Ülke kamuoyunun hiç olmadığı kadar aynı gündeme odaklanması pek alışık olmadığımız yeni bir perspektif sunuyor. İktidar yanlısı veya karşıtı tüm toplumsal kesimlerin Sedat Peker’in videolarına kilitlenmiş olması birçok açıdan hayırlara vesile oluyor. Pek tanık olmadığımız şekilde ‘devlet’ ve bileşenleri bu iddiaları görmezden gelemiyorlar.
Peker’in Youtube ve Twitter gibi sosyal medya iletişim imkânlarının teknik olarak bir şekilde önlenmesi yoluna da gidemiyorlar. Bunu yaparlarsa, Peker’in başka hesaplardan bir şekilde sesini duyurmaya devam edeceğini ve gördüğü ilginin büyüyeceğini düşünüyor olabilirler. Görmezden gelip yanıt vermemek de olmuyor. Çünkü kendi siyasal tabanlarının Peker gibi içlerinden çıkan birisini dikkatle takip ettiğini ve ortaya serdiği gerçeklerin ciddiye alındığını biliyorlar. Bu yüzden Cumhurbaşkanından bakanlarına, siyasetçilerinden askerine, bürokratından iş dünyasına kadar her kesim bir şekilde yanıt verme veya yalanlamalar yapmak zorunda hissediyor.
İktidar Seçmeninde de Devlete Güven Düşük
Kamuoyunun çoğunluğu tarafından bilinen ancak dikkate alınmayan gerçekler şimdi (daha “mutemet” görülen) eski bir iktidar bileşeninden duyulunca daha da inandırıcı bulunuyor. Peker videolarının on milyonlarca izleyici sayısına ulaşması ve bu denli ciddiye alınması; iktidarın her tür karanlık işlerin içinde olabileceğine inancın iyice kökleştiğinin açık bir kanıtıdır.
Bu gelişmeler, gerçeklerin görülmesine ilişkin muhalefet ile yaygın medyanın mücadele eksikliğini de ortaya koyuyor. Ülkede yargı, bürokrasi ve kolluğun tümüyle siyasallaştırılmış olduğu biliniyor. Böyle olsa da, iktidar suçlarının en azından resmi kayıt altına alınması adına hukuk mücadelesinin sürdürülmesinin önemi daha iyi anlaşılıyor.
İktidara destek verenler dâhil, yargıya/devlete inanan ve güvenen bir toplum değiliz. Bu ülkede her türlü hukuksuzluğun olabileceğine, devletin suç çeteleri ile iş tutabileceğine iktidara oy verenlerin önemli kesimi de inanıyor. Avrasya Araştırma şirketinin son anketi, Cumhur İttifakı'na oy veren seçmenlerin içinde Peker’in iddialarını inanılır bulanların oranının (% 35) İçişleri Bakanı Soylu’yu inanır bulanlardan (% 25) çok daha fazla olduğunu gösterdi.
Bu Kirli İşleri Keşke Hukuk Ortaya Dökseydi
Kendisini hukuktan ve yasalardan azade kılarak dilediği her şeyi ‘yapabildiği için’ yapan bir iktidar var karşımızda. O yüzdendir ki geçmişten bugüne uzanan suç ilişkilerinin merkezinde eskisi ve yenisiyle bakanların, askerlerin, kolluğun, siyasetçilerin ve iktidar paydaşı gazetecilerin olması hiç şaşırtıcı gelmiyor.
Bu gerçekleri keşke yargı ve/veya yaygın medya işini doğru yaptığı için öğrenmiş olsaydık. Bu suçlar keşke, demokratik gereklere bağlı işleyen hukuk mücadelesi sonucu ortaya dökülmüş olsaydı. Türkiye kamuoyu bu tür karanlık işleri hep bir iç çatışma veya kaza sonucu ortaya dökülürse öğrendi. Bu sefer de gelenek bozulmadı, kirli ilişkiler içindeki devlet içi aktörlerin tasfiye edilmelerinden doğan menfaat çatışmaları lağımın sızmasını sağladı.
Vesile her ne olursa olsun, bu tür kanunsuzluklar ortaya dökülse de ülkemizde hukuk hiçbir zaman tam işletilmedi. Susurluk gibi kamuoyu gündeminin tam merkezine oturmuş soruşturmada dahi aynı şey olmuştu. Delilli ispatlı birçok suçta, sadece birkaç popüler sanığa verilen yetersiz cezalar sonrasında konunun üstü örtülmüştü.
