Pandemi sebebiyle ilan edilen 17 günlük sözde tam kapanma süresince açık kalmasına izin verilen yerler arasında alkollü içki satan tekel bayileri bulunmuyor. Bu bayiler kapalı olacağı gibi, alkol dışında ürün satan diğer marketler bu süreçte açık olsalar da, alkol satışı yapamayacakları açıklandı. Oysa bu uzun kapanma döneminde ayrıntıları içeren İçişleri Bakanlığı genelgesinde bu yönde bir açıklama ve sınırlama yoktu. Bu sebeple, içki satış yasağının din eksenli bir dayatma olduğu görüşü ağırlık kazandı.
Daha önceleri bazı kanunların, yönetmeliklerin ve genelgelerin Anayasaya, evrensel hukuka ve temel haklara aykırı oldukları gerekçesi ile itirazlar yapılırdı. Ancak bu sefer ortada (hukuka uygun olup olmaması bir yana) hiçbir yazılı hukuki dayanak yoktu. Cumhurbaşkanın konuşmasında geçen bazı ifadelerin, bir hukuki hakkın kullanımının engellenmesinin dayanağı olarak resmi tutanaklara geçirildiği görüldü.
Pandemi kapanmasının başladığı 30 Nisan’dan itibaren polisler hazırladıkları tebliğ belgelerini alkol satış bayilerine imzalatmaya başladılar. Genelgede dayanağı olmayan bu yasak kararı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına dayandırıldı. Tebligatlarda “Cumhurbaşkanımızın yapmış olduğu basın açıklaması sonrasında tam kapanma sürecinde alkollü içki satışı yapılmayacağı bildirilmiştir” denilerek, dayanaksız yasakta bir ilke imza atıldı.
Cumhurbaşkanı bir başka konuşmasında mesela “sigara sağlığa zararlı, içilmesin ve hatta satılmasın” derse ne yapacağız? Cumhurbaşkanının bu olası açıklaması üzerine polislerin marketlere gidip ‘sigara satış yasağı tebliğ tutanakları’ imzalatmaları ne kadar hukuki olacak ise, bu alkollü içki satış yasağı da ancak o kadar hukukidir.
Türkiye’nin Alkolizm Sorunu mu Var?
Her fırsatta alkol tüketimi üzerine bu kadar gidiliyor ya, toplumumuzda alkol tüketimi ile ilgili gerçekten ciddi bir sorun var mı acaba?
Tüm ülkelerde 15 yaş üstü kişi başına bir yılda litre olarak tüketilen saf etil alkol miktarlarını gösteren OECD verileri yayınlıyor. Alkol tüketiminde ilk başta gelen ülkeler içinde Litvanya ortalama 12.3 litre ile zirvede yer alırken 11.8 litre ile Avusturya ikinci, 11.7 litreyle Fransa da üçüncü oldu. Türkiye’de ise bu ülkelerin neredeyse dokuzda biri kadar, yıllık kişi başı ortalama 1.4 litre alkol tüketiliyor.
Uluslararası anketlere baktığımızda, ülkemizde alkolizm ile ilgili bir problemin olmadığı çok açık görülüyor. Alkol tüketim miktarında değil ama bundan alınan oransal vergi bakımından ülkemiz dünyada en başlarda yer alıyor. 2002’de 70 Cl’lik Rakı fiyatı 8 TL iken bugüne kadar 22 kat artarak 175 TL oldu ve zengin tüketimi sınıfına girdi. 2006’da tahsil edilen tüm ÖTV gelirlerinin yüzde 5’i sadece alkolden elde edilirken bu oran 2019’da yüzde 10’a çıktı. Bugün tahsil edilen tüm ÖTV gelirlerinin yüzde 39’u alkol ve sigaradan alınıyor.
Amaç Sadece Gündem Belirlemek mi?
Alkol satış yasağı dayatmasında asıl niyetin gündem değiştirmek olduğunu söyleyenler var. Bu yaklaşım bana göre bir ölçüde doğru, ama asıl sebep bu değil.
