Din İstismarı ve Provokasyonlarda Tam Gaz!

Seçimleri üç hafta kala yasa, etik, kural ve vicdan tanımadan her argümana başvuran AKP inanç istismarı ile provokasyonlarda rekorlarını zorluyor. Son olarak Erdoğan Sultan Ahmet’te kıldığı Cuma namazı sonrasında cami avlusunda seçmene seslendi. Sıradan bir Cuma namazı sonrası konuşmasından öte tam organizeli bir seçim mitingiydi bu.

Arapça ayetler okuyarak başladığı konuşmasında kalabalığa “şu anda muhalefet ne diyor? Gelince Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldıracaklarmış. Yerine inanç bilmem ne başkanlığı diye bir şey kuracaklarmış,” dedi. Kalabalıktan “yuh” sesleri yükselmesinden aldığı moralle; “kardeşlerim, tabii yuh yetmez. 14 Mayıs’a kadar gece gündüz çalışacağız ve onları siyasi mevta haline getireceğiz” diyerek cami cemaatine ve seçmenine siyasi görev talimatını da verdi!

İktidar adayı Millet ittifakının Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmak gibi bir vaadi olmadığını Erdoğan da çok iyi biliyor. Ancak seslendiği kitlenin iddianın doğruluğu veya yanlışlığını teyit etme gibi bir dertlerinin olmadığını bilmekten aldığı özgüvenle, gerçeğe aykırı sözleri rahatça sarf edebiliyor. Erdoğan bu sözleri söylerken, mevcut diyanet’in kapatılmasını isteyen partinin lideri aslında uzakta değil, tam yanında duruyordu. Bunu anlamak için, Cumhur ittifakındaki Hüdapar’ın Parti Programına bakması yeterli olacaktı.

SPORDA SİYASET OLMAZ AMA SİYASETTE DİN OLUR!
Erdoğan siyaseti ve seçimleri kişisel bir savaşı olarak görüyor, bunun için denemeyeceği, yapmayacağı şey yok. Hile, tuzak, kumpas, kandırmaca da savaşın yöntemleri arasında görüldüğünden (Makyavelizm) hepsine de başvurmaktan kaçınmıyorlar. Statlarda muhalif slogan atıyorlar, “spora siyaset karıştırıyorlar!” diye maçları seyircisiz oynattılar. Bunlara rağmen, siyasetin caminin ve inancın tam içine sokulmasının topluma garip gelmemesi, toplumun bir kesiminin ilkesizliğinden olabilir mi?

25 yıl önce "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" gerekçesiyle hüküm giydiği şiirde “minareler süngü, kubbeler miğfer; camiler kışlamız, müminler asker” deniliyordu. Erdoğan’ın cami bahçesinde siyasi miting yapmasına Cem Toker’in Twitter’daki “25 yıl önce okuduğu şiirde vurgulamıştı….” yorumu cuk oturmamış mı?

HİZBULLAH HÜDAPAR'IN TA KENDİSİ
Erdoğan’ın “tamamen yerli ve milli bir yapı” ilan ettiği Hüdapar ile Hizbullah ilişkisi tartışılırken, 183 vatandaşın katili 58 Hizbullahçı katilin sessiz sedasız serbest bırakıldığını öğrendik. Hüdapar ile AKP işbirliği aslında bu seçimlerde ortaya çıkmadı. Daha önce de; 2018'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı ve 2019 yerel seçimlerinde AKP adaylarını destekleyeceklerini açıklamışlardı. Hizbullahçı katillerin tahliyelerinin tam da bu seçim dönemlerine denk gelmesi (!)bu kirli işbirliklerinin sonuçlarından olduğu söyleniyor.

