerince bir çözüm bulduklarını düşünüyorlar. Yaşadıkları ekonomik krizi önemsizleştirecek, bu sıkıntılardan daha da önemliymiş gibi benimsetilecek sanal sorunlara gereksinim duyuyorlar. Seçmenin bu yapay sorunlara inandırılarak fikirlerinin değiştirilebilmesi mümkün mü acaba?

MUHALEFETİN ŞEYTANLAŞTIRILMASINA BEL BAĞLADILAR
Kararsızlar arasına düşmüş eski seçmenini ikna etmek için Erdoğan muhalefetin dinsiz, imansız, ayyaş, çapulcu ve ümitsiz vaka vb. olduğuna ikna etmesi gerekiyor. Muhalefetin vatan-millet derdinin olmadığı, bölücü PKK ve HDP ile işbirliği yaptıkları, toplumun dertlerini ve değerlerini önemsemedikleri iddialarını yineliyor. Muhalefet ittifakının iktidara gelse de ülkeyi yönetme kapasiteleri olmadıklarına kararsız seçmeni ikna etmeye çalışıyor. "Tamam bunlar işleri berbat etti, ama gelecekler daha mı iyi olacak ki?" sorusunun daha da yaygınlaşmasına bel bağlıyorlar.

Cumhur ittifakı bir türlü baş edemediği internet ve sosyal medyaya ağır cezalar öngören yeni bir sansür yasasını meclise getiriyor. Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını canlı yayınlayan medya kanallarına (iktidarın sansür kurulu RTÜK eliyle) ağır cezalar veriyorlar. CHP’li belediyelere polis operasyonları düzenliyor, Kaftancıoğlu’na siyasi yasak getiriyorlar. Polisin copunu, yargının sert sopasını muhaliflerin kafalarından eksik etmiyorlar. Bu tür sert eylem ve söylemlerle kutuplaşmayı ne kadar keskinleştirir ve seçmenin kafasını ne kadar bulandırırsa o kadar başarı elde edeceklerini düşünüyorlar.

Erdoğan altılı masa mutabakatını bozmak için aralarına dış siyaset, sınır ötesi operasyonlar, Kürt siyaseti, dincilik ve milliyetçilik üzerinden fitne sokmaya çabalıyor. Son altılı masa toplantısından çıkan, iktidarın olası Suriye operasyonu ile ilgili değerlendirme iktidarın hiç hoşuna gitmedi tabi ki. Altılı masa mutabakatında “… önümüzdeki seçim sürecini de etkileyecek şekilde iç siyasette malzeme olarak kullanılmasına karşı ortak bir tavır geliştirme konusunda da kararlıyız” denilmesi, ittifakın bu oyuna gelmeyeceğini göstermesi, yakın siyasi gelişmeler açısından çok önemliydi.

KAOS PLANI DEVREDE Mİ?
Erdoğan kendisini ve partisini ülkenin ta kendisi olarak sunuyor. Bu hafta AKP Kızılcahamam Kampında “kim bu kardeşinize saldırıyorsa Türkiye'ye saldırıyor, Türkiye'nin bizzat kendisine düşmanlık ediyor” dedi. Yani, AKP ve Erdoğan demek Türkiye demek, Erdoğan'a muhalefet ise Türkiye’ye düşmanlık demekmiş! Seçimlere Türkiye ve düşmanları giriyorsa, muhalefet oy verenler de düşmanla işbirliği yapan hainler olmuş olmuyor mu? İşte 2022 yılı Türkiye’sinde iktidar siyasetinin geldiği seviye…

Seçim önceleri yükseltilen milliyetçi hassasiyet, dış ve iç düşman riskleri ve bulanık ortam seçmenin önemli kısmının oy verme kararını etkileyebiliyor. Çeşitli gerekçelerle kurgulanmış kaos ortamları iktidar partilerinin lehine bir süreç yaratıyor. Güven ve istikrarın ekonomik ihtiyaçlardan daha öncelikli olduğuna ikna edilen seçmen, sandıkta iktidara bir kez daha şans tanıma eğilimine girebiliyor. Son yaptıkları Kızılcahamam kampındaki ana slogan olarak “Türkiye İçin Güven ve İstikrar” mottosunun seçilmesi boşuna değildi. Gelecek için aydınlık ve ferah günler vaat edemeyenler artık, mevcut durumun korunmasını vaat olarak sunabiliyor.

