Kendilerini iktidar destekçisi konumunda gösteren bazı kişiler uzun bir süredir muhalifleri düşman olarak gördükleri ve günü geldiğinde hepsine şiddet yoluyla hesap soracakları yönünde paylaşımlar yapıyorlar. Son günlerde kopardıkları, muhalefetin darbe hazırlığı içinde olduğu gibi tümüyle asılsız iddialar sonrasında, şiddet söylemlerini iyice artırdılar. Son olarak Ülke TV’de Esra Elönü’nün programına katılan Sevda Noyan isimli kadın komşularının listesini çıkardığını söyleyerek tehdit etti. “15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık. Boş bulunduk. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim aile şöyle 50 kişiyi götürür. Biz bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak… Liderimizin yanındayız ve asla yedirmeyiz bu ülkede, onu söyleyeyim. Bizim hâlâ sitede böyle 3-5 var, benim listem hazır” demişti.
Ardından sözde gazeteci Fatih Tezcan çıtayı daha da yukarı taşıdı; “Karınızı, çocuklarınızı nasıl koruyacaksınız bizden? Erdoğan’ın bir damla kanına milyonlarca kan dökülür bu ülkede. Biz bir daha sokağa çıkarsak eğer kimleri toplayacağız, listelerden haberiniz var mı sizin? … zulalardan, listelerden, yaşanacaklarından haberiniz var mı?” dedi.
FETÖ’YE NEFRETTE YARIŞANLARIN ORTAK YÖNLERİ
Fetö’ye sözde çok ileri dozda düşmanlık konusunda birbirleri ile yarışan ifadelerde bulunanların geçmişlerine baktığınızda, nerdeyse hepsinin ortak bir yönleri var: Çok bağıran bu kişilerin ya Fetö örgütlenmesinin doğrudan içinden geldiklerini ya da illa bir yerlerde yollarının kesiştiğini görüyoruz. Komşularını infaz edeceği şeklindeki beyanıyla fikir özgürlüğünü kullanan geçmişi karanlık Sevda Noyan’ın, daha önceleri de hoca efendisine bağlılıklarını bildirdiği twetleri ortaya çıktı.
Konuşmanın şehveti ile cesarette sınır tanımadığını gösteren Sevda hanım, tepkiler üzerine “korkmuyorum…liderim Recep Tayyip Erdoğan… sonuna kadar yanındayım” diye biten twitler paylaştı. Böylece arkasını iyice sağlama alma çabasını pekiştirirken, kafası karışıp “bu kadar da olmaz canım” diyerek soruşturma başlatmayı düşünebilecek savcılara da, bu tehditleri kimi korumak adına savurduğunu hatırlatıyor gibiydi son twetleri ile. Nitekim 3 Mayıs’ta gerçekleşen bu olaydan 10 gün kadar geçmesine rağmen bu konu da ne bir savcı ne de RTÜK harekete geçmeyerek, benzer suçlar için yaratılan “defakto suçsuzluk alanının” sınırlarının gitgide hayli esnek olduğunu gösterdiler.
CEZASIZLIK MECZUPLARIN CESARETİNİ KÖRÜKLÜYOR
Böyle olunca, yaşanan iklimin ve esen rüzgârların lehlerine olduğunu düşünen meczuplar düşüncelerini ifadede sınır tanımazlar tabi ki. İçinde “lidere bağlılık” sözcükleri olması koşulu ile yasal olarak suç, vicdani ve ahlaki yönlerden ise gayrı insani tüm söylemlerini müthiş bir özgüvenle sıralamaktan çekinmiyorlar. Mermi dolu kavanoz fotoğrafları ile muhalif liderlerin adlarını vererek açıktan tehdit, içinde kalaşnikof olan beyaz toros görseli ile tüm demokratik kitle örgütlerini açıktan hedef göstermek serbest artık ülkede.
Cesaret, olası riskleri ve uğrayacağın zararları göze alarak doğru bulduğun şeyleri yapmak ve söylemek değil midir? Bu meczupların yaptıkları aslında cesaret gösterisi sayılamaz, çünkü ortada risk yok! Lideri desteklemek motifli her tür suç içeren söz ve görseli paylaşmak günümüzde bir cesaret değil, moda bir akımın içinde “gözü kara” görünmek, camialarında daha popüler olmak çabaları olarak görülebilir ancak.
PARTİ-DEVLET İKTİDARININ SİVİL ÖRGÜTLERİ
Parti hakimiyetindeki devletin de yol vermesi ile silahlanma eğilimi, İslamcılıkla milliyetçiliğin son dönemlerde daha da birleştirilmesi ile birlikte iyice arttı. Diyanet’in de tamamen partilileştirilmesi, AKP tarzı islamcılığı devlet eliyle besler hale geldi.
