“Bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir his” olarak tanımlanıyor ‘korku’ wikipedia’da. Tüm dünyada ‘Özgür Ansiklopedi’ olarak tanınan, internet kullanıcılarının katkıları ile gelişen Vikipedi sözlüğü ülkemizde hala yasaklı. Kontrol edemediği bilgi kaynağını yasaklamak eyleminin en önemli motivasyonu da yine ‘korku’dur.
Korku; belirli bir tehdit olarak algılanan bir olay sonucunda, uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir mekanizmadır. Birilerini korkutan kişi, “belirsizlik karşısında tehdit algısı” altındadır aslında ve en başta kendisi korkuyordur. Bu yüzden diğerlerini korkutarak kendisini korumaya çalışmaktadır.
Bu durumu doğadan örneklerle anlamaya çalışabiliriz. Doğada canlı tehlike algıladığında genellikle vücudunu büyütür, tüylerini kabartır, varsa dişlerini gösterir vb. Böylece korktuğu canlıya korku vererek kendisini korumaya ve kendi korkusunu böylece gidermeye çalışır.
Ülkeyi yönetenlerin (konumlarını kaybetme risk algısının yükselmesiyle) belirli dönemlerde korkuları daha da artar. Bu durumlarda kişisel korunmalarını aşırı abartabilirler ve yönetilenleri korku duygusu üzerinden sindirmek ve hizaya sokmak isteyebilirler.
Bu korkular yönetenleri risk gördükleri tüm topluluklara karşı (şiddeti protesto eden kadınlara olduğu gibi) insafsızca şiddet uygulamaya sevk edebilir. Karşıt düşüncede olanların toparlanmaları ve önemli bir güç ve tehdit oluşturmalarının mümkün mertebe engellemesi tek çözüm olarak görülür. Ancak tarih bize gösteriyor ki, yönetenlerin başvurduğu bu (insani olmayan) antidemokratik yöntemler sürdürülebilir değildir.
KORKUTMA MEKANİZMASI NASIL ÇALIŞIR?
Yönetenlerin yönetilenler üzerinde korku oluşturmak için başvurdukları yöntemler tüm dünyada birbirine çok benzeşir:
En başta yargı kurumlarına el atılarak, buralarda tam bir hâkimiyet sağlanmak istenir. Yargıya yukarılardan (kapalı kapılar ardından değil) doğrudan kamuoyuna önünde talimatlar verilir. Bundan iki tür sonuç umulur; birincisi tüm toplumda “başıma her an her şey gelebilir” korkusu ve sinme yaratılır. İkincisi; yargı birimlerine, kendilerinden beklenenleri uygulamaları zorunluluğu hissettirilir. Bu durumlarda korkanların, yaşanmış örnekler üzerinden bolca gerekçeleri de zaten vardır.
Toplum korku ile sindirilince sonuçta tüm yazar-çizerler ve sosyal medya kullanıcıları da kendilerine çeki-düzen vermek, “otosansür” uygulamak zorunda kalırlar. Demokratik eleştiri hakkı sınırları içinde bile olsa, gerçek düşünce ve duyguların paylaşımı böylece engellenmiş olur.
Eleştirel duygu ve düşünceler korku ve sinme sebebiyle yeterince yayılamayınca, “herkesin sustuğu yerde bir ben miyim kahraman?” diyen kalabalıklar git gide daha pasif ve kabullenici hale gelir.
İyice pasifize edilen (artık muhalif diyemiyoruz) ‘hoşnutsuz’ kesim yasal demokratik haklarını kullanmayı akıllarına dahi getiremez olur. Dahası, internet ve sosyal medya mecralarında fikren onayladıkları paylaşımları dahi “beğenme” (like) eyleminden kaçınır insanlar.
Pasifleşen hoşnutsuzlar zaman içerisinde kendilerini bir nebze meşgul ve mutlu edecek diğer aktivitelere, masum sosyal medya meşgalelerine ağırlık vermeye başlarlar. Ülke gündemini takip etmekten dahi uzaklaşan bu kesim, kendilerine sorulduğunda “çok canım sıkılıyor, kızıyor ve üzülüyorum, bu yüzden artık gündemi de takip etmiyorum” dedikleri bir döneme evrilirler.
KİTLESEL ANKSİYETE
Korku kişide, herhangi bir anlık dış tehdit oluşmadan meydana geldiği takdirde buna “anksiyete” deniliyor. Korku ile sindirilme sonrasında kişiler, aslında pek tehlike oluşturmayacak uyarıcıları da önemli risk olarak algılamaya başlayabiliyorlar. Böylece korku toplumu esir almış hale gelebiliyor ve “kitlesel anksiyete” durumları yaşanabiliyor. Örneklere bakalım:
Ülkede insanlar önceleri “bir koy beş al!” gibi umut vaatleri ile dolandırılırken, artık bu iş de ‘korku’ duygusu uyandırılarak yapılıyor. En eğitimli, en aklı başında oldukları varsayılan kişiler bile “savcılıktan/polisten arıyoruz, terör örgütleri ile telefon trafiğiniz tespit edildi” vb. denildiğinde varını yoğunu götürüp dolandırıcılara teslim eder hale getirildiler.
Günlük hayat mücadelesinde olan en sıradan insanlar bile telefonunun dinlendiğini düşünüyor. Sokakta mikrofon uzatılanlar ya koşarak uzaklaşıyor, ya da konuşmaya başlarken “isterlerse içeri atsınlar, söyleyeceğim…” diye söze başlıyor.
Telefonda veya arkadaş sohbetlerinde bile sert eleştirel cümleler kullanmaktan korkar hale geldi insanlar. “Paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez” özlü cümlesinde olduğu gibi, bu insanların korkularının dayanağı olan olayların yaşanmadığı da söylenemez üstelik.
KORKUNUN PANZEHİRİ
Pasif hoşnutsuzluk süreci, olası çözümlerden kişinin kendini yalıtma davranışını pekiştirir. Korkuya teslim olunduğunda ‘birilerinin’ gelip kurtarması ümit edilir, ancak her bir birey kendisini o ‘birileri’ içinde görmez hale gelir. Bireysel korku ve sinme davranışı çözüm üretemez, tersine baskının kökleşmesine katkı sağlar.
Peki, bireylerin ve kitlelerin tüm davranışlarına işleyen bu ‘korku’ yenilmez ve baş edilmez midir? Tarih ve bilim bize net olarak gösteriyor ki, öncelikle korkulan şeyin korkulacak kadar güçlü olmadığını bilmekle başlıyor her şey. Bunun için öncelikle sinme, kanıksama ve içe kapanma davranışlarından silkinerek kurtulmak gerekiyor.
Korkutanın amacına ulaşması, saldığı korkunun karşılık bulması ile gerçekleşebilir ancak. Korkunun çaresi ise toplumun aktif cesaretidir ve toplum da bireylerden oluşur. Kendisi de bir ‘korku’ sebebiyle içeride tutulan Selahattin Demirtaş “korkunun panzehiri, pratiğe geçmiş cesarettir, gerisi laf kalabalığıdır.” diyor.
İçimizdeki korkuyu tanımak, buna teşhis koymak; korkunun esaretinden kurtulmanın ilk adımıdır. Pratiğe geçmiş cesaretin yaygınlaşması, korkutanın kâbusu olacaktır.