Canım memleketimde çok değil 20 yıl öncesine kadar “efsane asker hatıraları” vardı.
28 günlük bedelli, 6 aylık kısa dönem görev yapanlar bile “Kıbrıs Barış Harekatına, sınır ötesi terör operasyonları”na katılmış gibi ballandıra ballandıra anlatırlardı.
Askerlik anıları biraz da “Avcılar Kulübü sohbetleri”ne benzer. Yüzde 90’ı palavra, geri kalan yüzde 10'u’da şüphelidir.
Maksadım binlerce yıllık Türk ordusu geleneğini çok övündükleri Osmanlı’da ve AKP iktidarında “Zenginlerimiz bedel öder”e dönüştürenleri tartışmak değil. Gerçeğe ışık tutmak görevini yerine getirmek için somut örneklere değineceğim.
Cumhuriyet ile beraber kurulan “hukuk devleti”nde vatandaşlarımızın yolu istemeden de olsa polis-jandarma karakollarına düşmüştür. Amirin, komutanın ve hatta bekçinin vicdanıyla karşı karşıya kalmıştır.
Adliyede “tanık” olmak bile ciddi deneyimdir. Türk Edebiyatının önemli yazarlarından Vedat Türkali; boşuna “Yalancı Tanıklar Kahvesi” adını verdiği eseri kaleme almamıştır. Yalancı tanıkların bile bir namusu vardı, en azından tanıklar “Gizli” değildi.
Gazeteciliğe “Polis-Adliye muhabirliği” ile başladım. Meslek büyüklerimin yaşadıklarını yazsam ciltler dolusu ansiklopedi oluşur. Bizim meslek de tırnakları ile yükselenlerin çoğu “Polis-Adliye Muhabirliği”nden gelir. İsimlerini birer birer zikretmek isterdim ama birini unutursam endişesiyle takdiri okuyucuya bırakmak zorunda kalıyorum.
Uzun süreceği ilk satırından belli olan bu yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde elbette önemli örneklerde kaynak kişi ve eserleri yazacağım. “Kader mahkumları” gerçeğine parmak basarken planlı iftira ve kaza ile mahpus damlarına düşenler de gerçektir. Suçu belli bir bedel ile yüklenenler de …
Gazete manşetlerinde dijital ve sosyal medya öncesi dönem gerçekten son derece önemliydi. İddia makamındaki savcılar, savunmayı yüklenen avukatlar “Gazeteler yazdı Hakim Bey” diyerek dosyaya gazete kupürlerini delil olarak sunarlardı. O gazeteler AKP iktidarı döneminde gün geldi; Ergenekon-Balyoz ve Askeri Casusluk Kumpaslarında “infaz” için kullanıldı…
Ne yazık çok şey değişmemiş canım memleketimdeki insan manzaralarından. Şimdileri “İtibar cellatı-giyotin” görevi yapan aparatlar kadrolara dahil edildi.
Bu arada 12 Eylül öncesi ve sonrası tanık olduklarımı, yaşadıklarımı yazdığım kitaplar, makaleler ve haberler bile siyasi tarihimizin arşivinde kayıtlı. Kıyamıyorum güncellenmiş yen baskılarının yayınlanmasına. “O kitap ve yazılar misyonlarını tamamladılar. Yeni olaylara ışık tutmalıyız, reflekslerim mesleğimizin sorumluluğu gereğidir. Lakin ışık hızı ile gelişiyor olaylar, gözaltılar, tutuklamalar. Her birine yetişmek mümkün değil. Dahası ulusal yayın yapan televizyon sahibi ve yöneticisi değilim. Sosyal ve dijital medya özürlüyüm. Maaşını verdiğim elemanlar yok. Herhangi bir siyasi partinin üyesi ve yöneticisi değilim. Anında cevap verme imkanlarım yok. Başta oğlum olmak üzere aile desteğim olmasa yazılarımı ve YouTube’daki videolara yayına sokamıyorum. Sağlık konuları benim için bahane değil. Her şartta direnmek onurumuz.
Uzatmayalım… “Belgesel çekmek” gibi ne niyetim ne de iddiam var. Sadece Türkiye'mizin; dün bugün; yarında yaşanacak “Gözaltı-tutuklama maphushane gerçekleri” ve sosyolojik yansımalarını sergileyebilme niyetiyle “Siz; hiç hapishanede yattınız mı?” sorusunun cevabının peşine düşerek “Siyaset tarihimize” mum ışığı olma gayreti ile yola çıktığımızı duyurmak istiyorum.
“Siz hapis yattınız mı?” projesi değerli hocam; O’nun deyimi ile “Dostum” Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ’ı 25 Nisan 2025 günü Silivri Cezaevinde yaptığım 34 dakikalık ziyaret sonrası yaşadığım 10 saatlik Ankara’ya otobüs yolculuğumda gözümü kırpmadan yaşadığım duyguların da özeti olacak. Sayın Özdağ’ın geçmişi, karşıtları, takipçileri ve globalleşen dünyadaki izlerini birazcık takip edenlere, O’nun siyasal mücadelesi yerine insani boyutunu yansıtabilirsem ne mutlu bana.
Emperyalizm dört bir yanımızı sarmış. Ve bizlerin tıpkı “İstiklal Harbi”nde olduğu gibi “Kutsal isyan”ı başlatmak için “Bam teli”mize basılmıştır.
Bağımsız medya kuruluşlarıyla idari ve mali ilişkisi olmayışımızın rahatlığı ile “Bir kamera, bir tripot, fena sayılmayan ışık” ve “Arslan gibi gençler” ile başlıyoruz!
Bahtımız da, yolumuz da açık olur umarım…
Sahi; “Siz hiç hapis yattınız mı?”…