İki emekli emniyet müdürünün rütbelerinin hukuksuz şekilde sökülmesi ve bazı haklarının ellerinden alınması konusu birkaç muhalif kanalda bir iki gün konuşuldu ve gündemden düştü. Gelişmeleri kısaca anımsayalım. Önce CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'na destek mesajı paylaştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatılan İstihbarat eski Daire Başkanı Sabri Uzun'un rütbeleri 11 Haziran 2022’de söküldü. Ardından da Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Dairesi eski Başkanı Hanefi Avcı’ya 20 Haziran 2022’de aynı işlem uygulandı.

Peki bu soruşturmalar neden başlatılmıştı? Uzun CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı getirilmesini eleştirmişti. Hanefi Avcı ise Selahattin Demirtaş ve benzerleri hakkındaki AİHM kararlarının uygulanması gerektiğini söylemişti.

Her iki işlemin de 7145 sayılı Kanun'un 26'ncı maddesi ile 375 sayılı 'KHK’ya eklenen geçici 35'inci maddesi gereğince yapıldığı açıklandı. Kararların tebliği ile birlikte her iki emekli Emniyet Müdürünün polis kimliklerine ve beylik silahlarına el konuldu, pasaportları iptal edildi.

'TERÖR ÖRGÜTLERİ İLE İRTİBAT' MI TESPİT EDİLMİŞ?
Bu kararların; emekli de olsa emniyet mensuplarının “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin rütbeleri ilgili Bakanın onayıyla alınır” hükmünü içeren KHK’ya dayandırıldığı görüldü. Dikkat edilirse KHK “iltisakı veya irtibatı olanların” demiyor, böyle denmiş olsaydı mahkeme kararı aranırdı. “Böyle oldukları değerlendirilenlerin” deniliyor. Bu “değerlendirmeyi” kim yapıyor? Siyasetin göbeğindeki İç İşleri Bakanı!

Bu KHK 30 Temmuz 2018 tarihinde 3 yıl için çıkartılmıştı, 2021’de süresi dolduktan sonra bir yıl daha uzatıldı ve bu ayın sonunda (uzatılmazsa) süresi yine doluyor. Benzer eleştirilere açıktan bir gözdağı amacıyla, KHK’nın süresi dolmadan işlemlerin hızla başlatılıp bitirildiği anlaşılıyor. Bu iki eleştiri “terör örgütlerine ve devlet güvenliği aleyhine yapılarla irtibat”ın delili kabul edilebilir mi? Onlar da zaten delile ihtiyaç duymuyorlar, hukuk işletiliyormuş gibi yapıyorlar, hepsi bu!

Uzun yıllar devletin en kritik birimlerinde görev yapmış iki meslektaşıma yapılan bu muamelenin (sözde) dayanağına dikkat çekmek isterim! Bu iki ismin devlet güvenliği aleyhinde olan yapılara üye ve iltisaklı değilseler bile “bunlarla irtibatlı olduklarıdeğerlendirilmiş! Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağının ve AİHM kararlarının uygulanmamasının eleştirileri, “suç örgütleri ile irtibatlı” değerlendirilmeleri için yeterli görülmüş! Eğer istenirse bu kriterin (ya da kritersizliğin) uygulanmasından muaf olabilecek tek bir insan kalır mı bu ülkede?

Terör örgütleri ve benzer oluşumlarla yıllarca mücadele etmiş emekli emniyet mensuplarıyla böyle uğraşan koca devletimiz, terör örgütünü açıktan öven bir kamu görevlisine ne yapmaz ki, değil mi? Bu soruya yanıt vermeden önce, aynı günlere denk gelen bir başka gelişmeye bakacağız.

TERÖR ÖRGÜTÜ ÖVGÜSÜ 'FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ' SAYILDI!
Kesinleşmiş mahkememe kararlarına göre Hizbullah Gaffar Okkan dâhil yüzlerce cinayet işlemiş, eli kanlı bir terör örgütüdür. Bir vatandaşın ve hele ki kamu görevlisinin bu terör örgütünü açıktan övmesi de yasalara göre açık bir suçtur. Ancak bizim ülkemizde bir eylemin suç olup olmadığına karar verme kriteri yalın hukuk değil ne yazık ki.

Diyarbakır Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı M.T. Hizbullah terör örgütünü övücü birçok paylaşım yaptı. Örneğin “Hizbullah’ın en büyük hizmetlerinden biri, Gaffar Okkan gibi bir dangalağı öldürmekmiş!” tweeti attı ve beraat ettirildi. Mahkeme gerekçesinde "Paylaşımların cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek, övecek veya teşvik edecek nitelikte olmadığı, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı..." değerlendirilmesi yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı ise Hizbullah propagandasından ötürü bir günlük maaş kesme ve Okkan'a hakaretten kınama cezası verdi, evet, sadece bu kadar!

Benzer ikili hukuk sitemine örnekler saymakla bitmez. Canan Kaftancıoğlu "önümüzdeki seçimde bir erken seçimle veya başka bir şekilde, iktidar değişikliği değil bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum" demişti.“Muhalefet iktidarı ve rejimi darbe ile değiştirme planları yapıyor” deyip derhal adli soruşturmalar başlatılmıştı. SADAT’ın yöneticilerinden Ersan Ergür “Bu vatanı Türkiye düşmanları ile iş birliği yapanlara sandıkta teslim etmeyiz” diyerek açıktan darbe çağrısı yaptı, bir savcı çıkıp “sen ne demek istiyorsun?” diyemedi!

