Büyük Anadolu Türkmen bilgesi Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin Hakk’a yürüyüşünün 751. yıldönümü nedeniyle Hacıbektaş’ta yapılan törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı ve bir konuşma yaptı.
Töreninin düzeni ve içeriğinin doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığınca belirlenmiş olduğu çok açık bir biçimde anlaşılıyordu. Dolayısıyla tören bir devlet töreni biçiminde gerçekleştirildi. Belki de buna parti töreni de demek olanaklıdır. Niyesi, son yıllarda devletin parti devletine dönüştürüldüğü biçiminde yakınmalar söz konusu. Her neyse…
Devlet böyle bir tören yapma gereğini neden duydu?
Aleviler ve Alevilik konusunda yıllardan beri süregelen yanlışlar, ötekileştirme ve devletin merkezine Sünniliği koyma çabaları, artık yönetilemez bir konuma ulaştı. Özellikle AİHM sürecinde Alevilerin kazandığı mahkeme kararları, hükümeti en azından yargısal anlamda sıkıştırmış durumda. Bir de kimi Alevi kesimlerin Aleviliği tarihsel kimliğinden koparma ve yeniden yapılandırma girişimleri ile bu yolda elde ettikleri görece kazanımların hükümeti kaygılandırdığı görülüyor. Oysa hükümete egemen olan siyasal ve dinsel görüşün, Alevilerin Sünnileşmesi ya da Sünnilikle uyumlulaşması yönünde olduğu söylemeye gerek bile duyulamayacak denli bir gerçektir. Bu öylesine içselleştirilmiş bir görüş ki görüşün özneleri bunun ayırdında bile değil. Niyesi, sorsanız, bizim kesinlikle böyle bir amacımız yok diyeceklerdir.
Peki, Aleviler ne istiyor?
Aleviler, Aleviliğin inançsal varlığının tanınmasını istiyor. Bunun için de birkaç düzenlemenin yaşama geçmesi gerek.
Nedir onlar?
Birincisi cemevlerinin resmi anlamda ve hukuksal olarak “ibadethane” kimliğinin olurlanmasıdır. AİHM, yıllar önce cemevlerinin ibadethane olduğuna ilişkin bir karar verdi. Ancak hükümet bu kararın gereğini daha yerine getirmiş değil. Cemevlerinin ibadethane olarak olurlanması, camilerin yararlandığı haklardan yararlanması sonucunu doğuracak. Sünni din görevlileri gibi Alevi inanç önderleri de devletin bütçesinden maaş alacak. İşte hükümet buna bir türlü yanaşmak istemiyor. Cemevlerinin ibadethane olarak olurlanmasının İslam’ı böleceğinden korkuluyor. Oysa bu korku yersizdir. Niyesi, İslam zaten yüzyıllar önce bölündü. Kaldı ki İslam’da tek bir ibadethane olmalı savı eylemsel olarak geçersizlenmiş durumda. Şii camilerinin varlığını anımsayalım. Şii camileri, Sünni camileri gibi dinsel yaşamdaki görevlerini yapmayı yüzyıllardır sürdürüyorlar. Şii camilerinin Sünni camilerinden birtakım farklarının olduğunu da belirtelim. Sözgelimi, içlerinde gerçekleştirilen ibadetlerde ve iç donatıda kimi farklar var.
İkincisi, başta Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri olmak üzere eğitim müfredatındaki mezhepçi içeriğin terk edilmesidir. Bu bağlamda din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması da istemleniyor. Bu konuda 2016 yılında verilmiş AİHM kararı var. Ancak hükümet bu kararı da uygulamıyor. Bunun için anayasa değişikliği gerekiyor. Ne var ki bu yönde bir çaba ve çalışma söz konusu değil.
Üçüncüsü, kamuda ve toplumsal yaşamda Alevilere yönelik görünür ya da görünmez ayrımcı uygulamalara son verilmesidir. Bilindiği üzere devletin hiçbir bakanı, valisi, kaymakamı, emniyet müdürü Alevi kökenli değil. Alevilerin bu görevlere getirilmesine ilişkin görünmeyen bir engelin olduğu herkesçe biliniyor.