Hüda-Par’ı “milli ve yerli” ilan ederek, Hizbullah ile aralarındaki açık ilişkiyi ortaya koyan haberlere erişim yasakları çıkartarak, bu partinin terör örgütü uzantısı olduğu gerçeğini unutturmaya çalışıyorlar. Oysa bu durum hiç de gizli saklı değil, çok açık ortada. Gazeteci Murat Ağırel “Hizbullah Hüdapar’ın kendisi” başlıklı yazısında bu ilişkiyi tüm detaylarıyla yazdı.

MEMLEKET PARTİSİ GENÇ PARTİ DENEYİMİNİ HATIRLATIYOR
Seçimlere giderken Muharrem İnce’siz haftalık yazı olamıyor maalesef! Bu ülkede buna benzer vakayı daha önceleri de deneyimlemiştik. Cem Uzan’ın Genç Partisi 2002 seçimlerinde renkli propagandalarla hem iktidara hem de muhalefete tepkiyi kullanıp yüzde 7,25 oy almayı başarmıştı.

Cem Uzan’ın siyasal yelpazedeki yeri ve dayandığı siyasi gelenek neydi, tam olarak ne vaat ediyordu, bunları bugün hatırlamıyoruz. Koalisyon iktidarının memnuniyetsizlerinden aldığı oylar azımsanamayacak oranda olsa da Genç Parti seçim barajını tabi ki geçemedi. Cem Uzan’ın oyları AKP’nin işine yaradı. Toplam oyların üçte birini (% 34) alan AKP bu sayede Meclisin üçte ikisi (550’nin 363’ü) kadar milletvekili çıkarmayı başarmıştı.

Muharrem İnce’nin bu tarihi hatasından döneceği bir müddet umut edilmişse de adaylıktan çekilmeyeceği neredeyse netleşti. Çıktığı yayınlarda hırsının aklının önüne geçtiği, konuştukça kendisine duyulan öfkenin nefrete dönüştüğü ve desteğinin zaman içinde azaldığı görülüyor. Ancak yine de, kafası karışıklardan bir kesiminin tepki oylarını alarak seçimi ikinci tura bırakma amacına ulaşması olasılığı mevcuttur.

İKİNCİ TUR CİDDİ RİSKLER BARINDIRMAKTADIR
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması olasılığı, Erdoğan’ın tüm yatırımını üzerine yaptığı ideal seçeneğidir. İki seçim arasındaki 15 günde ülkede ne sıkıntılar yaşatılabileceğini ciddi olarak hesaba katmak gerekmektedir.

Siyasette hilekârlığın ve ikiyüzlülüğün kitabını (Makyavelizm) yazmış meşhur devlet adamı Niccolò Machiavelli siyasetten etkin sonuç almak için “iyiliği zamana yay, kötülüğü bir anda yap” diyor. Machiavelli kaos ve belirsizlik durumlarında insanların devlete, egemene ve (sözde) istikrara sığınma eğiliminde olduklarını keşfetmişti.

Seçimin ikici tura kalması; mutlak gücü elinde tutan iktidarın ülkeye tüm imkânları ile abanacağı bir 15 gün demektir. Belirsizliğin egemen olduğu böyle bir durumda insanların [özellikle AKP’den kopan tabanın] ‘kaos riski’ hisleri ile ‘egemene’ sığınması olasılığı ciddi şekilde vardır. Nitekim Haziran2015 seçimlerinde tek başına iktidar olamayan AKP bu yöntemle Kasım 2015’te oylarını 9 puan artırarak amacına ulaşmıştı.

KILIÇDAROĞLU'NA YÖNELİK PROVOKASYONLAR DEVLET ZAAFIDIR
Erdoğan camide siyaset yaparken aynı gün Adıyaman’da mezarlık ziyaretinde Kılıçdaroğlu dua ederken, insanlık bilmeyen bir vatandaşın "Bu Fatiha okumayı bilmiyor ki, sen buna neden Fatiha okutturuyorsun?" şeklindeki provokasyonuna uğradı.