Hukukun politik pozisyona göre açıktan farklı işlemesi durumu olan “İkili Devlet” kavramının teorik çerçevesini biraz açmakta yarar görüyorum.

İKİLİ HUKUK İKİLİ DEVLET
“İkili Devlet” kuramını bilimsel çerçevede ortaya koyan yazar Ernst Fraenkel ikinci Dünya Savaşı döneminde Almanya’daki rejimden kaçmak zorunda kalan Yahudi bir bilim insanı. Fraenkel sürgünde yazdığı “İkili Devlet” isimli kitabında hukuk devletinin çözülüşünü ve onun yerine geçen olağanüstü rejimin mahiyetini irdeliyor. Mahkemelerin bu süreçte oynadıkları etkin rolü ve Yeni Almanya’nın “anti-hukukunu” inceliyor.

Bu sistemde kurumsallaştırılan ikili yapı devletin (aslında iktidarın) ihtiyacına göre işletiliyor. Bir yanda kendi koyduğu yasa ve kurallara bir ölçüde uyan ve kitabına uyduran “Norm (kural) Devleti” var. Diğer yanda siyasi icaplara göre verdiği keyfî kararlarla yöneten ve herhangi bir normla kendini bağlı saymayan “Tedbir (önlem) Devleti” bulunuyor. İkili devlet, bu iki sistemin yan yana var yürütüldüğü bir rejim.

Fraenkel 80 yıl önce yazdığı kitabında; iç karmaşaları “Allah’ın lütfu” olarak gören bir iktidarın marifetlerini, anayasal düzenin “olağanüstü hal” adı altında ve kararnameler yoluyla nasıl tarumar edildiğini ele alıyor. Mahkemelerin denetim yetkilerinden adım adım vazgeçişlerini, tüm bunlarla nasıl bir “yeni rejim” üretildiğini inceliyor.

TEDBİR DEVLETİ VE NORM DEVLETİ
Tedbir Devleti” hukuku değil kendi siyasi varlığını önceliyor. Hukuk normlarına tabi olmaksızın somut durumun icapları uyarınca siyasi kararlarla hareket ediyor ve (daha önemlisi) bunu alenen yapıyor. Dolayısıyla hukuk denetimine tabi olmaksızın resmi işlemler tesis edebilen ve bunları istediği gibi değiştirebilen aleni bir güçten söz ediyoruz. Bunları yaparken “derin devlet” gibi örtülü bir operasyon aygıtına da ihtiyaç duymuyor.

Norm (kural) Devleti” ise (tedbir devletinin dokunmadığı olağan yaşam alanlarında) yazılı hukuku yok görmeyen sistemi ifade ediyor. Siyasal güvenlik kapsamına henüz sokulmamış konularda yasalar var olmaya, iyi kötü uygulanmaya devam ediyor. Yani norm devleti, olağan işleri usulünce yürütmeye çalışan ortalama nizami bir sistem. Nisbi bir normallik görüntüsü devam ettirilmiş oluyor.

Böylece olağan işlemlerin kurallara göre yürütülmesinin yanı sıra, olağanüstü işlemlerin de hukuk kisvesinde yürütülüyormuş gibi görünmesi sağlanıyor. “Hukuki süreç devam ediyor”, “mevzuata uygun” veya “bağımsız yargının takdiri” denilebiliyor. Bu iki sistem yan yana, gayrı resmi işbölümü kural ve mekanizmaları ile yürütülüyor. İnandırıcı olmayabilir, ama rejimin bu tür bir yasal meşruiyet görüntüsüne muhtaç olduğu anlarda hiç yoktan iyidir!

İKİLİ SİSTEM TEDBİR DEVLETİNİN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANIR
İkili devletin işleyişi, (gerekli gördüğü takdirde her konuya müdahale edebilmesi anlamında) tedbir devletinin üstünlüğüne dayanır. İkili devletin yönetim mantığı, sonuçta devletin ve iktidarın siyasal güvenliği ve bekası üzerine kurgulanmıştır. Fakat siyasal güvenliğin nerede başlayıp nerede bittiğine, neyin beka meselesi olduğuna ve gerekli tedbirin mahiyetine de yine tedbir devleti karar verir. Yani “baki” olan “Tedbir Devleti”dir!

Yargının bir sistem olabilmesi için gerekli koşullarından biri öngörülebilirliktir. İkili devlet rejimi pekiştikçe, norm devletinin tedbir devletine (yani hukukun güce) adaptasyonu artar ve öngörülmezlik kanıksanır hale gelir. Mahkemelerin belli vakalarda hukuki öngörülebilirliği hiçe sayan kararlar verebileceği gerçeği daha “öngörülebilir” hale gelir.

İkili devlet sisteminde iktidar ve ona yakın olanlar için başka bir hukuk, onlara mesafeli olanlar ve eleştirenler için ise tamamen farklı bir hukuk uygulanır. Terörü övmenin ya da siyasal eleştirilerin mahkemeler tarafından suç sayılıp sayılmamasına tedbir devleti karar verir. Sonuçta demokratik eleştiri suç kabul edilirken terör örgütü övgüsü ifade özgürlüğü kapsamına sokulabilir.

Sabri Uzun ve Hanefi Avcı haklarındaki kararları iptal etmek için tabi ki yargıya gidiyorlar. Böylesi bir sistemde yargının olası kararının öngörülemeyeceğini bildikleri halde başka çareleri de yok! İşlemeyen Norm Devleti hukukundan ümidi kesmenin, Tedbir Devleti’nin hukuksuzluğunu ve cesaretini pekiştireceğini biliyorlar çünkü.