Bir buçuk ay kadar sonra yapılacak yerel seçimlere giderken iktidar yine şeriat, hilafet ve laiklik tartışmaları üzerinden siyasal kutuplaşmaları tırmandırmayı tercih etti.
Ülkemizde siyasal ve toplumsal yarılmaları tırmandırmaya vesile olacak olay bulmaktan kolay ne var? Önce Anıtkabir’de, sonrasında mitinglerde ve en son Çağlayan adliyesi koridorlarında hilafet ve şeriat talep eden sloganlar atılmıştı. Son günlerde bu gerilimin iyice tırmandırılması meselesini geçen ay bir yazımda değerlendirmiştim.
Erdoğan’ın yaklaşımı (beklenildiği gibi) kendi siyasal tabanını kollayıcı yönde oldu; şeriat ve hilafet çağrısı yapanlara sahip çıktı.
ERDOĞAN: "ŞERİATA DÜŞMANLIK DİNE HUSUMETTİR!"
Diyanet Akademisi Başkanlığı’nın Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi'ndeki açıklamasında Erdoğan laiklik savunucularını “farklı maskeler altındaki şeriat düşmanları” olarak nitelendirdi. “İslam'ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir” dedi. Şeriat karşıtı söylemleri “dinin emirlerine dil uzatmak” olarak nitelendirdi. Kelime-i Tevhid içerikli bayraklar ve şeriat çağrısı içeren sloganlar ile ilgili suç duyurusunda bulunan baroları “kör bir husumet içinde” olmakla suçladı.
ERDOĞAN'DAN İMAMLARA: "GELECEK NESİLLER SİZE EMANET!"
Bilindiği gibi Atatürk “Öğretmenler! Cumhuriyet'in özverili öğretmen ve eğitmenleri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır” diyerek gelecek nesilleri öğretmenlere emanet etmişti. Erdoğan ise bu konuşmasında gelecek nesilleri imamlara emanet etti! "Gittiğiniz yerlerde oraların çocukları sizlere emanet. Siz orada adeta nakış işler gibi o yavrularımızı işleyeceksiniz” dedi.
Erdoğan ayrıca imamların çalışma alanlarını genişleterek onlara “halkın önderleri” rolünü verdi. “Din görevlilerimizin kendilerini camilerle ve Kur’an kurslarıyla sınırlamaları düşünülemez. İmam demek aynı zamanda içinde yaşadığı halkın önderi (…) demektir.”dedi.
ERDOĞAN'IN LAİKLİĞE BAKIŞI DEĞİŞTİ Mİ?
Erdoğan’ın pragmatik siyasetin gereği olarak, iktidara tutunmak için zıt uçlardaki tüm ideolojik ve inanca dayalı siyasi söylemleri çok rahatça kullanabildiğine sayısız tanık olduk. AKP seçmeni “bizim reis dün öyle diyordu bugün neden böyle diyor?” diyebilecek siyasal rasyonaliteye ve tutarlılığa sahip değil. Dayandığı seçmen tabanının algısını da zaten kendisi inşa ettiği için, siyasal söylemlerini değiştirmek konusunda Erdoğan’ın eli hep rahat oldu.
Bu rahatlık yüzünden Erdoğan dün “Ben laikliği dinsizlik ve din karşıtlığı olarak görmüyorum” derken bugün “şeriata düşmanlık dinin bizatihi kendisine husumettir“ diyebiliyor. Siyaseten gerekli görürse yarın da “laiklik bu ülkenin temel yapı taşı ve iç barışın vazgeçilmez teminatıdır” demeyeceğinin garantisi yoktur.
Erdoğan’ın laiklik konusundaki bu söylem değişimine kısaca bakmakta yarar olacaktır.
ERDOĞAN: "LAİKLİK DİN DÜŞMANLIĞI YA DA ATEİZM DEĞİLDİR"
2010 yılı sonunda Tunus’ta başlayıp Ortadoğu ülkelerine yayılan “Arap Baharı” isyanlarında Türkiye ve Erdoğan bölgede “Müslüman-laik rol model ülke ve lider” olarak öne çıkmış/çıkartılmıştı. Bu dönemde bölge ülkelerini gezen Başbakan Erdoğan, Müslüman ülkeler için laikliğin önemini vurgulayan konuşmalar yapmıştı.
2011’de Tunus'ta konuşan Erdoğan özetle; ''biz demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir. Laik devlet her inanç grubuna eşit mesafededir. Hangi dinden olursa olsun, isterse ateist olsun... Hepsinin güvencesidir'' demişti.
Erdoğan Tunus’un hemen ardından Libya’da (2011 Eylül); “Ben laikliği dinsizlik ve din karşıtlığı olarak kabul etmiyorum. Bütün inanç gruplarının inancı o devletin güvencesi altındadır. Bu söylediğimin İslam'a karşı bir yanı varsa lütfen siz de beni ikna edin" demişti.
2016’da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinden sonra Mısır’da yeni anayasanın laik olup olmaması tartışmaları konusunda verdiği röportajında ise Erdoğan; “Laiklikten korkmayın. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Mübarek sonrası yeni Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum” demişti.
Siyasal konjonktür gereği Erdoğan’ın laiklik konusundaki söylemleri değişirken toplumsal inanç ve kanaatlerde nasıl bir dönüşüm olmuş, buna da bakmak yararlı olacaktır.
TOPLUMDA ŞERİATA BAKIŞ ZAMAN İÇİNDE NASIL DEĞİŞTİ?
