Yakında yarım yüzyıl yaşında olacağım. Bunca yıl çok şey yaşadım. Yaşamımda katıldığım ilk siyasal gösteri 20 Ocak 1990 yılında Rus ordusunun Bakü’yü işgal edip yüzlerce Azerbaycanlıyı öldürmesi üzerine İstanbul Çağlayan’da, açık alanda yapılan kınama toplantısı ve ardından gerçekleştirilen yürüyüştü.

Yürüyüş sırasında polis önümüzü kesmiş ve bize saldırmıştı. Elimde Azerbaycan bayrağı vardı. Üç renkli güzel bayrak… Polis copuyla ağzımda 6 dişim kırılmıştı. Bir daha çıkmadılar.

Bayrak ağzımdan fışkıran kanla kıpkırmızı olmuştu. Ayağa güçlükle kalkmıştım. Oradan ayrılırken tanımsız duygular içindeydim. Şöyle diyordum içimden: “Polis Türk düşmanı!”, “Polisler Rusçu”

Türklük için yürüyüş yapanlara Türk polisinin saldırmasını anlamlandıramıyordum.

Polis teşkilatının içine yerleşmiş Türklük karşıtı bir takım yapıların mensubu olan kimi polisler geçmişte hep vardı. Umarım günümüzde yoktur.

15 yaşındaydım o sırada. Türkçü idim. Türk birliği ve Türklük, yaşamıma anlam kazandıran düşüncelerdi. Yıllarca Türklük ve Türkçülük için çalıştım. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, KKTC, Doğu Türkistan ve öbür Türk ülkeleri için yandım, yakıldım durdum.

Elçibeyci idim. Azerbaycan ile ilgili ne oluyorsa hepsinin peşinde koşmaya çalıştım. Karabağ işgali, Hocalı Soykırımı ve yaşanan nice acılar…

Bağımsızlığa giden yolda Azadlık Meydanı’nda gerçekleştirilen görkemli toplanışlar…

Mehmet Emin Resulzade’nin “bir kere yükselen bayrak bir daha inmez,” sözünün doğrulanışı…

Azerbaycan halkının onurlu mücadelesi…

Hepsi belleğimde.

Çok sevdiğim, uğruna yaşamımı adadığım Azerbaycan’a ve herhangi bir Türk ülkesine hiç gidemedim.

Neden mi?

Onu şimdilik anlatmayayım…

2024 yılının ilk aylarında Azerbaycan Hazar Üniversitesi Genel Yazmanı Sn. Alovsat Amirbeyli ile Flash Haber TV aracılığıyla tanıştım. Aydınlanma izlencemizin izleyicisi idi. Benimle iletişime geçti. Telefonda görüştük ve beni Azerbaycan’a çağırdı.

Alovsat Bey, Toplumsal Esenlik Derneğimizin gönül üyesi ve Azerbaycan fahri temsilcimiz.

Uçak biletlerimizi aldık, eşim ve oğlumla birlikte Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye uçtuk. Havaalanında bizi Alovsat Bey ve sürücüsü karşıladı. Alovsat Bey, öz yurdunuza hoş geldiniz, dedi.

Çok heyecanlıydık. Çok duygulandık. İçimden Azerbaycan ulusal marşını mırıldandım. Bütün bir gençliğim gözümün önünden geçti.

Sen olasan gülüstan,

Sene her an can kurban,

Sene bin bir mehebbet

Sinemde tutmuş mekan…

Her yerde o dünya güzeli bayrağı görmek içimi kıpır kıpır yaptı.

Ne yalan söyleyeyim, biraz gözlerim doldu.

Yol boyu söyleştik.

Otele vardık ve yerleştik.

O akşam dinlendik. Bir sonraki günün sabahı Alovsat Bey ve sürücüsü bizi otelden aldı. İlk nereye gitmek istersiniz, dediğinde, “Şehitler Hıyabanı” dedim.

Güzel ve geniş caddelerden geçerek Azerbaycan Milli Meclisi’nin bulunduğu yere geldik. Şehitler Hıyabanı oranın hemen yakınındaydı. Çok büyük bir Azerbaycan bayrağı dalgalanıyordu. Şehitlerin kabrine koymak için karanfiller aldık.

İçim ürpererek eşim, oğlum ve Alovsat Bey ile birlikte Şehitler Hıyabanı’na girdik.

Alovsat Bey, Halk Cephesi’nin iktidarı döneminde orada bozkurt anıtının da olduğunu ama yönetim değişince o anıtın kaldırıldığını söyledi.

Şehitlerin kabirlerini tek tek ziyaret ettik. Karanfiller koyup dua ettik, saygı duruşunda bulunduk.

Ardından anıtı ziyaret ettik. Sürekli ateş yanan ve sekiz köşeli yıldızdan oluşan anıtta anı fotoğrafları da çektirdik. Elbette orada da saygı duruşunda bulunduk.

Sonra Türk Şehitliği’ne geçtik. 1918’de Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun Gence ve Bakü’yü kurtarması sırasında şehit düşen dedelerimizin anısı önünde saygı duruşunda bulunduk.

Nuri Paşa’nın namaz kıldığı yere yapılan camiyi de ziyaret ettik.

Gezimiz Qobustan ulusal parkını ziyaret ile sürdü.

Sonra Hazar Üniversitesinin çeşitli birimlerini gezdik.

Bu arada genç şarkıcı İskender İstekli ile tanıştık ve kendisiyle söyleştik.