Dördüncüsü Sivas kırımının yaşandığı Madımak Oteli’nin utanç müzesi ve anıtına dönüştürülmesidir.
Oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla Sünni inanç devletçe destekleniyor. Oysa devlet Alevinin de devleti. O halde devlet Alevi inancını da destekleyecek bir kurum oluşturmalı. Ya da hiçbir inancı desteklememeli ve Diyanet İşleri Başkanlığını kaldırmalı.
Aleviler bir de Hacı Bektaş Dergahı gibi tarihî dergahların Alevi kurumlarına devredilmesini istiyor. Bu konuda bütün Alevi kurumlarının ortaklaştığına emin değilim. Böylesi tarihi yerlerin devlet bünyesinde oluşturulacak Diyanet İşleri Başkanlığı benzeri bir Alevi kurumu tarafından yönetilmesi sanırım daha doğru olacaktır.
İşte Alevilerin istemleri aşağı yukarı böyle…
Peki, Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi Anma Töreni’nde bu istemlere hiç değinildi mi?
Ne acı ki hiç değinilmedi.
Törende birkaç Alevi ocağı temsilcisi dışında Alevi kurumlarının büyük bir çoğunluğu yer almadı. Ne Türkmen Alevi Bektaşi Vakfı, ne Cem Vakfı, ne Alevi Bektaşi Federasyonu, ne Alevi Dernekler Federasyonu ne Alevi Vakıflar Federasyonu ne de bu federasyonların bileşenleri törene katıldı. Bu kurumların hiçbirinin törene katılmaması, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir konudur.
Törende gerek sunucu gerekse “İkrar” adlı tiyatro oyununu sergileyenler pek çok Alevi terimini yanlış söylemledi (telaffuz etti). Öyle ki ikrar sözcüğü bile yanlış söylemlendi. Ayrıca oyundaki “namussuz kadın” figürü de töreninin tinsel ortamını olumsuz etkiledi. Verilmek istenen ileti başka bir biçimde de verilebilirdi oysa.
Kendisi de bir Alevi inanç önderi olan Mehmet Özgür Ersan bile okuduğu gülbanktaki kimi sözcükleri şaşkınlık uyandıracak biçimde yanlış söylemledi.
Duyduğum her yanlış söyleyişte içim, deyim yerindeyse cız etti. Bu denli önemli tören bu denli özensizlikle nasıl yürütülür diye üzüldüm.
Peki, hangi sözcükler yanlış söylemlendi?
“Nâzenin yol” denileceği yerde “nazenin yolu” denildi. Bir yerde doğru kullanıldı, başka bir yerde ise yanlış söylemlendi.
“Hâzirûn” denileceği yerde “hazirûn” denildi.
“İkrâr” denileceği yerde “ikrar” denildi.
“Postnişîn” denileceği yerde tam anlaşılmayan bir şey söylendi.
“Azerbaycan” denileceği yerde “Azerbeycan” denildi.
“Kur’an-ı Azîmü’ş-Şân” denileceği yerde “Kur’an azimşan” denildi.
“Hâtem” denileceği yerde “hatem” denildi.
“Hacı Bektaş Veli” denileceği yerde “Hacı Bektâş-ı Veli” denildi. Bu tamlamayı doğru kullananlar da oldu. Sözgelimi, Kültür ve Turizm Bakanlığının yazısında doğru kullanılmıştı.
“Mestûr” denileceği yerde “meskur” denildi.
“Şeytanın mekri” denileceği yerde “Şeytanın mehri” denildi.
“Yasları ve matemleri” diye yanlış bir kullanım da söz konusu oldu. Oysa yas ve matem anlamdaş sözcüklerdir. Ya yas denilir ya da matem. Her ikisi birlikte kullanılmaz. Muharrem matemi ya da Muharrem yası denilebilir. Ama “yas- ı matem” denilmez. Denilirse işin doğrusunu bilenler üzülür ve belki de sergilenen cahilliğe güler.