İçinde doğrudan kamu görevlilerinin ve onlarla iş tutan suç örgütlerinin olduğu bu ciddi iddialar konusunda hukukun gerektiği gibi işletileceğini kimse beklemiyor. Sedat Peker’in ifşaatlarının yargı tarafından üstünkörü de olsa soruşturulması ve hele ki sorumluların cezalandırılmaları beklentisinin hiç kalmamış olması çok enteresan değil mi?
Bu Rahatlıkları Aşırı Özgüvenden Kaynaklanıyor
Hukukun kendilerini asla bağlamadığı duygusu ve cezasızlık algısının iyice pekişmesi ile oluşan özgüven neler yaptırmadı ki? Örneğin çok yüksek maliyetli tüm ballı ihalelerin aynı birkaç şirkete ihalesiz verilmesindeki rahatlık bundandı. Ticaret eski Bakanı Ruhsar Pekcan kendi şirketinden kendi bakanlığına, ihalesiz ve fahiş fiyatlarla malzeme satarkenki rahatlığı da bu özgüvendendi.
Kaynağı belirsiz zenginliklerin, lüks ve şatafatın görgüsüzce ve arsızca milletin gözüne sokulması da cezasızlık algısının sonucuydu. Sokak ortalarında muhaliflere dayaklar, ‘Pudra şekerli’ âlem görüntüleri ve diğer rezillikler, hepsi de hukukun kendilerini bağlamayacağına olan güvenlerindendi.
İktidardan beslenenlerin giriştikleri yağma konusundaki bu cüretkârlıkları, fazla zamanlarının kalmadığını bilmekten ve aceleciliklerinden kaynaklanıyor. Güçleri iyice azalsa da talanda sınır tanımamaya devam ediyorlar. Eski güçlerini koruyor olsalardı Sedat Peker bu kadar açıktan meydan okuma cesaretini gösterebilir miydi?
Hala tam dağılmaya karşı durabiliyorlarsa bunun en önemli sebebi aynı kaderi paylaşıyor olmaktan kaynaklı dayanışma ruhudur. Menfaat temelli ortaklıklardan bir yerde vazgeçme göze alınabilir. Ancak suç ortaklığı ve bunun olası sonuçları, dağılmayı önlemede tüm faktörlerden çok daha önemli yapışkan işlevi görüyor.
Gerçeklik Değil Onu Kimin Söylediği Önemseniyor
Somut (ve bakarsanız görünür) gerçeklerin ortada duruyor olması toplum adına çoğunlukla önem içermeyebiliyor. Somut olgunun gerçekliği ve önemi, bu olgunun tespitini kimin yaptığına ve sunduğuna göre değişiyor toplum nezdinde. Daha önceleri de söylenmiş bazı gerçeklere kulak asmayan toplum kesimlerinin, şimdilerde Sedat Peker ifşalarına karşı kulak kesilmesi işte bundandır.
Sedat Peker son videosunda, Suriye'de (terör listesindeki) El Nusra örgütüne (Saray’ın danışman kuruluşu) SADAT eliyle silah gönderildiğini açıkladı. Toplum bu iddiayı, Sedat Peker ileri sürdüğü için ciddiye aldı. Oysa bu gerçeği yıllar önce gazeteci Can Dündar yazdığı için 27 yıl hapis cezası almıştı. Üstelik Can Dündar’ın açıklamasından öğreniyoruz ki, Peker o günlerde cezaevindeki Can Dündar’a ‘Sen vatana ihanet ettin, asılmayı hak ettin’ mesajı göndermiş.
Bugün Can Dündar, Erk Acerer, Fehim Taştekin ve Tolga Tanış gibi nice aydın, gazeteci ve yazar, iktidarın suç ortaklıklarını ortaya döktükleri için ‘vatan haini’ ilan edildiler ve ülkelerine dönemiyorlar.
Anlaşılan o ki; bir gerçekliğin ortaya konulmasının doğruluğu ya da yanlışlığı algısı, iddiayı dile getirenin pozisyonuna göre değişiyormuş. Devletin bir başka ülkedeki illegal yapılara yasadışı silah nakli iddiasını muhalifler söylerse vatana ihanetten idamı hak ediyorlar! Aynı iddiayı sevkiyatın içinde olan birisi olarak Sedat Peker söyleyince, “gerçeklerin ifşası” oluyor!
