Dünyanın en güzel coğrafyalarından biri olan Türkiye’miz, tarih boyu pek çok farklı uygarlığa beşiklik yapmıştır. Bu topraklarda yaşamış olan her uygarlık gerek ulusumuzun gerekse bütün insanlığın ortak kültür değerleri arasında yer almaktadır. Ülkemizin güncel bütün maddi ve manevi varlıklarına sahip çıktığımız gibi geçmiş bütün uygarlıkların mirasına da sahip çıkmayı insanî ve ulusal bir görev bilmeliyiz.
Bu bilinçle günümüz Türkiye toplumunun görkemli bir tarihsel süzülüş sonucu inşa edildiği gerçeği hiçbir biçimde yadsınamaz.
Tarihin gelişim aşamaları bağlamında ulusumuz pek çok kaynaktan beslenerek kimliğini oluşturan eşsiz bir toplumdur. Söz konusu kaynakların içinde kimilerince Orta Asya denilen ama bizce Türkistan olarak adlandırılması gereken coğrafya başat önemdedir. Zira dilimizin kaynağı orasıdır. Türk dilinin kökü Orkun’u, Selenge’yi, Altay’ı, Ötüken’i, Hazar’ı, Horasan’ı ve Maveraünnehir’i de içine alan Türkistan’dadır. Ulusumuzun ana gövdesini oluşturan Yörük Türkmen kitleler Anadolu’ya Türkistan’dan göçüp gelmiştir. Bu göç daha sonra Trakya ve Balkanlar’a dek uzanmıştır.
Yörük Türkmen kitleler Anadolu’nun eski halklarıyla yüzyıllarca birlikte yaşamış, iç içe geçmiş, akraba olmuş ve beraberce ortak bir kimlik inşa etmiştir. Bu kimlik, Balkanlar’dan, Kafkasya’dan ve Mezopotamya’dan gelen kitlelerle daha da renkli ve güçlü bir yapıya dönüşmüştür. Bu yapı, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizi zafere taşıyan Türk ulusunun ta kendisidir. Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Ege’de, Sakarya’da, Antep’te, Maraş’ta, Çukurova’da ve Kıbrıs’ta çelikleşen irade Türkiye’nin uluslaşma iradesidir. Bu irade, TBMM’nin açılışı, Cumhuriyet’in ilanı ve devrim yasalarının kabulüyle iyice perçinlenmiş ve daha da güçlenerek somutlaşmıştır.
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk bu ülkede yaşayan halkın adını şu özlü sözüyle çok açık bir biçimde ortaya koymuştur:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir.”
Bu tarihsel, sosyolojik, siyasal ve kültürel gerçekler gün gibi ortada iken, emperyalist özlemler doğrultusunda başlatılan Türkiyelilik söylemi ırkçı ve “Türkofobi” olarak nitelenmesi gereken son derece zararlı bir anlayışı ifade etmektedir.
Türk ulusu yerine Türkiyeliliği ikame etmeye çalışan çevreler, yaklaşık son 10 - 12 yıldır yaşanan mülteci, sığınmacı ve kaçak akınından da yararlanarak toplumumuzu milliyetsizleştirme hedefini gerçekleştirmek istemektedir. Bu nedenle mülteci, kaçak ve sığınmacıların bir an önce ülkelerine geri dönüşleri sağlanmalıdır.
Zira Türk ulusu ile bütünleşme ve kaynaşma iradesinden son derece uzak olan mülteci, sığınmacı ve kaçaklar ülkemizin ulusal kimliğini erozyona uğratmak ve Türkiyelilik adı altında pazarlanmaya çalışılan Emevici Arabizasyon politikası için kaldıraç olarak kullanılmaktadır.
Bilinmelidir ki Türk kimliği, ülkemizde başka hiçbir kimliğin alternatifi yahut karşıtı değildir. Bu topraklarda geçmişten beri var olan bütün kültürel kimlikler ve yerel diller ulusumuzun ve evrensel kültürün yadsınamaz bir parçasıdır.
Öte yandan Türkiye’de Türklük, Anayasamızın 66. Maddesinde de belirtildiği üzere Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığının öbür adıdır. O halde;
Yurdumuz Türkiye,
Devletimiz Türkiye Cumhuriyeti,
Bayrağımız Türk bayrağı,
Resmi dilimiz Türk dili,
Edebiyatımız Türk edebiyatı,
Sinemamız Türk sineması,
Demokrasimiz Türk demokrasisi,
Ordumuz Türk ordusu,
Ulusumuz Türk ulusudur.
Bilinmelidir ki, Türklüğü dinsel ve mezhepsel kimliklerle önemsizleştirme ve ikincilleştirme çabaları da apaçık bir biçimde “Turkofobi” suçudur. Bu suç insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında görülmelidir. Özellikle ulusumuzun büyük bir bölümünün mensup olduğu aziz dinimiz İslam kullanılarak Türk kimliğine karşı ümmet söylemi maskesiyle Emevî Arap milliyetçiliğinin propaganda edilmesi hiçbir samimi Müslüman Türk’ün kabul edebileceği bir tutum değildir.
Gerçek şu ki, Türk kimliği köklü ve derin bir kimliktir. Bu kimlik 300 milyonluk Türk dünyası kavramının temelini oluşturan Türk Kağanlığı’ndan beslenmektedir. Bu bağlamda Türk Devletleri Teşkilatı Türklüğü dünya çapında temsil eden bir yapı olarak en önemli ulusal kurumlarımızdandır.
Ben Türk ulusçusu bir ilahiyatçılar olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün yurttaşlarını yukarıda sıraladığımız toplumsal, siyasal ve tarihsel gerçeklere içtenlikle sahip çıkmaya, her türlü bölücü, ırkçı, dinbaz, inkârcı ve emperyalist harekete karşı birlik ve bütünlük içinde bir arada yaşama iradesini güçlendirmeye çağırıyorum.
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!