Yanlış söylenen başka sözcükler de var. Ancak ilginç olan şu ki yanlış söylenen sözcüklerin hiçbiri Türkçe kökenli değil; Arapça ve çoğunlukla Farsça kökenli sözcükler. Türkler yabancı sözcükleri doğru söyleyemiyor. Bu, çok doğal bir durumdur. Doğal olmayan şey yabancı sözcüklere gösterilen gereksiz ilgidir.
Yanlış söylediği sözcükler bir yana Mehmet Özgür Ersan’ı bir nedenden ötürü kutlamak da isterim. O da, konuşmasında birkaç kez yaptığı Atatürk vurgusudur. Öyle ki Atatürk’ü, oradaki devlet görevlilerinin çoğunun pek de hoşlanmadığı “Ulu Önder” sözüyle andı. Duyarlılığı ve özeninden ötürü Sayın Ersan’ı içtenlikle kutluyorum.
Gülbank okunduğunda “Allah Allah” denileceği yerde alkış yapılması da ilginçti. Oysa Alevi geleneğinde gülbanklar alkışlanmaz. “Allah Allah” denilir. Siz hiç dua eden bir Sünni hocanın duasının alkışlandığını gördünüz mü?
Gelelim Cumhurbaşkanının konuşmasına ve konuşmadaki yanlışlara…
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki kimi tabloların ve resimlerin yerinin değiştirilmesi gibi yakışıksız uygulamayı dışarıda tutursak, Sayın Cumhurbaşkanının Muharrem’in onuncu günü gerçekleştirdiği cemevi ziyareti ve bu yazının konusu olan törene katılışı ilkesel alamda çok önemli bir aşamayı belirtiyor. Gelinen aşama geçmişe bakıldığında olumlu anlamda şaşkınlık uyandırıyor. Düşünsenize bir zamanlar cemevi için “cümbüşevi” sözü kullanılmıştı. O sözden dolayı daha özür dilenmiş değil ama pişmanlık duyulduğu anlaşılıyor. Keşke açıkça özür de dilense…
Cumhurbaşkanı konuşması sırasında şu sözcükleri yanlış söylemledi.
“Alpları” diyeceği yerde “Alpleri” dedi. Oysa Türkçede “Alp” sözü ince değil kalın söylenir. İnce söylenen alp, Avrupa’daki bir dağ silsilesinin adıdır.
Perende” diyeceği yerde Lokman-ı Parende dedi.
Ama Cumhurbaşkanı Hacı Bektaş Veli sözünü çok doğru söylemledi. Oysa Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi bile büyük bilgenin adını / unvanını yanlış yazıyor.
Cumhurbaşkanı konuşmasında Moğol İstilası diye bir söz de kullandı. Öteden beri bu kullanım özelikle sağ kesimde yaygınlık kazanmış durumda. Son yıllarda Türkiye’de bir Moğol karşıtlığı yürütülüyor. Oysa Moğol Ordusu denilen ordunun büyük bir çoğunluğu Türk askerlerden oluşuyordu ve ordunun dili de Türkçeydi. Başka bir deyişle o ordu Türk ordusuydu. Bu gerçeği tarihçiler neden dile getirmiyor? Moğollar Müslüman değil diye Moğol karşıtlığı doğal mı görülüyor?
Oysa Moğolların da Türklerin de ortak atası Hunlar ve Türk Kağanlığı ( Gök Türkler) değil mi? Moğolistan’ın resmi tarih tezi böyle. Türkiye’nin de tarih tezi böyle…
Moğolların Anadolu’yu ele geçirmeleri Türk’ün Türk ile savaşı gibidir.
