Sivas Madımak otelde yakılarak katledilen 33 aydın geçtiğimiz 2 Temmuz günü 28.kez anıldı. Katiller bir kez daha lanetlendi, sosyal medyada #unutMADIMAKlımda etiketli paylaşımlar yapıldı, acılar hatırlandı ve hatırlatıldı. Bir gün sonra diğer güncel sorunlar ülkenin yoğun gündemin ilk sıralarına tekrar döndü. Bu topraklarda kışkırtılmış örgütlü cehalet eliyle çok kez tekrarlanan bir kıyım konusu bir sonraki yıl dönümüne kadar kirli geçmiş arşivinin raflarına döndü.
İktidar odaklarının doğrudan yönlendirdiği ya da buradan güç alan örgütlü kara cehaletin devletin gözü önünde gerçekleştirdiği kıyımlara tarihimizde çok fazla örnek var. 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da, Nisan 1978 Malatya’da, Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta, Temmuz 1980’de Çorum’da, Mart 1995 Gazi mahallesinde ve diğerlerinde… Azınlıklara, Alevilere, laik ve demokratlara yönelik nice vahşi saldırılar yaşandı bu topraklarda.
Önce aklın ve vicdanın yok edilmesi, sonra kin ve öfkenin profesyonel ellerde manipülesi ile gerçekleştirilen toplu kıyımlar bu toplumun utanç hikâyeleridir ve yakın tarihin yüz karalarıdır. Geçmişimizin hiçbir döneminde devlet, iktidar odakları, siyaset ve toplum bu utanç verici gerçeklikle yüzleşmeyi denemedi. Daha da kötüsü, bu tür kara günlerin yakın gelecekte tekrarlanmayacağını kimse garanti edemiyor.
Katliamların Sebebi “Milli Hassasiyetler” Olabilir mi?
1993’te yaşanan Sivas Madımak oteli katliamı hala açık bir yara olarak ortada duruyor. Çoğu bugün de yaşayan sorumluların ve yönetenlerin ne içten bir nedamet beyanını, ne de siyasal sorumluluğun kabulünü görmedik. Tersine, bu olaydan yeni siyasal kariyerler edinme yollarına gidildi. Bu olayın hukuki yönü vicdanları rahatlatacak şekilde sonuçlanmadığı gibi, siyasi hesaplaşması da olmadı. Failler hak ettikleri cezaları almadı, firardakiler devletin gözü önünde günlük hayatlarına devam ettiler. Son olarak, 19 yıl süren dava 2012’de zaman aşımı ile tamamen kapandığında dönemin Başbakanı Erdoğan “milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” dedi.
Sivas katliamı sonrası TRT Tv’de yayınlanan Aziz Nesin’in açıklamaları oldukça önemliydi. “Bütün bu olaylara neden olan Aziz Nesin’in konuşmalarıdır, diyorlar. Konuşmamda kışkırtma yoktu, bahane arıyorlardı, ben o konuşmayı yapmasam da başka bahane ile bu olaylar olacaktı. Bunu anlamamak için ya geri zekâlı olmak ya da devlet adamı olmak lazım. Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, yine on beş yıl önce Sivas’ta (3 Eylül 1978 Ali Baba Mahallesi Olayları 11 ölü) ben mi vardım? Sekiz saat boyunca şeriat isteriz diye bağıran halka hoş görünmek için, onlardan oy almak için siyasetçiler ve devlet adamları yalan söylediler, Aziz Nesin’i suçlu ilan ettiler, bu alçaklıktır. Kubilay olayı bile bu kadar büyük değildi, devlet uyuyor. Ben iyi kötü devlet olduğuna, bu kadar çok taviz verilmeyeceğine inanıyordum, yanılmışım. Yıllardır yazıyor ve söylüyorum, Türkiye bir felakete gitmektedir. İmam hatipliler bütün devlet kademelerini doldurdular, bunu hepiniz görüyorsunuz, kör ve sağır değilsiniz. Kökten dincilere verilen ödünlerle uçuruma koşar adım gidiyoruz.” dedi özetle Aziz Nesin.