Bu konu bugünlerde kamuoyunda yaygın olarak tartışılıyorsa ve ben de bunları yazıyorsam, evet dayatılan bu gündem bir süreliğine diğer sorunların konuşulmasını engellemiş demektir. Ancak gündem belirleme ve diğer acil sorunların konuşulmasının önüne geçilmesi niyeti bana kalırsa ana sebep değil tali niyettir. Ana sebep(ler) nedir peki?
* Bu fiili yasağın ideolojik gerekçelerden kaynaklandığı açıktır. İçki satış yasağı gibi girişimleri, daha köklü değişimlerin provası olarak görüyorlar.
* Bu tür ‘hukuki dayanak filan gerekmez, yaptık oldu’ tarzı dayatmalarla bir taraftan da toplumsal duyarlık ve tepki ölçümlemeleri de yapmış oluyorlar.
* Seküler yaşam pratiklerini hedefleyen bu tür iktidar girişimlerine karşı oluşacak toplumsal reflekslerin gitgide köreltilmesini amaçlıyorlar.
* Laik cumhuriyete ve demokrasiye yönelik ‘cepheden saldırı’ niteliğindeki sırasını bekleyen çok daha cesur ve köklü dönüşümlerin yolunu açmaya çalışıyorlar.
* Her alanda benzer dayatmalarla çaresizlik ve kanıksama duygusunun toplumun genelinde (özellikle de seküler kesimlerde) pekişmesine katkı sağlıyorlar.
* Bizi bekleyen daha radikal dönüşümlere karşı toplumsal direnç yerine alışılmış çaresizlik duygusunun yaratılmasını hedefliyorlar.
İslami Yaşam Dayatmaları Yeni Başlamadı
19 yıllık AKP iktidarlarının görece en demokrat takıldıkları ve sözde “3 Y ile mücadele” ettiklerini söyledikleri ilk dönemlerinde içki meselesine bakışlarını açıkça ortaya koymuşlardı. İdeolojik ajandalarını uygulama başladıklarında ilk el attıkları konulardan birisi zaten “alkol meselesi” olmuştu. Bir taraftan ‘kimsenin hayat tarzına müdahil olmayacaklarını’ söylerlerken, ilk icraatlarından birisi içkili yerlerin şehir merkezlerinden uzaklaştırılması olmuştu.
Bugünlerde cemaatler içki satışı yapan işyerlerini gezerek, tehdit içeren ifadelerle ‘İslam’ın alkol yasağını tebliğ vazifesini’ yerini getiriyorlar. “İçki satan, alan ve aracılık edenler lanet edilmiştir' yazılı broşürleri dükkânlara dağıtanlara polis ilişmiyor. Ancak aynı polis işsiz ve aç kaldıklarını basın açıklaması ile duyurmaya çalışan kafe çalışanlarına müdahale ediyor.
Kolluk birimlerinin (hiçbir hukuki dayanağı olmadığını iyi bildikleri) içki satış yasağını fiili olarak uygulamaya koymada hayli gayretli oldukları görüldü. Bu durum, kolluğun tabi tutulduğu yeni formasyonunun açık bir göstergesidir. Tüm bu fiili dayatmalar, iktidarın kolluk kuvvetlerini kendi siyasal ideolojik anlayışı çerçevesinde nasıl dönüştürdüğünün kanıtıdır.
Kolluk güçleri birçok olayda anayasal cumhuriyetin, hukukun ve halkın değil siyasal iktidarın kolluğu olduğu gibi görünüm verebilmektedirler. Böyle olmasaydı polis bu tür hukuki dayanağı olmayan ve hatta kanuna aykırı emirleri hevesle uyguluyor görünümü verir miydi?
Muhalefet Yeterli Tepkiyi Verebildi mi?
Siyasal muhalefetin hayat tarzlarına müdahale niteliğindeki bu yasaklamaya yeterli tepkiyi veremediği görüldü.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “ben işi içki yasağından değil doğrudan doğruya esnaf açısından görüyorum” dedi. Kılıçdaroğlu’nun konuyu değerlendirirken, uygulamanın inanç temelli hukuksuz bir dayatma olması yönüne değinmemesi çok dikkat çekiciydi.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener de konuyu “bir ‘cambaza bak' meselesidir” diye yorumladı. Yine İyi Partili Yavuz Ağıralioğlu ise "Bizim milletimiz mübarek günlerde zaten içmez, ramazanda hassasiyet gösterirler” diyerek tam da iktidarın tuzağına düşmüyor muydu?