Gerçek şu ki, İslam sonrası dönemde bile Türk devletlerine sultan olanların çoğu bir biçimde soylarını Cengiz Han’a dayandırma gereği hissetmişlerdir. Bu, sultanlığın yasal görülmesi için o dönemin koşullarında olmazsa olmaz bir gereklilikti. Bu nedenledir ki büyük Türk önderi Timur, soyu Cengiz Han’a dayanmadığı için “emir” unvanını kullanmış ama daima yanında Cengiz soyundan birini bulundurmuş ve egemenliğini bu yolla yasallaştırmıştır. Bu arada belirtelim ki, Cengiz Han yasalarından birinde, Hz. Ali soyundan gelenlere saygı gösterilmesi ve onlardan vergi alınmaması hükmü var. Umarım Cengiz Han ve Moğol karşıtlığının altındaki psikolojik nedenlerden biri de bu değildir.
İşin ilginç yanlarından biri de şu:
Hem Moğol İstilası diyerek yakınma sözleri edip hem de Moğollarla son derece yakın ilişkiler içinde bulunan Celaleddin Rumî’ye övgüler sunmak pek tutarlı bir tutum olmasa gerek. Ha bir de şu var: Evet, Celaleddin Rumî büyük bir düşünür, büyük bir bilgin ama Caca Bey’e Ahi Evran’ı öldürttüğünü ileri süren tarihçiler var. Ahi Evran da bilindiği üzere Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin yakın dostlarından biri. Hatta Celaleddin Rumî’nin Hacı Bektaş’tan pek hazzetmediği de savlanıyor. Hünkar’ın anıldığı törende Celaleddin Rumî’den de bahsedilmesi bu bakımdan ilginç bir görünüm sunuyor kanımca. Celaleddin Rumi de kuşkusuz anılmayı, adına törenler düzenlemeyi hak eden büyük bir düşünürdür. Ama bunu Hünkar’ın anıldığı törende değil de Şeb-i Arus törenlerinde yapmak sanırım daha doğru olacaktır.
Öte yandan Cumhurbaşkanının konuşmasında Timur da yer aldı. Bizce konuşmanın en ilginç bölümü Timur’dan söz edilen yerdi.
Timur büyük bir Türk önderidir. Özbekistan’da ulusal kahraman olarak görülür. Ne var ki Cumhurbaşkanı Timur’dan söz ederken Anadolucu bir tutum takınarak Türk dünyasının ortak değerlerine karşı özensiz bir dil kullandı. Timur bir savaşta, sanırım 1402’deki Ankara savaşını kastediyor, demiş ki sizden de, bizden de ölenler oldu, iki tarafta Müslüman, peki ölenlerden hangisi şehit? Bunun üzerine Baba İlyas; bizimkiler şehit, niyesi onlar vatanlarını koruyordu, demiş. Allah aşkına bu Baba İlyas benim de mensup olduğum Eymür Türkmenlerinin önderi olan Baba İlyas mı? Yoksa başka bir Baba İlyas mı? Ama başkası olamaz. Baba İlyas denildiğinde herkesin aklına 1240’taki büyük Türkmen başkaldırısının önderi dedem Baba İlyas Horasanî gelir. Ama bir dakika, Ankara savaşı 1402, Baba İlyas ise 1240’ta Hakk’a yürüdü. Farslaşmış devşirme Selçuklu, Baba İlyas dedemizi idam etti. Görüleceği üzere arada 162 yıl var. O halde Baba İlyas böyle bir sözü nasıl edebilir?
Öte yandan hem Özbekistan’la iyi ilişkiler kurup Türk Devletleri Teşkilatı’na üye yapacaksın hem de Özbeklerin ulusal kahraman gördüğü büyük Türk önderi Timur’u alttan alta eleştireceksin. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Aynı şeyi Şah İsmail için de yapıyorlar. Hem Şah İsmail’i aşağılıyorlar hem de Azerbaycan’a kardeş diyorlar. Oysa Şah İsmail Azerbaycan’ın ulusal kahramanıdır.