İyi hatırladığımız gibi 2015 Haziran ve yenilenen2015 Kasım seçimlerinde bu kurgu işe yaramıştı. AKP tek başına iktidar şansını kaybetmiş, ülkede bir anda yoğun bir kaos ortamı başlamıştı. Terörize edilen ortamın yarattığı güvenlik kaygılarıyla Kasım’da yenilenen seçimlerde AKP tekrar tek başına iktidara gelmeyi başarmıştı. AKP’nin daha önce uyguladığı ve kendince olumlu sonuç aldığı geniş kapsamlı kaos planı için şimdiden düğmeye basıldığı yönünde ciddi kuşku ve iddialar var.

'BİZİ SEÇMEYEN SANDIĞI TANIMAYIZ!'
Tartışmalı kuruluş SADAT’ın yöneticilerinden Ersan Ergür’ün sosyal medya hesabından “Bu vatanı Türkiye düşmanları ile iş birliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz” diye yazması tüm kaygıları doğrular bir gelişme oldu. Zaten toplumda dillendirilen ancak “yok canım, o kadar ileri gidemezler artık” denilen bir riski açıkça dile getirmekten çekinmediler.

Dikkatinizi çekmek isterim, bunu söyleyen herhangi bir sivil toplum örgüt yöneticisi değil. Elinde ordusu, silahlı adamları olan ve dünyanın değişik bölgelerine paralı asker yollayan bir şirketin yöneticisi bu tehditleri savurdu. Yani söylediklerini en azından deneyebilecek imkânlara sahip birisi “sandığı kabul etmeyiz, demokrasiye karşı silahlı ayaklanma yaparız” dedi. Kılıçdaroğlu’nun 13 Mayıs’ta ki SADAT baskınının önemi, bu doğrultudaki planları afişe etmesi bakımından daha da anlaşılmış oldu.

Bu beyanların yüzde birisini ima yollu dahi olsa bir muhalif söyleseydi başına nelerin geleceğini herkes biliyor. Ancak ne iktidardan, ne kamu bürokrasisinden, ne savcılardan tek kişi tek kelime söylemedi; hepsi duymazdan, görmezden geldiler.

Cumhurbaşkanının “tanımam, bilmem, alakam yok” dediği, bir dönem başdanışmanı olan SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi’yi ve üstlendiği rolü hepimiz anlayabiliyor, öngörebiliyoruz. Devlet sırlarının tartışıldığı güvenlik toplantısı masasında Tanrıverdi ile beraber verilen fotoğraflar ortada. Bu şaibeli örgütün bir yöneticisi açıktan darbe tehdidi yaptı, muhalefet hariç kimsenin gıkı çıkmadı ve tarih bunları da kayda geçirdi.

'ÜLKENİN EKONOMİK KRİZDEN DAHA ÖNEMLİ DERTLERİ VAR' SÖYLEMİ
AKP’nin kendinden uzaklaşan seçmenini tekrar ikna etmesi için, bu kesimin (özenle oluşturulmuş) ortak değerleri üzerine çalışması gerekiyor. Tüm insanların en öncelikli beklentileri ekonomik refah, huzur ve bolluk içinde yaşamaktır. Ancak görünür gelecekte ekonomik düzelme olanağının olmadığını muhalefet gibi iktidar tabanı da algılamış durumda.

Bu çaresizlik durumunda yine inanç, kaba milliyetçilik ve düşmanlıkları kışkırtma vb. seçenekler devreye sokuluyor. Erdoğan’ın son günlerde söylemini iyice sertleştirmesi, muhalefeti şeytanlaştırması, Suriye’ye yeni askeri harekât planlarının hepsi bu sebebe dayanıyor.

Erdoğan’ın “Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti. Loderlerle camiden Dolmabahçe makamımıza kadar kanallar açmak suretiyle geldiler. Bunlar çürük, bunlar sürtük. Camilerimizi yaktılar…" gibi gerçeklere tümüyle aykırı ve açık hakaret beyanlarının tek sebebi tabanlarını muhalefet tehlikesine son bir kez daha ikna etmek. Gezi eylemlerinde böyle olayların olmadığını hepimiz biliyoruz, ama zaten o da bunları bize değil, hala kendisine inanma eğiliminde olanlara söylüyor. “Biz ne desek inanırlar” dedikleri kesimden kopanlar AKP’ye sırtını dönmüş olsa da, bir kulaklarının hala Erdoğan’da olduğunu düşünüyorlar.

Sandıktan çıkacak sonuçların önemli olmadığını, istemedikleri bir seçim sonucu olursa bunu tanımayacaklarını SADAT üzerinden açık açık yazıp söyleyebildiler. Bu tür bir olasılığın asla olmadığını, demokrasinin gereği ne ise onun olacağını da açıkça söylemiyorlar! Nasıl bir ortamda seçimlere gittiğimizi ve bunların o koltukları bırakmamak için neler yapabileceklerini düşününce kaygılarımızın önemi ve siyasi mücadelenin ciddiyeti daha netleşmiyor mu?