2 Ekim günü Ankara’da bir eğlence mekânında üç zanlı istedikleri şarkıyı çalmadığı gerekçesiyle tartıştıkları müzisyen Onur Şener’i öldürdü. Cinayeti işleyenler mafya tetikçisi değil devlette görevli kişilerdi ancak adli sicilleri hiç de parlak değildi. İkisi Çalışma Bakanlığı müfettişi, biri Türk Havacılık ve Uzay Sanayii TAİ’de mühendisti. Anlık bir öfke ile değil de kapıda beklenerek planlı işlenen cinayet kamuoyunda çok sert tepki buldu. Onur Şener'in iki çocuğundan birisinin, ölen arkadaşından yadigar evlatlığı olması yürekleri daha da burktu.
Bu olay değerlendirilirken, yaşadığımız sosyal ve siyasal iklimin rolü hesaba katılmadan yapılacak tahliller hep eksik kalacaktır. Sanata ve iyiliklere sahip çıkılmadığı, psikolojik ve fiziksel vandallığın önünün iyice açıldığı, bir kesim için cezasızlığın yaygınlaştığı bir dönem yaşıyoruz. Bu olayın failleri kendilerini herkesten üstün gören, siyasal dönemin yüreklendirdiği şımarık, vicdansız, empati yoksunu yoz kültürün nihai ürünleridir. Bu katillerin cüretkârlığında, nefretin her alanda yükseltildiği toplumsal ortamın etkisi de sorgulanmalıdır.
Bu olay cinayetle değil de bir yaralamayla bitseydi, bu “seçkin kamu görevlilerinin” başlarına belki de hiç bir şey gelmeyecekti. ‘Bir yerlerden’ gelecek bir telefonla belki de daha o gece evlerine gönderilecekler, yaptıkları yanlarına kalacaktı muhtemelen. Yaşadığımız ikili hukuk sistemi olmasaydı, şanslı (!) bir kesiminin rahatça yararlandığı “cezasızlık” algısı bu denli taban bulmayacaktı. Hukukun tam işlediği bir ülkede olsaydık bu saldırganlar böyle bir eyleme belki de hiç yeltenemeyeceklerdi.
Bu yorumlarım tabi ki birer spekülasyon, ancak ülkenin getirildiği durum toplumda bu kanaatlerin oluşmasına haklı bir zemin oluşturmuyor mu?
BENZER OLAYLAR NEDEN ÇOĞALIYOR?
Bu müzisyen cinayetinden hemen sonra daha farklı boyutta bir şiddet olayı basına yansıdı. Adalet Bakanlığı’nda Daire Başkanı olan Hâkim Serkan Tüzün’ün eşini silahla vurduktan sonra intihar ettiği haberini aldık. Hâkim olmadan önce Alperenlerin Genel Başkanlığını yapan Tüzün 12 yıldır eşine şiddet uyguluyormuş. Öldürülen İlksen Tüzün’ün annesi yaptığı açıklamada “İçip içip benim kızıma işkence ediyordu. Adam psikopattı, hastaydı. ‘Tedavi ol’ dedim ama; ‘ben hasta değilim’ dedi, kabul etmedi” dedi.
Yine geçtiğimiz günlerde bir uyuşturucu şebekesi lideri savcı olayını duymuştuk. Yazımın ana konusu olan toplumsal şiddet olgusu ile doğrudan ilgili olmasa da, son dönem adli ve idari kamu yöneticilerinin suça iştirakleri ayrıca irdelenmesi gereken bir konudur. Yakın dönemde FETÖ sonrası boşalan kadrolara atanan kamu yöneticileri ile hâkim ve savcıların seçiminde ne tür referansların ve siyasal kriterlerin etkili olduğu konusu yaygın olarak biliniyor. Siyasal iktidar koalisyonuna yakın adaylar mesleğe kabul edilirken adayların psikolojik, sosyal ve hukuki yeterlik kapasitelerinin pek dikkate alınmadığı anlaşılıyor.
Neredeyse hergün karışımıza çıkan benzer olayların sıklığının toplumsal sebep ve kökenlerini irdelerken Türk toplumunun duygu durumunu göz ardı etmemek gerekir.
TÜRK HALKI ÖFKELİ
Dünyanın önde gelen araştırma şirketlerinden Gallup’un 2021’de 122 ülkede yaptığı ‘Duygular Anketi’ne göre Türkiye öfke, stres ve üzüntü seviyelerinde dünyada ilk üçte konumlandı. Türkiye öfkede Lübnan’ın ardından ikinci, üzüntüde ise Afganistan ve Lübnan’ın ardından üçüncü oldu. Lübnan korkunç bir ekonomik kriz ve tam bir sefalet içinde. Afganistan ise yeni iç savaştan çıktı ve Taliban’ın baskısı altında inliyor. Türkiye’nin bu iki ülkeyle aynı kategoride olması şaşırtıcı değil mi?
Yine aynı araştırmaya göre ülkemizde bir mutluluk kırıntısı da yok! Mutlu hissetmekte dünya 120’ncisi, gülümsemekte dünya 121’incisiyiz. Kısacası ülke halkının duygu durumu berbat!