Sayın Cumhurbaşkanının konuşmasındaki en büyük yanlışlardan birine daha değinelim…
Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın öbür benzer dergahlar gibi ( Sünni tarikatların dergahlarını kastediyor) Cumhuriyet tarafından kapatıldığını söyleyen Cumhurbaşkanı, tarihsel bir gerçekten habersiz olabilir mi?
Alevi Bektaşi dergahları 1826’ta, Yeni Çeri Ocağı ile birlikte Osmanlı Sultanı 2. Mahmut tarafından kapatılmış ve yüzlerce Bektaşi babası idam edilmişti. Başka bir deyişle Cumhuriyet kurulduğunda Bektaşi dergahları zaten resmen kapalıydı. Cumhuriyet Sünni tarikatları ve onların dergahlarını kapattı. Ne var ki Cumhurbaşkanı Alevilere bir ileti göndermek istedi. Sanırım şunu demek istedi:
“Ey Aleviler, çok savunduğunuz Cumhuriyet sizin dergahlarınızı kapattı.”
Evet, Aleviler büyük çoğunluk olarak Cumhuriyet ve Atatürk’e yürekten bağlıdır. Bundan kesinlikle de ödün vermezler. Niyesi Aleviler ancak Cumhuriyet sayesinde kısmen de olsa özgürleştiklerini bilirler. Cumhuriyet, Alevilere, Osmanlı döneminde kesinlikle söz konusu olmayan haklar vermiştir.
Törende izletilen kısa filmde de Hacı Bektaş Dergahı’nın Adnan Menderes tarafından müze olarak açıldığı belirtiliyor, Menderes’e övgüler sunuluyordu. Böylece Alevilere ad vermeden ve bilinçaltına yönelik olarak bir CHP olumsuzlaması yapılmak isteniyordu. Menderes üzerinden Akparti’ye uzanan bir siyasal çizgi Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi Anma Törenlerine damgasını vuruyordu. Oysa günümüzde Demokrat Parti, Akparti çizgisine pek de yakın durmuyor.
Bu satırların yazarı olarak ben hiçbir partinin yanında ya da karşısında değilim. Bütünüyle partisiz ve tarafsızım. Ancak Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi Anma Törenleri’nin parti siyaseti ile dolaylı da olsa ilintilendirilmeye çalışılması kanımca pek doğru olmaz. Hünkar’ın ruhu da bundan acı duyar.
Cumhurbaşkanının konuşmasında yer alan vurgular Aleviliğin bir tarikat olarak görüldüğünü çağrıştırıyor. Oysa Alevilik bir tarikat değildir. Sünnilik ve Şiilik gibi kendine özgü bir akımdır.
Cumhurbaşkanı yakın zamanda 8 cemevinin devlet tarafından düzenlenecek bir törenle eş zamanlı olarak açılışının yapılacağını da belirtti. Bu elbette güzel bir gelişme ama umarım o törende de açık veya saklı bir biçimde parti propagandası yapılmaz. Ayrıca şu da gözden kaçırılmamalı ki, ne kadar cemevi açarsanız açın ama önce cemevlerini ibadethane olarak resmen ve hukuken tanıyın. Tersi durumda yapılacak güzel etkinliklerin ve çalışmaların yeterince anlamlı olması söz konusu olmayacaktır.
Gerçek şu ki, Sayın Cumhurbaşkanı Aleviler ve Alevilik konusunda bir şeyler yapmak istiyor. Ancak yetkin danışmanlık hizmeti alamadığı görülüyor. Kanımca bu konuda yeni bir tutum belirlemeli. Alevilerin istemlerini hızla karşılamalı, yetkin danışmanlarla çalışmalı. Sünni bir ailenin evladı olarak (Sünni bir ailenin evladıyım ama benim hiçbir mezhebim, tarikatım yok, ben yalnızca Muhammedi İslam’a bağlıyım.) bu konuda ben de her türlü içtenlikli katkıyı sunmak isterim.
Sünnisi, Alevisi, Şiisiyle Türk ulusunun birliğini esenliyorum. Var olsun sevgili canlarımız.