Bu amaçlar doğrultusunda SADAT ve Osmanlı Ocakları gibi çeşitli yapılar kuruldu, yer altı dünyasında bilinen bazı yapılanmalar da kendi gayeleri doğrultusunda yönlendirildi. Ceza evinden çıkartılan Sedat Peker Cumhurbaşkanlığı resepsiyonlarında görülür oldu. Peker’in tabana yaptığı silahlanma çağrıları ve muhaliflerin kanları ile banyo yapma gibi hayal gücünde sınır tanımayan tehditleri yargıdan ceza görmedi.
AKP ve TABANI LİBERALLİKTEN BUGÜNE NASIL EVRİLDİ?
Özellikle 2011’de başlayan Suriye savaşı sonrasında, Ahmet Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlıcılık” fikirlerini öne çıkarması ile birlikte AKP ve tabanında liberallikten radikalliğe bir dönüşüm yaşandı. Siyasal güç tam olarak ele geçirilince ve Suriye’deki radikal İslamcı muhaliflerin silahlandırılması ile birlikte AKP’de önemli dönüşümler yaşanmaya başladı. Özellikle parti yönetiminin tabanındakilerde ve iktidar imkanlarından nemalanan partizanlarda radikalleşme ve silahlanma merakı ve modasının arttığı görüldü.
15 Temmuz sonrasındaki süreçte AKP il-ilçe yönetimlerinde ağır otomatik tüfeklerle pozlar veren yöneticiler bunları özellikle gösterir gibiydiler. Bunların hepsi bir takım hazırlıkların göstergeleriydi.
Beni takip edenler bilirler, iktidarın sivil silahlanmayı teşviki, kayıp silahlar ve paramiliter oluşumlarla ilgili 2018 başından beri birçok araştırma ve tahlil yazısı kaleme aldım. Bence kamuoyu bu konularda hala yeterli bilgiye ve duyarlığa sahip değil. Bu mevzular nasıl başladı, nasıl gelişti, özet şekilde ele almaya çalışacağım.
SİVİL SİLAHLANMAYA TEŞVİK KRONOLOJİSİ
Özellikle 15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişimi sonrası iktidarın tabanını silahlanmaya teşvik ettiği kaygısı yayıldı. Bu kaygıyı oluşturan gelişmeleri tarih sırasına göre hatırlarsak, bu olaylar arasındaki bağlar kolayca görülecektir.
* 17 Temmuz 2016; darbe girişiminden iki gün sonra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç: “Milletin meşru müdafaa hakkı için milletimizin ruhsatlı silah almasının önü açılacak” dedi.
* 30 Temmuz 2016; Milli Savunma Bakanı Fikri Işık “Kayıp mermi ve silah olabilir” dedi. Aynı günlerde Ankara’da işlenen bir cinayette kullanılan MP-5 cinsi tam otomatik silah için sanık “Bu tabancayı 15 Temmuz darbe gecesi Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün önünde dağıtmışlardı. Ben de orada almıştım” savunmasını yaptı.
* 17 ağustos 2016; Cumhurbaşkanı Erdoğan SADAT’ın kurucusu TSK’dan emekli Adnan Tanrıverdi’yi başdanışman olarak atadı. O dönemde SADAT’ın kamplarında AKP Gençlik Kolları ve Osmanlı Ocakları’ndan toplanan gençlere eğitim verildiği bilgileri yaygındı.
* 24 Haziran 2017; Cumhurbaşkanlığı Arşiv Müdürü Muhammet Safi, sosyal medya hesabından “Her eve bir otomatik tüfek ve 1000 mermi projesi şart” paylaşımını yaptı.
* 20 Aralık 2017; Kamuoyunda “İç savaş Kararnamesi” diye anılan 696 sayılı KHK ile “15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler kapsamına sokulacak girişimlerin bastırılması kapsamında hareket edecek sivillerin hiçbir sorumluluğu olmayacağı” hususu düzenlendi.
* 12 Ocak 2018; HÖH (Halk Özel Harekat) genel başkanı Fatih Kaya, bir yılda 22 ilde 7 bin üyeye ulaştıklarını ve ihtiyaç duyulduğunda her zaman hazır olduklarını, başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın cihat ilan ettiğini, HÖH olarak devletin verdiği bütün görevleri yerine getirmeye hazır olduklarını söyledi.
* 02 Mart 2018; İçişleri Bakanlığı’nın faaliyet raporuna göre kayıp silahların sayısında son 3 yılda 7 kattan fazla artış olduğunu açıkladı. 2014’de 14.600 olan kayıp silah sayısı 2017 sonunda 107 bin 600 olmuştu.
* 08 mart 2018; Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘kayıp silahların araştırılması’ amacıyla Meclis’e taşıdığı araştırma önergeleri hep reddedildi. Bu kadar fazla sayıda silah birkaç senede nasıl kaybolur, devlet hiç bir açıklama yapmadığı gibi, daha sonraki yıllarda paylaşılan İçişleri Bakanlığı yıllık Faaliyet raporlarında, kayıp silahlarla ilgili bilgilere artık yer verilmedi.
