Olay ilk değil…

MHP’nin hoşlanmadığı gazeteciler dövülüyor; medya kuruluşu basılıyor; yetmiyor siyasetçiler saldırıya uğruyor. CHP Lideri Kılıçdaroğlu linç edilmek isteniyor. Sonra işin rengi değişiyor. Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş öldürülüyor.

Ülkü Ocakları sıradan bir kuruluş değil. Burası MHP’nin sokak gücünün örgütlendiği yer. Ülkü Ocakları’nın genel başkanı öldürülecek de MHP Lideri Devlet Bahçeli susacak; Ülkü Ocakları’nın gıkı çıkmayacak öyle mi?

Belli ki MHP yönetimi bu cinayetten etkilenmemiştir; bu cinayeti olağan bir eylem gibi değerlendirmiştir ki tepki vermemiştir.

İşte bu suskunluk; bu işin siyasi boyutunun olduğunu gösteriyor.

DARBEYE GİDEN YOL
MHP, güya Türk milliyetçiliği temelinde kuruldu ama kısa sürede “Türk-İslam Sentezi” denilen siyasal İslamcılığın örgütü haline getirildi. Başlangıçta milliyetçi sloganlar kullanılırken kısa sürede Ülkücüler “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” diyerek yürümeye başladılar. Bozkurt’a, “İt!” diyenlerle yoldaş haline getirildiler. Bu sürecin sonunda  Malatya’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da kanlı saldırılar düzenlediler. Bu saldırılarda genellikle dinci sloganlar kullanıldı. 

Darbeciler, 1970’lerde Ülkücülerin ve solcuların sokaklarda kapışmaları için ellerine silahlar tutuşturdular. 12 Eylül 1980’de ABD çocuğu generaller terörle mücadele ve düzeni sağlamak adına darbe yapıp siyasi iktidarı devirdiler; hem devrimcileri hem Ülkücüleri işkenceden geçirip bazılarını da idam ettiler.
Meydan, Tayyip Erdoğan’ın da aralarında olduğu Ak Gençler’e bırakıldı.

Bugünkü antidemokratik Erdoğan iktidarının gerisinde genel anlamda MHP’nin sokağa inmesi bulunuyor. 

KOMÜNİZMLE MÜCADELE DİYEREK
Türkiye, 2. Dünya Savaşı sürecinde faşizme doğru savruldu. Aralarında Nihal Atsız’ın da yer aldığı milliyetçiler, Sovyetler Birliği’ne karşı faşist Almanya’yı desteklediler. Savaş bitiminde de İsmet İnönü yönetimi, dinci ve faşist bir kadro ile Türkiye’yi ABD’nin güdümüne soktu. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince bu dinci faşist savrulma daha da hızlandı.

Bu dönemde komünizmle mücadele etmek bahanesiyle Türk milliyetçiliği ABD’nin emrine sokuldu. ABD’de eğitimden geçirilen Alparslan Türkeş; 1960 darbesinden sonra milliyetçiliği komünizmle mücadelenin aracı  haline getirmekle görevlendirildi. Kendisi, 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkanı oldu.  1969 yılında MHP’yi kurdu. Gençleri, Mussolini İtalyası’nda olduğu gibi kara gömlekli tek tip militan haline soktu. 1968 yılında temeli atılan Ülkü Ocakları bu işin örgütü idi. Basında “Komandolar!” diye adlandırılan bu militanların özel kamplarda silahlı eğitim aldıkları haberleri basında bol bol yer aldı. Devletin polisi, jandarması, istihbarat örgütleri varken ülkeyi kurtarmak iddiasıyla sokağa indirilen bu güçlerin karşısına devrimci öbekler çıkartıldı ve darbe süreci böyle yürütüldü.

BİR YANDA TÜRKEŞ, BİR YANDA FETHULLAH GÜLEN
1960’ların ortalarından itibaren Türkiye’de yeni bir komünist avı başlatılmıştı. Bu iş için de Komünizmle Mücadele Dernekleri kuruluyordu. Bu derneklerin insan ihtiyacını da ABD tarafından kontrol edilen tarikat liderleri karşılıyordu. Bunların en önemlileri İskenderpaşa Camii’nde örgütlenen Mehmet Zahit Kotku, Süleymancıların şeyhi Süleyman Hilmi Tunahan, Işıkçıların elebaşısı Hüseyin Hiilmi Işık, Nurcuların elebaşısı Said-i Kürdi (Nursi), Menzilcilerin Şeyhi Raşit Erol idi. Nur tarikatının devam ettiricisi olan Fethullah Gülen, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin en aktif üyelerinden birisiydi ve çabalarını genişleterek sürdürecek, devletin içine sızacaktı.

İşte Alparslan Türkeş ve MHP özünde bu eylemlerin bir parçası olarak devreye sokulmuştu.

Bu mücadelelerin sonu, elbette ki ABD’nin planladığı gibi bitmiş ve 12 Eylül darbesi yapılmıştı. Artık, bir yönüyle milliyetçi olan MHP’yi ihtiyaç kalmamıştı. Bu yüzden kapatılmasında ve militanlarının tepelenmesinde bir sorun görülmemişti.

BU DEVLET BEY, O DEVLET BEY DEĞİL
Alparslan Türkeş 1997’de ölünce yerine Devlet Bahçeli seçildi. Sayın Bahçeli, MHP’nin şiddetle ilişkilendirilmesine karşı çıktı ve Ülkü Ocakları’nı sıkı denetime aldı. Barışçı politikalarının etkisiyle MHP’nin oyunu yüzde 8’lerden 1999’da yüzde 18’e çıkardı. Ülkü Ocakları’nın bazılarını kapattırıp üyelerini denetim altına aldı.

Gel gör ki Sayın Bahçeli  7 Haziran 2015 genel seçiminden sonra birden bire politikasını 180 derece değiştirdi. O zamana kadar yerden yere vurduğu Tayyip Erdoğan’ın sıkı bir destekçisi oldu. Yetmedi; onu seçilmiş diktatör konumuna yükselten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirilmesinde yol açıcı olarak görev aldı. Sonrasında da bu sakat rejimin koruyucu militan gücü gibi davranmaya başladı.

İşte son olaylar bu sürecin bir ürünü…

Ülkü Ocakları’nın genel başkanlığını yapmış bir liderin öldürülmesi karşısında suskun kalması da bu sürecin eseri…

Şiddettin yeniden sokağa inmesi, bu işlerde Ülkü Ocakları üyesi birilerinin adının geçmesi korkutucudur.

Çünkü, tarihin tekerrür edeceği bir süreci gösteriyor bu cinayet…

Sonu da 12 Eylül 1980’dir…

Unutulmasın ki aynı maddelerle ve aynı araçlarla yapılan deneyler aynı sonucu verir…

Sayın Bahçeli’yi titreyip 1999 yılındaki aslına dönmeye çağırıyorum…