Diyelim ki önümüzdeki dönemlerde pandemi gibi bir gerekçe olmaksızın da bu tür yasaklar gelirse ne olacak? Ramazanda veya kandil günlerinde ve hatta (Cuma gecesi sayılan) Perşembe akşamlarında alkol satışı ve servisi yasağı getirilirse; “bizim milletimiz mübarek günlerde zaten içmez” denilerek dayatma kabullenilecek mi?
Dini Temelli Kural ve Yasaklar Konulunca Kalıcı olur
İnanç temelli bir uygulama ve yasaklama bir kez ortaya konulup kabullenildiğinde, ileride bunlardan geri adım atılamayacağına dair yaşanmış yeterince örnek vardır. AKP belediyeleri ilk göreve geldiklerinde başta İstanbul, tüm Belediye sosyal tesislerinde alkollü içki servisini yasaklamıştı. Daha sonra CHP’ye geçen belediyelerin tesislerinde bu yasaklar kaldırılabildi mi? Tabi ki hayır, kaldırılmadı ve kaldıramaz. Muhalefet Belediyeleri içki servis yasağını kaldırırlarsa uğrayacakları siyasal linçi ve şeytanileştirilmeyi göze alamazlar çünkü.
Yarın AKP iktidarı gitse ve Millet ittifakı iktidara gelse, mesela tüm okullarda (neredeyse İmam Hatiplerdeki kadar artırılan) zorunlu din derslerinin saatlerini azaltıp seçmeli hale getirebilirler mi? Mesela, (en azından) ilkokullardaki parmak kadar kız çocuklarının örtünmelerini tartışabilirler mi? Ayrıca çok özel mesleki konumlar olan yargı, kolluk veya TSK mensubu kadınların başörtüsü serbestliğini tartışmaya açabilirler mi? Bunların hiç birini yapmaya yeltenemezler bile.
İnanç meselesi böyledir işte; seküler yaşam hak ve pratiklerinden her kayıp, laik cumhuriyette açılan gediğin büyüme hızını artırır. İnanç temelli uygulamaya geçmiş pratikler laik cumhuriyete ve evrensel hukuka ne kadar aykırı olsalar da, bunlardan geri adımlar zamanla imkânsız hale gelebilir. Bu tür yasak veya kural bir kez konulunca bunun devamının sürekli geleceği bilinmelidir.
Bu Dayatmalara Karşı Ne Yapılmalı?
Bugünkü inanç temelli dayatmalara karşı muhalefetin takındığı ikircikli siyasal tutum, gelecekte olası daha radikal dönüşümlere de davetiye çıkarır niteliktedir. Mesele sadece Ramazan ayında içkinin veya başka şeyin satış yasağına itiraz değildir. Mesele bireylerin tercihlerine ve hayat tarzlarına devlet müdahalesinin sıradan hale gelmesidir.
Her ne kadar uymamakta ısrar etseler de ülkede hala bir anayasa vardır. Bu anayasanın ortaya koyduğu laik cumhuriyet ilkeleri iyice gözden çıkartılacak olursa, tutunacak tek bir dalın kalmayacağı anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Laik cumhuriyette açılan gedik büyüdükçe bunun sonucunun nerelere varacağını öngörmek zor değildir.
Özetle, mesele herhangi bir yasağın kaldırılması ve hakkın iadesi mücadelesinden çok daha ötesidir. Bu oldu-bittilere kararlı toplumsal karşı duruş sergilenmezse, bu tarz müdahalelerin ‘yol olması’ kaçınılmazdır. Gücünü anayasal demokrasiden alan sağlam duruş başta siyasal muhalefetin olmak üzere, aydınlık insanların bugüne ve gelecek kuşaklara karşı yükümlülüğü olarak görülmelidir.