* 14 Mart 2018; İçişleri Bakanlığı, taşıma ve bulundurma silah ruhsatı sahiplerinin yıllık 200 adet olan mermi alma hakkını 5 katına, yani 1.000 adede çıkartan 536 sayılı Genelgeyi yayınladı.
* 24 Haziran 2018; Seçim sonuçlarının açıklandığı akşam binlerce AKP seçmeni tüm şehirlerde ve özellikle İstanbul’da meydanları doldurdular. Her tür silahlarla saatlerce havaya ateş ederek zafer kutlayan, kameralara yansıyan bu insanlara karşı etkin bir adli işlem yürütülmedi. Bu alışılmadık silahlı gövde gösterilerini “Seçim Gecesi Patlayan Silahlar Sıradan Zafer Coşkusu mu?” başlıklı yazımda ele almıştım.
3 Şubat 2019; Sedat Peker Ataşehir’de yaptığı konuşmasında Cumhur İttifakı’na destek ve silahlanma çağrısı yaptı, “Bu ülkenin evlatları da bu ülkenin sokaklarını koruyacaklar. Biz kötüye hazır olalım da iyi gelirse amenna “ dedi. Bu konuda başlatılan adli soruşturmada suç unsuru bulunmadı.
2 Ocak 2020’de Erdoğan “Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerideki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere gelmiş durumdayız” dedi. Bir kez daha “paramiliter güçlerin önü mü açılmak isteniyor” tartışmaları gündeme geldi. Bu cümledeki “şehirlerimizin” kelimesinin yerine “iktidarımızın” kelimesini koyup ifadeyi yeniden okuyanların kaygısı daha da arttı. Bu açıklamanın ardından, genel kolluğun silah ve zor kullanma yetkilerini Bekçilere de veren yasa değişikliği çıkartıldı. Bu yeni bekçilik kanununun çıkartılmasının sebepleri ile ilgili de bir yazı yazmıştım.
SÖYLEDİKLERİMİ GERÇEKLEŞTİRME POTANSİYELLERİ VAR MI?
Sevda Noyan’ın 50 komşusunu katledeceği planını itiraf ettiği, Fatih Tezcan’ın “Karınızı, çocuklarınızı nasıl koruyacaksınız bizden?” dediği noktaya kadar gelindi. Ellerinde listelerle, silahı ve cephanesi ile bir hazırlık yapıldığı anlaşılıyor. Bir gün gelecek, nasıl bir gün olacaksa o; bu silahları birilerine karşı kullanacaklar. Sık sık, “biz hazırız” diyerek toplum üstündeki korku, şiddet ve baskıyı artırmaya çalışıyorlar.
Bu yapılanlar şimdilik kışkırtıcı sözler ve henüz pek fazla eyleme dönüşmedi. Peki söylediklerini gerçekleştirmeleri mümkün mü, gerçekten kendilerince olası risklerde kullanacak şekilde silahlanmış durumdalar mı? Gitgide yaygınlaşan bu silahlı tehdit paylaşımları tümüyle “kolpa” mı, yani temelsiz güç gösterisi mi?
Böylesi bir potansiyel riskin hiç bulunmadığını maalesef söyleyemeyiz. Galiba ve ne yazık ki, kendilerince bir takım hazırlıklara girmiş bir kesim var ülkede.
İktidarın ve tüm varlıkları iktidara bağlı hale gelmiş olanların, bilinen çeşitli sebeplerle ellerindeki gücü asla bırakmamaları gereken bir yere, yani ‘iktidara mahkûm’ bir noktaya gelmiş oldukları biliniyor. Yani iktidarı muhafaza meselesi birileri için yaşamsal öneme sahip hale gelmişse, bunu temin için ellerinden gelebilecek her şeyi yapmak isteyecekleri düşünülebilir.
YENİ BİN 'ALLAH'IN LÜTFU' FIRSATI OLMAMALI
Demokratik sistemimizde yaratılan tüm tahribatlara rağmen Türkiye’de iyi kötü bir seçim ve sandık demokrasisi öyle veya böyle hala çalışıyor. Sandıkta ortaya çıkacak net bir yenilgiyi iktidara karşı yapılmış bir darbe olarak görmemelerini umut ediyoruz.
Kimin başlattığından bağımsız olarak, herhangi bir sebeple yaratılabilecek bir iç karmaşa, gücünün sonuna gelmiş iktidar için çok daha büyük bir “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirilebilecektir. Böyle bir durumda Anayasanın ve geride kırıntıları kalan sandık demokrasisinin de tümden ortadan kaldırılması riskini öngörmek zor değildir.
Bu ülkenin geleceği, refahı ve huzuru iç barıştadır. Toplumun ayrıştırılması ve düşmanlaştırılması üzerinden yürütülen siyasal beka davası, ülkeye olmadığı gibi bu davayı yürütenlere de hiçbir zaman fayda sağlamayacaktır. Ne sebeple olursa olsun hiç bir iç karmaşanın yaşanmamasını, zulalarındaki o silahların oldukları yerde paslanıp çürümelerini arzu ediyoruz.