Tarihimizin hemen her döneminde çeşitli yasaklar ve yasaklamalar kendini göstermiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk yıllarından başlayarak, günümüze kadar yaşamımızı adeta zehir eden türlü yasaklar artarak yoluna devam etmektedir. Asırlardır sistemli bir yönetim şekli olarak sürdürülen bu yasaklar, ülke yönetiminde egemen olan muktedirlerin demokrasiye inançlarının olmadığını kanıtladığı  gibi halktan da ne ölçüde koptuklarının bir göstergesidir.

Örneğin Osmanlı Padişahı 3. Selim, kendinden önceki padişahlara kıyasla daha hoşgörülü olarak bilinen bir  padişahtı. Döneminde kaymak satan dükkanlarda  kadın ve erkeklerin  bir arada oturup sohbet etmelerinden önceleri   rahatsızlık duymazdı. Ancak birçok din adamının bu görüntüye itiraz etmeleri ve aynı  mekanda oturan kadın ve erkekler yüzünden KIYAMETİN yaklaştığını  söylemeleri üzerine, 3. Selim istemese de bu itirazlara kayıtsız kalmaz ve kaymak satan dükkanlara kadınların girişini yasaklar.

Padişah 3. Murat zamanında kadın ve erkeklerin bir arada kayığa binmeleri yasaklanır ve bu görüntünün zinaya neden olduğu kanaatine varılır. Bu absürt yasaklama ne yazık ki 1918 yılına kadar devam eder.

4. Murat döneminde yatsıdan sonra fenersiz olarak sokağa çıkılmasına yasak getirilir. Bu yasağa uymayanlar, gece vakti sorgusuz sualsiz öldürülürlerdi. Fenersiz sokakta dolaşılmasını padişaha karşı bir eylem planlaması  olarak görülürdü.

Yine Padişah 4. Murat döneminde tütün ve kahve içilmesine yasak getirilir. Özellikle tütün yasağına uymayanların KATLİNİN VACİP olduğuna dair, Şeyhülislam AHİZADE HÜSEYİN’in  fetvası da tarihimizde kara bir leke olarak  yerini almıştır.

Padişah İbrahim zamanında ise halkın araba ile dolaşması  yasaklanır. Hatta bir gün Padişah İbrahim bir üfürükçüye giderken karşısına çıkan bir arabaya  çok öfkelenir. Bunun üzerine sorumlu tuttuğu SALİH Paşayı üfürükçünün evine çağırıp, kendisini bir kuyu ipiyle boğarak öldürtür.

Kadın  ve genç kızlarımız tarihimiz boyunca sürekli yasaklar ve dışlanmışlıklarla karşı karşıya kalmışlardır. Havaların ısındığı bahar ve yaz aylarında mesire alanlarına giden kadınlara katı bir yasaklama getirilmiştir. Padişah I. Mahmut döneminde bu konuyla ilgili olarak bir ferman çıkartılmıştır. Ferman aynen şu ifadeleri içerir: “Bundan böyle kadınların mesire yerlerine arabalarla gitmeleri yasaklanmıştır. Yasağa uymayan kadınlar ile, kadınları götüren arabacılar şiddetle cezalandırılacaktır.”

Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde uygulanan yasaklamalardan, basın mensupları da paylarını almıştır. Örneğin 25 Kasım 1864 de çıkartılan Matbuat Nizamnamesi’nde, “Hangi dilde olursa olsun, siyasete ve yönetime yönelik yayın yapmak isteyenler, saraydan izin almak zorundadırlar.” biçiminde talimat yer almıştır. Bu nizamnamenin Tanzimat döneminde, yani yenilikçi ve sözde Batı normlarını öngören bir dönemde çıktığını da özellikle anımsatmak isterim. Bu nizamnamenin hemen ardından, yani 1867 yılında çıkartılan ALİ KARARNAMESİ ile, hükümete gerek görülmesi halinde bütün gazeteleri süresiz kapatma yetkisi verilir.

Padişah Abdülhamit’ten sonra ilan edilen 2. Meşrutiyet döneminde yürürlükteki bazı yasaklar bir ölçüde hafiflese de bu cılız özgür ortam 1909 yılında yürürlüğe sokulan Matbuat Kanunu ile yeni yasakları gündeme getirir. Bu yasaya göre, herhangi bir  yerel veya ulusal gazetenin  çıkartılması sarayın iznine tabi tutulur.

Yaşanan bunca kaos dönemlerinden sonra, Türk basınının tam anlamıyla özgür bir ortama kavuştuğu dönem, hiç kuşkusuz  Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki Cumhuriyet Türkiyesi’dir.

Atatürk’ün ölümünden kısa bir zaman sonra Türkiye çok partili bir döneme geçiyordu. Görünürde demokrasinin egemen olduğu bir dönem olarak tanımlanan bu dönem, demokrasi adına aldatmacadan öteye geçemiyordu. Çok partili dönemin iktidarı olan Demokrat Parti, dışarıda Amerika Birleşik Devletleri ile dostane ilişkiler kurarken, içeride farklı seslere karşı düşmanca yaptırımlardan geri durmuyordu. Kendisine muhalefet eden siyasi partilere, sendikalara, üniversite öğrencilerine, çeşitli sivil toplum kuruluşlarına orantısız baskılar ve yasaklamalar, Demokrat Partinin bir karakteri haline geliyordu.

Gelelim bütün dünyanın ürkerek ve şaşırarak izlediği 2002 yılından sonraki Türkiye’sine.

20 yıldan fazla devam  eden AKP iktidarı, ülkede yaşayan insanların belirgin biçimde ayrıştırıldığı, birbirlerine düşman edildiği, iktidara yakın olanların ihya edildiği, karşı olanların dışlandığı bir  Türkiye yaratmayı başarmıştır. İnsan, doğa  ve hayvan haklarına yönelik evrensel duruş sergileyenlerin yıllarca kodeslerde tutulduğu, iktidara jurnallik yapanların el üstünde taşındığı bir dönem yaratılmıştır.

Hırsızlık, ülkenin zengin doğal kaynaklarının talan edilmesi, faili meçhul cinayetler olağanlaştırılmıştır.

İktidarın yönetim tarzını eleştirenlerin varacakları adres Silivri ve benzeri mekanlar olmuştur.

Genç bir kadınımızın sokak röportajı sırasında yapmış olduğu  eleştiriler yüzünden tutuklanıp hapse atılması  kolay kolay hafızalarımızdan silinmeyecektir.

AKP iktidarının hoşuna gitmeyen her haberin yasaklanması ve arkasından bu haberlerle ilgili yayın yasaklarının getirilmesi, yine AKP yönetiminin olağan hamleleri arasında yer almıştır. 

Görüleceği gibi, demokrasinin unsurlarına tahammül edemeyenlerin başvurdukları yöntem her zaman YASAKLAR ve YASAKLAMALAR olmuştur.