Kudüs üzerine yapılan konuşmalarda, yazılan makalelerde ve edilen sohbetlerde sürekli vurgulanan bir husus var: Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu iddiası...
Bu söylem, Müslüman kitleleri ve Müslüman kamuoyunu İsrail’e karşı harekete geçirmede kullanılan etkili bir argümandır. Ancak gerçek, hiç de iddia edildiği gibi değil.
Öncelikle kıble sözcüğünün anlamına ilişkin birkaç kelam edelim.
Kıble, Arapça bir sözcüktür. Namaz ibadetini icra sırasında Mekke kentinde bulunan Kâbe adlı binaya doğru yönelmeye ve bu yönelişin bulunduğu doğrultuya kıble denilmektedir.
Kıble sözcüğünün ses benzerliği nedeniyle olsa gerek; Anadolu bereket ilahesi “kıbele” ile bağını kurmaya çalışanlar da vardır. Lakin biz meseleye semavi dinler çerçevesinde bakalım.
Kıble sadece İslam’da olan bir dinsel unsur değildir. Yahudilerin de kıblesi vardır. Yahudiler günde üç kez yaptıkları “Amida” adlı dua sırasında da kıble olarak Kudüs’e dönerler. (İslam Ansiklopedisi, Kudüs Maddesi)
Yahudilerin Kudüs’ü kıble olarak kabul etmelerinin nedeni Süleyman Mabedi’dir. Bu mabede Yahudiler,“Beth Hamikdaş” derken Müslümanlar, “Beyt’ül Makdis” adını verirler.
Süleyman Mabedi aslında Yahudi krallarından Hazreti Davud / David zamanında temeli atılan ve oğlu Hazreti Süleyman / Solomon tarafından inşası bitirilen bir ibadethanedir. Mabedin inşa tarihi M.Ö. 832’dir. Yani günümüzden 2849 yıl önceye dayanmaktadır. Bu da demektir ki, Kudüs şehri 2849 yıldır Yahudiler için kıbledir.
Süleyman Mabedi, M.Ö. 422 yılında Babillilerin Kudüs’ü istila edip İsrail Krallığına son vermesiyle birlikte yıkıldı. Mabed, Babillilerce özellikle yıkılır ve Yahudiler Babil’e sürgün edilir. Böylece Yahudilerin ilk zorunlu sürgünü başlar. Perslerle Babillilerin M.Ö. 539’daki savaşını Persler kazanır. Yahudilerin Kudüs’e ve Filistin’e dönüşlerine izin verilir. M.Ö. 352’de mabed, yeniden yapılır. Mabedin yeniden yapılışı sonrası Yahudilikte din adamlarınca Hanuka Bayramı başlatılır. (Hanuka Bayramı’nın çok daha sonra başlatıldığı yönünde görüşler de vardır. Yunan kralı Antihous’un yenilip mabedin putperestlerden temizlenmesi sonrası bu bayramın başlatıldığı da belirtilir.) Hanuka Bayramı, Adanma Bayramı anlamına gelmektedir. Mabede adanmak anlamına gelen bu bayramda, dindar Yahudiler Mezmurlarda geçen bir ifadeden esinlenerek şöyle dua ederler:
“Eğer seni unutursam ey Kudüs / Yeruşalim, sağ elim hünerini unutsun; eğer seni unutursam, eğer seni anmazsam, eğer Yeruşalim’i baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın!”
Hanuka Bayramını bazı Yahudi mezhepleri kabul etmez. Söz gelimi, Talmud ve Mişna’yı kabul etmeyen ve yalnızca Tora’ya iman eden Karay mezhebi... Aslen İsrailoğullarından Anan Ben David adlı bir din adamı tarafından kurulan Karay mezhebinin mensuplarının çoğu Hazar Türklerinin soyundan gelen Musevilerdir.