MetroPOLL araştırma şirketi Ekim 2023’te yaptığı “Türkiye’de laik yönetimi gerekli görüyor musunuz?” sorusunu içeren ve çok da parlak olmayan anket sonuçlarını paylaştı. Ankete katılanların yüzde 64,4’ü laik yönetimi gerekli görürken yüzde 28,6’sı da “hayır”, yüzde 7’si “fikrim yok” yanıtını veriyor.
AKP’li seçmenin sadece yarısı “Türkiye’de laik yönetim gerekli” derken, yüzde 40’ı “gerek görmüyorum” diyor. MHP’lilerin 58’i bu soruya “evet” derken, yüzde 34,3’ü de “hayır” yanıtını verdi. Ankette CHP'lilerin yüzde 80.2'si laikliği gerekli bulurken yüzde 16.4'ü ise gerekli bulmuyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapı taşı ve anayasa’nın esası olan laiklik konusunda toplumda kafa karışıklığının giderek artması oldukça dikkat çekicidir. Toplumun yaklaşık üçte birinin laikliği çok da gerekli görmüyor olması gerçekten üzerinde düşünülmesi gerekli bir konudur.
Toplumdaki din, şeriat ve hilafet algılarının önemli ölçüde değiştiğini otaya koyan diğer bazı bilimsel araştırmalara da kısaca bakalım.
HİLAFETE TOPLUMSAL DESTEK DÜZENLİ ARTIYOR
Yeni-Osmanlıcılık tartışmaları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslamcı politikaları nedeniyle hilafet kavramının son yıllarda daha popüler bir görüş haline geldiği görülüyor. Tam olarak şeriatın gelmesini isteyenler o kadar çok olmasa da, Türkiye’nin Sünni İslam dünyasına liderlik etmesi fikri topluma sıcak gelebiliyor. Yapılan araştırmalar son 10 yılda Hilâfete desteğin sürekli arttığını gösteriyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin İslamlaştırılmasının ve İslam dünyasına öncülük etmesi fikrinin sağ kesimlere yaydığı özgüven ve büyüklük duygusunun çekiciliği görmezden gelinmemelidir.
Bu konularda araştırmalar yapan Prof. Dr. Ali Çarkoğlu 2020’de yazdığı bir yazısında özetle; “Kasım 2002 seçimleri öncesinden beri yürüttüğümüz anket çalışmalarında ‘Türkiye’de şeriata dayalı bir din devleti kurulmasını ister miydiniz?’ diye soruyoruz. AK Parti iktidarının ilk 9 yılında (2002-2011) şeriat ya da din devleti onayının gerilemiş olduğunu tespit etmiştik. 2013 ve 2018 yılları arasında toplam 5 çalışmada din devletine destek oranının yüzde 7-12 ile 9-14 aralığında seyrettiğini gördük. 2019 yılındaki saha çalışmasında ise bu oranı 17-22 aralığına yükselmiş buluyoruz” diyor.
Prof. Çarkoğlu ve ekibi 2009 ve sonrasındaki 7 farklı saha çalışmasında “Müslümanların hilafet siyasal rejimi altında yaşamaları gerektiği görüşünü nasıl değerlendirirsiniz?” diye bir soru daha sormuş. Hilafet rejimi isteyenler ile bu fikre yakın olduğu halde modern dünyada bunu pek mümkün görmeyenlerin oranı on yılda düzenli olarak artmış. Yani hilafet destekçilerinin oranı 2009’da yüzde 14-19 arasında iken, 2019’da bu oran yüzde 27-32 seviyelerine gelmiş.
(Arap Baharı döneminde Ortadoğu’ya laiklik tavsiye Erdoğan’ın, bu isyanlar bittikten sonra dinsel söylemlerini artırması ile toplumdaki dinselleşmenin de artması dikkate değer değil midir?)
İSLAM'I TÜRKLÜĞE BAĞLAMAK NOKTASINDAN TÜRKLÜĞÜ İSLAM'A BAĞLAMAYA GELDİK
Popüler siyaset alabildiğine [kaba milliyetçilik ve dincilikten oluşan] sağa kaydığından merkez sağ partiler de İslamcı söylemlere daha da yakınlaştılar. Öyle ki bu eğilim Meral Akşener'e “Şeriat eşittir İslam değil midir?” dedirtti!
Sosyolog Prof. Tayfun Atay; “Atatürk Diyanet kurumunu kurarken İslam’ı Türklüğe bağlamaya çabasındaydı. Bugün ise Erdoğan Türklüğü İslam’a bağlamaya çabalıyor” diyor. Atay özetle; “Türk demek Müslüman demektir” diyen Erdoğan’ın Diyanet kurumunu, Türk toplumunu Müslümanlaştırmada etkili şekilde kullandığını söylüyor.
Ülkenin geleceği için umutlu olmaya devam edelim ancak çok açık ortada olan gerçekleri de görmezden gelmeyelim! Yirmi iki yıllık AKP iktidarlarının devasa propaganda makinesi ve profesyonel algı yönetim faaliyetleri sonucunda toplum kanaatlerinde önemli değişimler gerçekleştiği ortadadır.
Laikliğe ve Cumhuriyet’in temel değerlerine yapılan ağır ve düzenli saldırılara karşı yürütülmesi gereken mücadele, önümüzdeki beş senede kentlerimizi hangi belediyelerin yöneteceği meselesinden daha az önemli değildir.