Toplumun bir kesiminin kendinden görmediği diğer kesimine yönelik saldırıları hemen her seferinde “milli hassasiyetler” kılıfı ile mazur ve meşru gösterilmiştir. Resmi ideolojik bakıştan güç alan bu tür saldırılar siyasal ve hukuki bakımlardan fazlaca tolerans görürken saldırının hedefindekiler suçlanmıştır çoğunlukla. Böylece mağdurların başına gelenler toplum nezdinde makul gösterilmeye çalışılmıştır ve Sivas olayında da bu yaşandı.
“Bir Bebekten Katil Yaratan Karanlık”
Siyasal ve/veya inançsal karşıtlık temelli şiddetin uç noktası cinayet ve toplu katliamlardır. Bu son noktaya kadar olan diğer şiddet türlerine gösterilen siyasal tolerans her seferinde daha ağır şiddete zemin hazırlamaktadır. Ülkedeki siyasal atmosferin gerginliğinden politik medet umanlar, siyasal cinayetler işlemeye zihinsel ve duygusal düzeyde hazırladıkları cahil insanları eyleme geçirmekte hiç zorluk yaşamamaktalar. Siyaseten ihtiyaç hissedildiğinde tetiğe dokunmak üzerek inandırılmış parmaklar sürekli ve düzenli olarak hazır tutulmaktadır.
Son olarak, 17 Haziran’da HDP İzmir il binasında parti çalışanı Deniz Poyraz'ı işkence sonrası öldüren katil de önce zihinsel ve duygusal olarak bu eyleme hazır hale getirilmişti. “Çocukluktan beri PKK'lı öldürmek için planlar yaptım” diyen Katil Onur Gencer’in meşru-yasal bir parti çalışanını öldürmesine sebep olan siyasal-kültürel kin iklimi görmezden gelinerek bu eylemler anlaşılamaz.
2007 yılında katledilen Hıran Dink’in karısı Rakel cenaze töreninde “Yaşı kaç olursa olsun; katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…” demişti.
Bu tür nefret kökenli katliamların karanlık fikirlerin etkisi altına girmiş birkaç çocuktan ibaret olmadığı, bu eylemlerin toplumsal bir karşılığı olduğu gerçeği ile yüzleşmek şarttır. Bu toplumdaki siyasi karşılığı olmasaydı art arda Malatya, Maraş, Çorum, Sivas katliamları yaşanmayacaktı. Siyasi karşılığı olmasaydı şehit cenazesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na toplu linç girişimi, siyasilere ve gazetecilere saldırılar da yaşanmaz ve bu saldırılar siyasal-toplumsal destek görmezdi.
Bu tür olayların pekâlâ olabileceğini kabul eden ortalama bir toplumsal yapı oluşturuldu ülkemizde. Mevcut toplumsal yapının bu tür hadiseleri zaman zaman ürettiği ve üstelik bu riskin bugün daha da güçlü olarak var olduğu gerçeği kabul edilmez ve üstüne gidilmezse, benzer yeni olaylar yaşanmaya devam edecektir. Bu katı gerçekle siyaseten, hukuksal ve toplumsal olarak yüzleşmek bu devletin ve toplumun boynunun borcudur.
Bu Ülkede Saldırılara Nereden Geldiğine Göre Bakılır
“Bu ülkenin mazisinde ve sosyolojik tabanında ırkçılık yoktur” klişesinin altı tamamen boştur. Amerikan polisinin bir siyahî vatandaşın boynuna dizini dayayarak nefessizlikten ölmesine sebep olmasını şiddetle proteste eden halkımız ırkçılığa kesin karşıdır güya! Amerikalı siyahî George Floyd’a uygulanan polis şiddetinin aynısını bizim polis gazeteci Bülent Kılıç’a uyguladı. Sözde “Irkçılık karşıtı” toplumumuz “nefes alamıyorum” diyen gazeteciye uygulanan şiddete değil, bu haber ve fotoğrafı yayınlayanlara karşı çıktı!