Hazreti Davud ve Hazreti Süleyman’ın mabedi yaptıkları yer, inanışa göre Hazreti İbrahim’in oğlu Hazreti İshak’ı kurban etmek istediği yerdir. İslam’a göre kurban edilmek istenen Hazreti İsmail’dir. Bilindiği üzere Yahudiler / İsrailoğulları İshak’ın, Araplar ise İsmail’in soyundan gelmektedir. Yani Yahudiler ve Araplar aynı soydandırlar. Deyim yerindeyse kuzendirler.
Süleyman Mabedi / Beth Hamikdaş M.S. 70’te bu sefer Romalılarca yeniden yıkılır ve o zamandan beri de yıkık vaziyettedir. Lakin o yıkıntılar üzerine Hicrî 72 yılında Emevî Halifesi Abdülmelik Bin Mervan tarafından Mescid-i Aksa inşa edilir. Süleyman Mabedi’nden bugüne ulaşan yalnızca “Ağlama Duvarı” adı verilen batı duvarıdır.
Kudüs’ün sadece Müslümanlar ve Yahudiler için değil Hıristiyanlar için de kutsal olduğu malumdur. Zira Kudüs’te, kutsal kabul edilen bölgede “Kutsal Kabir Kilisesi” vardır. Bu kilise, Hazreti İsa’nın Hıristiyan inancına göre çarmıha gerildiği, öldüğü, tekrar dirilip göğe yükseldiği yerdir.
Gelelim Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu iddiasına...
İddianın aksine Hazreti Muhammed, Mekke’den Medine’ye göçten önce ibadet sırasında Kâbe’ye yönelirdi. O sırada Kâbe henüz putlardan arındırılmış değildi. Buna karşın yine de ibadet sırasında Müslümanlar Kâbe’ye yönelmekte bir beis görmüyorlardı. “Böylece Kâbe’ye yönelerek edilen secde ile dolaylı olarak Kâbe’de bulunmakta olan putlara da ta’zim edilmekteydi,” şeklinde bir yorum yapmak, ne derece isabetli olur bilinmez ama yine de içerisinde putların bulunduğu bir yapıya yönelmek, kimilerine göre gerçekten ilginç bir durum arz etmektedir. “Edilen secde, Kâbe’ye yahut onda bulunan nesnelere değil Tanrı’yadır,” biçimindeki bir açıklamanın ikna edici olduğu muhakkaktır. Fakat o zaman sonradan yaşanacak olan kıble değişikliği olayının ve bu olaydan kaynaklanan şiddetli tartışmaların ayrıca izah edilmesi zorunluluğu da kendiliğinden açığa çıkmakta değil midir?
Nitekim Hazreti Muhammed, Medine’ye göç ettikten sonra ibadet sırasında Kâbe’ye yönelmekten vazgeçip Tanrı’nın esinlemesiyle Kudüs’e yönelmeye başladı. Müslümanlar, böylece yaklaşık on altı, on yedi ay kadar Kudüs’e yönelerek ibadet ettiler. Kimi tarihçiler, Kıble değişikliğinin, Hazreti Muhammed’in Yahudileri kazanma amaçlı bir eylemi olduğu görüşündedirler. Hatta kimi Kur’an yorumcuları da bu yönde görüşlere sahiptirler. Sözgelimi, ünlü Türk Kur’an yorumcusu Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.525’te şöyle demektedir:
“Resulullah... Mekke'de iken Ka'be'ye müteveccihen namaz kılardı. Medine'ye hicretten sonra Sahre'ye (Kudüs'e) müteveccihen namaz ile emrolunnıuştu ki, bunda Yahudileri İslam’a bir nevi te'nis (alıştırma) vardı.”