Mezarlıktaki bu saldırı sonrasında aynı gün Samsat'ta türbe ziyaretinde de Kılıçdaroğlu’na "Seni burada istemiyoruz" denilerek saldırı girişiminde bulunuldu. Son olarak ise Kahta'da AK Parti seçim bürosunun önünde CHP liderinin konvoyuna tekme ve yumruklarla saldırı gerçekleştirildi. Yaşananlar sonrası Kılıçdaroğlu Adıyaman programını iptal etmek zorunda kaldı.

Bu provokasyonların hedefi Kılıçdaroğlu yerine (bırakın yukarıdakilerini) herhangi bir AKP’li vekil adayı dahi olsaydı, neler olabileceğini tasavvur edebiliyor musunuz?

Ayrıca, Milli Savunma Bakanı ve AKP milletvekili adayı Hulusi Akar’ın Kayseri’deki seçim konuşmasında “vur de vuralım, öl de ölelim” sloganları atıldı. Devletin Bakanı ise “yok öyle şey, Devlet var!” demedi, “bekleyin, onun da zamanı gelecek” dedi.

Üç hafta sonrasının olası Cumhurbaşkanına bu saldırılar ve Milli Savunma Bakanına “vur de vuralım, öl de ölelim” sloganları çok ciddi risklerin göstergeleridir. Bu ve benzer gelişmeler; yaratılan siyasi kutuplaşmadan kaynaklı cüretin, ikili hukukun ve AKP emrinde refleksleri köreltilmiş devletin zafiyetinin sonuçlarındandır.

BİLDİĞİNDEN ŞAŞMAYAN AKP NEYİ TEMSİL EDİYOR?
Yaşadığımız büyük deprem felaketinde yabancı ülkelerin çok önemli destekleri henüz yeni olduğundan “bize düşman dış güçler” söylemini pek kullanamıyorlardı. Erdoğan daha fazla dayanamadı, "ABD'den Avrupa'ya ülkemize diz çöktürmek için bekleyen emperyalistlerin hepsi Bay Bay Kemal'in yanında saf tuttu" diyerek batı düşmanlığı kartını tekrar sahneye sürdü.

Eski ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek’i ikna çabaları ile mevcut ekonomi politikalarının yeni dönemde revize edileceğinin ipuçlarını veriyorlardı ki, bundan da vazgeçtiler. Ekonomide doğru bildikleri yoldan ayrılmayacaklarının sinyalini verdi Erdoğan. Son olarak; "Ekonomide sıkıntı varmış, yok, biz gayet iyi yolumuza devam ediyoruz. Faizi düşüreceğiz dedik düşürdük. Ne oldu, battık mı? " dedi.

AKP 21 yıllık iktidarında bir takım stratejik dönüşümler yaşadı ve özellikle son on yılda siyasi kimliğini, benliğini iyice oturttu. Oysa 2002 seçimlerine hazırlanırken ezber bozan bir hat tutturmuşlardı. Çok sesliliğe kucak açan, barış ve demokrasiyi temsil eden bir parti görünümü ile iktidara gelmişlerdi.

Bugünden bakıldığında ise AKP artık halkı değil devleti, tevazuu değil şatafatı, ezilen çoğunluğu değil bir avuç mutlu azınlığı, barışı değil kavga ve savaşı temsil ediyorlar. Ayrıca değişimi değil statükoyu, geleceği değil geçmişin karanlığını, refahı değil yoksulluğu, hukuku değil ceberutluğu, umudu değil kökleşmiş mutsuzluğu ve karanlığı temsil ediyor AKP uzun zamandır.

Katı despotik yönetimden uzaklaşma olasılıkları ve şansları çoktandır kalmadı. Dönülmez bir yola girdiler ve aksini yaparlarsa, demokratik bir ortamda iktidarda tutunamayacaklarını çok iyi kavradılar. Türk halkının onlara bu fırsatı bir kez daha vermeyeceğini ümit ediyoruz.