Ankara Gar katliamında ölen 103 insan için milli maç öncesinde yapılan resmi saygı duruşunun tribünlerden ıslık ve yuhalamalarla protesto edilmesi, katliamın kitlesel onayı değil midir? Bu toplumu oluşturan insanların bir kısmının günü geldiğinde bazen bir sanatçısını ve yazarını, bazen bir komşusunu, bazen alışveriş yaptığı bir esnafı öldürebilecek potansiyele sahip olması çok sarsıcı bir gerçeklik değil midir?
Bu ülkede linç kültürünün, pusu kültürünün, ırkçılığın, etnik ve inançsal ayrımcılığın en hası vardır ve günlük politik amaçlara hizmet ettiği sürece bu hasletler(!) siyaseten de destek görmektedir. Katliamın, kıyımın ve saldırının nereden geldiği ve kimlere yöneldiğine göre bunlara hak verilir veya verilmez bizim toplumda.
Bu Katliamlar Toplumsal Kumaşımızı Sergiliyor
Türkiye’de pek çok can kaybının yaşandığı acılı olayların hemen hepsinin profesyonel olarak planlanmış olduğu daha sonraları ortaya konuldu. Kimi olayların görünen failleri belirlendi, kimileri de meçhul kaldı. Ama en çok kaygı duyulması gereken bazı olaylar vardır ki bunlar; çeşitli provokelerle ve örgütlemelerle toplumun sıradan insanlarının doğrudan dâhil oldukları olaylardır.
Geniş katılımlı bu tür katliamları ülkedeki bir kısım kirli ellerin planlayıp devreye soktuğu ve toplumun lanetlediği girişimler gibi görmek çok yanıltıcıdır. Ülkenin sıradan insanlarının bu tür insanlık dışı eylemlerin çok uzağında olduklarını söyleyerek sıyrılmak, toplumun gerçek kumaşını görememek veya gördüğünü reddetmek olacaktır. Kitlesel iştirakli bu katliamların hukuki ve siyasal sorumlukları bir yana, asıl kaygı duymamız gereken mesele; bu katliamlar ile ifşa olan toplumsal gerçekliğimizdir aslında.
Bu katliamların görünen ve saklı kalmış sebepleri, nasıl geliştikleri üzerine birçok şey söylenebilir. Ama şu bir gerçek ki; sayıları kaç olursa olsun, bu ülkede yaşayan bazı insanlar bazı olaylarda korkunç vahşetlerin doğrudan parçaları oldular. Ya bu olaylara doğrudan katılarak, ya katliamı seyrederek, ya bu yaşananları haklı ve meşru göstermek için üretilmiş bahaneleri tekrarlayarak, ya da böyle olaylar hiç olmamış gibi davranarak.
Bu toplu linçleri politik olarak sahiplenen, bu katliamları ve girişimleri meşru, kabul edilebilir gören siyasi anlayış bugün dipdiri ve güçlü olarak hala ortada duruyor. Siyasal istikballerini ve iktidarlarının geleceğini inançsal, mezhepsel ve etnik ayrımlar üzerine kuran iktidar odakları bu tür farklılıkları açıktan kaşıdılar, kışkırttılar ve bunları yapmaya devam etmektedirler. Bir siyasi linç girişimi sonrası "bunlar iyi günleriniz, daha neler olacak neler" diyen bir siyasal iktidardan kaygı duymaz mısınız? Yarın bir gün bu insanların kaybettikleri bir seçim sonrası ürettikleri hile bahanesine sığınarak silahlara sarılmayacaklarından emin olabilir misiniz?