Sonraki gün gönlümüzde ayrı bir yere sahip olan büyük Türkmen önderi, Safevi devletinin kurucusu, Alevi piri Şah İsmail Hatayi’nin anıtını ziyaret edip saygı duruşunda bulunduk.

Anıt önünde şu dörtlüğü okudum:

Şah Hatayi’im eydür senindir ferman,

Olursun her kulun derdine derman,

Güzel şahım sana bin canım kurban,

İstemem kurbanı kestim de geldim.

Anıt önünden ayrılırken saygı, özlem ve kıvanç dolu duygular içindeydim.

Geniş caddelerden geçerek yolumuza devam ettik.

Gide gide devlet mezarlığına vardık.

Vakit, “Ben Atatürk’ün askeriyim!” diyen Ebulfez Elçibey’in anıt mezarını ziyaret vaktiydi.

Azerbaycan’ı bağımsızlığa taşıyan önder Ebulfez Elçibey Türkçülüğü ile ün salmış eşsiz bir kişiliktir. Onun anıtını ziyaret etmek bizim için apayrı bir anlama sahipti.

Anıta vardığımda sağ dizimi yere vurup saygı sundum. O an en etkilendiğim anlardan biriydi.

Anısı bin yaşasın, binler yaşasın…

Mezarlıkta Azerbaycan’ın ünlü kişiliklerinin anıt mezarları vardı. Şimdiki Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in babası olan önceki Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in anıt mezarı da oradaydı. Bir süre anıt mezarların kimilerini ziyaret edip Alovsat Bey’den bilgiler aldık.

Azerbaycan bir sanat ülkesi… Bu nedenle mezarlıkta da o sanatı görebiliyorsunuz. Her mezarın başında etkileyici yontular vardı. Kişinin yaşamdayken yaptığı mesleğini ya da çalışmalarını yahut yapıtlarını yansıtan etkileyici yontuları hayranlıkla izledim ve inceledim.

Yontu demişken en etkilendiğim yontulardan biri de Hocalı Soykırımında can verenler anısına yapılan “Ana Feryadı” adlı anıttı. Orada Hocalı şehitlerini andık ve saygı duruşunda bulunduk.

Bakü’de “İçeri şehir”i, büyük şair Mirze Alekber Sabir’in anıtını ve tarihi Kız Kalesi’ni de gezme olanağı bulduk. Alovsat Bey’in kılavuzluğunda çok şey öğrendik.   

Azerbaycan gezimiz sırasında Cafer Cabbarlı Tiyatro Müzesi’ni, Müzik Müzesi’ni ve Bağımsızlık Müzesi’ni de gezip çok değerli bilgiler öğrenme olanağı buldum. Bana kılavuzluk eden genç gazeteci İsmailbeyli idi. Sağ olsun, var olsun.

Azerbaycan’ın her şeyi güzeldi.

Havası güzel,

Suyu güzel,

Yemekleri güzel,

Reçelle içilen çayı güzel,

İnsanı güzel, toprağı güzel,

Konuşulan dilimiz güzel…

Ama bütün bu güzellikleri yansıtan ulusal simge olarak üç renkli bayrağı da ayrı bir güzel…

Üstteki mavi renk Türklüğü, kırmızı renk uygarlığı ve alttaki yeşil renk ise İslam’ı simgeliyor.

Ay ve yıldız ise Türklerin yüzyıllardır kullandığı ongunlardan.

Bakü’yü ve Sumgayıt’ı gezerken pek çok yerde Karabağ Savaşı sırasında şehit düşen askerlerimizin resimlerini ve onlar için dalgalanan bayrakları gördük. Şehitlerimizin unutulmazlığı ve bayrağımızın özgürce dalgalanışı bize özge duygular yaşattı. Ayrıca pek çok yerde Türkiye ve Azerbaycan bayraklarının birlikte dalgalandığını gözlemledik.

Türk ulusunun iki bayrağı yan yana dalgalanıyordu. Ama bir yerde 6 Türk devletinin bayraklarının birlikte dalgalandığını da görüp çok mutlu olduk. Orası Zire Kültür Parkı idi…

Son gün “Ateşgah” adlı Zerdüştî tapınağını ziyaret ettik. Sürekli yanan ve hiç sönmemiş olan ateşi inceledik. Tapınaktaki çeşitli bölmeleri de gezip gördük. Ziyaretçiler arasında yüzlerce Hint turist vardı. Atalarının o bölgeden Hindistan’a göçtüklerine inanıyorlardı.

Son olarak bir kez daha, Azerbaycan’ın mürebbe denilen reçeli ile içilen çayından içip Haydar Aliyev Hava Alanına geçtik.

Alovsat Amirbeyli hocamla ve sürücüsü Ramiz Bey ile vedalaşıp havaalanına girdik.

Bu arada Alovsat hocam bize havaalanı içinde de bir süre eşlik etti, yardımcı oldu.

THY’nin 17.00 uçağı ile İstanbul’a doğru uçuşa geçtik.

Akşam saat 20.00 gibi de İstanbul’a “düştük”.

Yaşamımın en güzel dört gününü yaşadığım Azerbaycan gezisini tamamlamış oldum.

O halde sözlerimizi şöyle bağlayalım:

Egeden Hazar’a kadar,

Beşikten mezara kadar,

Azerbaycan Türkiye!

Tarihin yazdığı destan,

İki bedende bir can

Türkiye Azerbaycan!