Bu olumsuz atmosfer ve duygu durumu insanlarda güvensizlik ve dışlanmışlık duygularını besliyor. 33 OECD ülkesi arasında güvensizlikte en altlarda, 30’uncu sıradayız. Türkiye’de başkasına güvenenlerin oranı yüzde 14. Bizden sonra yüzde 13 ile Malezya, en sonda ise yüzde 11 ile Brezilya var. Bu durumun sebepleri olarak, duygusal politik kutuplaşmanın yüksek olduğu toplumlarda güvensizlik ve dışlanmışlık hislerinin yüksekliği gösteriliyor.
Duygusal politik kutuplaşma; karşı parti taraftarından hoşlanmamayla başlayan, zamanla ona olumsuz kişilik atfetmeye evrilen duygular yelpazesini geliştiriyor. Sonuçta her iki taraf da karşısındakini kötü niyetli diye görüyor ve durum nefrete kadar gidiyor.
TOPLUMSAL ŞİDDETİ BESLEYEN ETMENLER
Şiddet tek bir nedene bağlı olarak açıklanamayan kompleks bir olgudur. Uzmanlara göre insandaki saldırganlık ve bunun şiddete dönüşmesi, kişinin psikolojik ve toplumsal gelişiminin, nörolojik ve hormonsal yapısının etkileşimiyle ortaya çıkıyor. Doğal bir olgu olmaktan çok insanlığın ürettiği tarihsel, evrensel ve toplumsal (din, gelenek, kültür gibi) boyutları vardır. Bu yüzden de şiddet olgusu hukuk, siyaset, teoloji, sosyal antropoloji, psikoloji ve sosyoloji gibi bilim dallarının alanlarına girmektedir.
Dünya çapında 49 toplum üzerinde yürütülen bir araştırmada sosyal şiddet ve anti-sosyal davranışın ortak bir tablosu oluşturulmaya çalışılmış. Araştırmacılar, sosyal şiddeti yaratan yedi unsur belirlemişler. Bunlar: 1- Ferdi gelir eşitsizliği 2- Siyasi şiddet 3- Bolluk 4- Sosyal hareketlilik 5- Sosyo-kültürel heterojenlik (farklılık) 6- Sosyal değişme oranı 7- Nüfus büyüklüğü olarak belirlenmiş.
Yine aynı araştırmaya göre bu yedi unsur ile ilişkili olarak toplumlarda sosyal şiddetin ortaya çıkması belli aşamalardan sonra görülüyor. Toplumsal gelir eşitsizliği arttıkça toplumsal şiddet seviyesi de artıyor. Bu eşitsizlikler sosyal, etnik, dinsel, dilsel, kastsal, cemaatsel, kültürel ve sınıfsal gruplar arasındaki ilişkileri ve gerginlikleri biçimlendiriyor. İktisadi çıkarlar ve anlaşmazlıklar siyasallaştıkça toplumda gerginlik, çatışma ve şiddet de yaygınlaşıyor.
Öğrenilebilen bir davranış olan şiddetin en önemli öğrenme kaynağının aile olduğu tespit edilmiş. Aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerde şiddet eğilimi artıyor. Şiddetin toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da şiddetin sosyal kabulünün sebeplerindendir.
Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin yetersizliği, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce suçlamalar, hatalı namus ve ahlak anlayışları da şiddetin sosyal nedenleri arasında sayılıyor. Yoksulluk, hayat karşısında şanssızlık hissi, bireysel nitelik yoksunlukları gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddetin sebeplerinden görülüyor.
SOSYAL MEDYA VE SOKAK TETİKÇİLERİ
Gelişimini tamamlayamamış ülkelerde bireysel ve toplumsal normlar arasındaki uyuşmazlık (anomi) nedeniyle çeşitli uyumsuzluklar ve sorunlar yaşanıyor. Yabancılaşma, kendini boşlukta hissetme veya değersizleşme duyguları ile beslenen toplu öfke, toplumun alt kesimlerinde ani şiddete dönüşebiliyor.
Büyük değişimlere uğrayan gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan, fakat henüz yapıcı ve yaratıcı hedeflere yöneltilmemiş sosyal enerji, çeşitli şiddet türlerine bürünebiliyor.
Siyasal kutuplar arasındaki nefret de topluma çok zarar veriyor. Politik öfke karşı grubun liderinden çıkıp onun siyasal tabanına atfedildiğinde, toplumsal yapıda yarılmalar oluşuyor. Böylece giderek daha öfkeli, stresli, mutsuz bir toplum oluşuyor. Toplumsal şiddet eğilimi; kendine karşı şiddet (intiharlar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı vb.), kadına şiddet, doktora şiddet, sokakta hayvana şiddet, trafikte şiddet, kavga ve kaba güç gösterileri olarak karşımıza çıkıyor.
Fikirsel birikim ve donanıma sahip olmayanlar her tür fikirsel çatışma durumlarında sözlü, yazılı ve/veya fiziki şiddeti tek seçenek olarak görüyorlar. Tetikçi trollerin sosyal medyada, siyaset emrindeki çakalların sokakta başvurduğu şiddet bu kültürün ve zihinsel kapasite yoksunluğunun açık yansımalarıdır.
Müzisyen Onur Şener’i de ölüme götüren tüm bu şiddet duyguları genel siyasal ve toplumsal iklimden besleniyor. Ve ne yazık ki bu eğilim kalıcı bir şiddet kültürünün kökleşmesine neden oluyor.