Çürümüş Sistem İçeriden Çöküyor
Geçmişte ve bugünde devletin işleyiş dinamikleri hemen hiç değişmeyen Türkiye için tarih yine tekerrür ediyor. Devlet içinden kurgulanmış ve bir süredir sorunsuz işleyen kirli işbirliği bir şekilde son bulunca birtakım dosyalar yine ortalığa dökülüyor. Dahası ‘turpun büyüğünün hala heybede olduğu’ yönündeki ipuçları heyecanlı beklentiyi daha da körüklüyor.
1996'da Susurluk'ta yaşanan bir kazayla "Devlet-Siyaset-Mafya" sacayağından oluşan derin devlet faaliyetleri ortalığa saçılmıştı. 2002'den itibaren AKP dönemlerinde Gülen cemaati ile iktidarın kirli ortaklığı ülkeyi kanlı bir darbe girişimine adım adım taşıdı. 1996 Susurluk yargılamaları sonrasında eski aktörlerin bir kenara itilmesiyle 15 Temmuz 2016’ya kadar geçen son on yılda oluşan boşluğu ‘Hizmet hareketi’ diye sunulan ‘FETÖ’nün doldurduğu biliniyor. 2016’da cemaatin tasfiyesi sonrasında iktidarın tekrar 90’lı yıllardaki suç şebekeleri ve aktörleri ile temasa/işbirliğine geçtiği iddiaları gündemde.
Cemaat-İktidar işbirliğinin kavgaya dönüşmesi sonrasında suçların ortaya dökülmesinde olduğu gibi, Peker-İktidar işbirliğinin sonlanmasından da ciddi sonuçlar beklemek anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Sonu gelmiş bir düzeni ancak düzenin içinden farklılaşarak gelenlerin yıkabileceği tezi ciddiye alınabilir. Çünkü dışarıdan her türlü eleştiriye kulaklarını tıkamış bir iktidar ile onun siyasal tabanını ancak içeriden gelip ses yükseltenlerin itirazları sarsabiliyor. Ancak ‘aynı dili’ konuşanlar birbirini yok edebilme potansiyeli taşıdığı söyleniyor.
Peki Peker’in ‘içeriden’ ifşaları iktidar değişiminin fitilini ateşlemeye yeterli olacak mı, bunu da açmakta yarar ver.
Peker İfşalarına Bel Bağlamak
İnsanlar, düşündükleri şeyleri güçlü ve dikkate alınan birisinin sesinden duydukları zaman mutlu oluyorlar. Muhalefeti yetersiz bulan siyasal tabanda Peker’in açıklamaları ekstra bir heyecan ve umut yeşermesine sebep oluyor. Peker’in devletin suçlarını ortaya dökmesi, zenginliklerin birkaç aile tarafından bölüşülmesini sorgulaması ve asıl patronun halk olduğunu vurgulaması vb. söylemleri toplumun acılı yüreğine su serpiyor.
Benzer umutlar daha önceleri 17-25 Aralık sürecinde ortaya dökülen ses kayıtlarında ve sonrasında Fuat Avni twitlerinde de yaşanmıştı. Yine, ABD’de yargılanan Rıza Zarap ve Hakan Atilla’nın itiraf beklentilerinden de çok şeyler umulmuştu. Bugünlerde de benzer bir durum yaşanıyor.
Ancak iktidar içi çatlakların iktidarı yıkacağı umudu toplumdaki muhalif kesimlerde her canlandığında sonucun hüsran olduğunu anımsamakta yarar var. Toplumun çoğunluğu bu kirlilik içinde yaşamaya rıza gösterdiği sürece ‘iktidarların beka meselesi’ daha da kolay hallolmaktadır. Böyle bir toplumsal ortamda devletin direği hukuk olmaktan çıkıyor, ‘sınırsız iktidar imkânları için her yol mubah’ anlayışı hukukun yerini alıyor.
Tek başına Peker videoları ve sosyal medya paylaşımlarının iktidarın el değiştirmesine yeterli olamayacağı kavranmalıdır. Toplumsal ve siyasal tabanlarda bir dönüşüm ve arınma talebi yaratılmaksızın, ortaya dökülen pislikler bir iktidar dönüşümü için yeterli olamayacaktır.
Bu kirden arınmanın öncelikle toplumsal bir talep haline gelmesi gerekiyor. Bu da ancak siyasal muhalefetin ve sivil toplumun ortak çabasıyla mümkün olabilecektir.