Muhammed Hamdi Yazır’ın bu husustaki görüşüne koşut bir görüş de Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından onaylı ve Suudî Devletince 1992 yılında bastırılmış “Kur’an- ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali” adlı Kur’an çevirisinin 21. sayfasında yer alan Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi’ndeki ilgili ayetlerin açıklamasında da yer almaktadır. Söz konusu açıklamada şöyle denilmektedir:
“Resulullah, Medine’ye geldikten sonra Müslümanlar on altı, on yedi ay kadar Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Bu durum Yahudilerin şımarmalarına, “Muhammed ve ashabı kıblelerinin neresi olduğunu bilmiyorlardı, biz onlara yol gösterdik,” gibi laflar etmelerine ve bunu etrafa yaymalarına sebep olmuştu. Resulullah, Allah’tan İslam’a kendi kıblesinin verilmesini niyaz etti. İşte bundan sonra Kudüs’ten Kâbe’ye dönülmesi emri geldi. Bunun üzerine Yahudiler ve münafıklar tekrar ileri geri konuşmaya başladılar. Aşağıdaki ayetler bu olayı anlatır.”
Bu açıklamanın ardından kıble değişikliği ile ilgili ayetlerin Türkçe çevirileri sunulmaktadır. Ancak biz burada kendi çevirimizi sunacağız.
Bu arada belirtelim ki, gerek Elmalılı Hamdi Yazır, gerekse Diyanet İşleri Başkanlığı onaylı Kur’an Meali’ndeki kıble ile ilgili bilgiler ilk dönem kaynaklara ve kimi hadislere dayanmaktadır.
(Bu konuda daha detaylı bilgiye ve ilk dönem kaynaklara ulaşmak için Ondokuz Mayıs Üniversitesi İslam Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. İsrafil Balcı’nın, İslamî Araştırmalar Dergisi’nde yayınlanan; “İslam’ın İlk Kıblesinin el Mescid’ül- Aksâ Olduğu İddialarının Kritiği ve Kıble Değişikliğinin Tarihsel Arka Planı” adlı çalışmasına başvurulabilir.)
Kur’an’ın Dişi Sığır Bölümü’nün 142, 143, 144 ve 145. sözlerinde/ Bakara Suresi’nin 142, 143, 144 ve 145. ayetlerinde kıble değişikliği olayı şu şekilde geçmektedir:
“İnsanlardan bir takım beyinsizler diyeceklerdir ki; ‘Daha önce yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?’ De ki; ‘Doğu da, batı da Allah’ındır. O dilediği kimseyi doğru yola ulaştırır.”
“İşte böylece biz, insanlar için örnek olasınız ve elçi de size örnek olsun diye sizi taşkınlıktan uzak bir topluluk kıldık. Biz senin yöneldiğin kıbleyi, yalnızca elçimize uyanlarla ondan ayrılıp geri dönenleri ayırt edelim diye kıble yaptık. Kuşkusuz bu, sadece, Allah’ın doğruya ulaştırdığı kimselerden başkasına ağır gelir. Elbette ki Allah, inancınızı boşa çıkaracak değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı çok acıyıcı ve bağışlayıcıdır.”
“Doğrusu, biz senin gözlerini gökyüzüne diktiğini görüyoruz. Onun için seni gönlünün dilediği bir kıbleye döndürüyoruz. O halde şimdi yönünü Kutsal Secdelik’ten yana çevir. Artık siz de nerede bulunursanız bulunun, hep o yöne dönün. Kuşkusuz kendilerine kitap verilenler, onun rablerinden gelen bir gerçek olduğunu iyice bilirler. Çünkü Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.”
“Andolsun ki, sen, kendilerine kitap verilenlere her türlü kanıtı sunsan da onlar yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar, birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Kuşkusuz sen, sana gelen bunca bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman elbette ki zalimlerden olursun.”
Görüleceği üzere o günün koşullarında Medine’ye göçün ardından, önce Yahudileri İslam’a alıştırmak için kıble olarak Kudüs belirlenmişken daha sonra onlara benzememek için son aşamada nihaî kıble olarak Kâbe netleştirilmiş bulunmaktadır.
Nitekim sonraki sözlerde / ayetlerde yani 148, 149. ve 150. sözlerde /ayetlerde bu netleşmeye vurgu yapıldığı görülmektedir.
“Kuşkusuz herkesin yöneldiği bir yön vardır. Öyleyse siz de iyilik yapmak için yarışın. Nerede olursa olsun Allah hepinizi bir araya getirir. Şu bir gerçek ki, Allah, her şeye güç yetirendir.”
“Bu nedenle, nereden yola çıkarsan çık, yönünü Kutsal Secdelik’e çevir. Elbette ki bu, rabbinden gelen bir gerçektir. Kuşkusuz Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
“Yine nereden yola çıkarsan çık, yönünü Kutsal Secdelik’e çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde size karşı kullanacakları bir dayanak kalmasın. Onların arasından zulmedici olanlara gelince, onlar, sakın sizi korkutmasın. Siz yalnızca benden çekinin ki, size olan nimetimi tamamlayayım. Ve umulur ki siz, böylece doğru yola ulaşabilirsiniz.”
Ancak ibadet sırasında dönülecek kıble konusundaki esas ilke Yahudilerle olan tartışmalardan bağımsız olarak 142. Sözde / Ayette gayet net bir şekilde ortaya konulmuştur. “…Doğu da Batı da Allah’ındır…”
Yine Dişi Sığır Bölümü 115. Sözde / Bakara Suresi 115. Ayette durum daha da netleştirilmiş vaziyettedir. Söz konusu sözün /ayetin Türkçe karşılığı şöyledir:
“Doğu da Batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü oradadır. Kuşkusuz ki, Allah kuşatandır, bilendir.”
Hazreti Muhammed’in Kudüs’e yönelmeden önce de Kabe’ye yönelmekte olduğunun en net ifadesi Dişi Sığır Bölümü 143. Sözde / Bakara Suresi 143. Ayette geçen şu ifadedir:
“Ve mâ cealnâ’l kıblet’elletiy kunte aleyhâ...”Daha önce yönelmekte olduğun kıble...
Bu ifade “çift kıbleli mescid / kıbleteyn mescidi” adı verilen ve kıblenin yeniden Kabe’ye çevrildiği Medine’deki mescidde Hazreti Muhammed’e vahiy olarak ulaşmıştır. Buna göre peygamber Kudüs’e dönmüş vaziyette namazda iken yukarıdaki söz / ayet gelir ve peygambere; “daha önce yönelmekte olduğun yöne doğru yönel...”denilir.
Görüleceği üzere İsrail ve Yahudi karşıtlığı için kullanışlı bir slogan olarak sürekli söylenen “Kudüs İslam’ın ilk kıblesidir. İlk kıblemiz işgal altında!” şeklindeki söylevler / nutuklar dinsel bir temele dayanmamaktadır. Dayandığı tek bir temel vardır o da siyasal ümmetçiliğin doymak bilmez oy ve iktidar hırsıdır.
Siyasal ümmetçilik, Yahudi karşıtlığı konusunda İslam’ın barışçıl özüne ve Kur’an’ın evrenselliği ilkesine taban tabana zıt olan bir kısım hurafelere ve uydurma hadislere bile başvurabilmektedir. Bunların en başında da İsrail’e ve Yahudilere hitaben; “Gün gelir arkasına saklanacak bir ağaç bile bulamazsınız!” cümlesine gizlenmiş olan Gargat Ağacı safsatasıdır.
Bu safsataya göre; “Kıyamete yakın bir zamanda Müslümanlar ile Yahudiler arasında bir savaş çıkacak. Doğadaki her nesne, arkasına saklanan Yahudi’yi Müslümanlara haber verecek ve Müslümanlar o Yahudi’yi bulup öldürecek. Ama yalnızca bir ağaç türü haber vermeyecek. Bu ağaç Gargat adı verilen bir Yahudi ağacıdır.” (Buhârî, Tecrid, IX, 73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; et-Tâc, I, 25.)
Kudüs meselesinin vicdanî ve imanî çözümü için İslam’ın en temel ilkesi olan hakkaniyet ilkesinin göz ardı edilmemesi elzemdir. Halkların, dinlerin ve kültürlerin kardeşliği çerçevesinde bizce Kudüs tarafsız bir statüye kavuşturulmalıdır.