25 Nisan'da tamamlanan Gezi Parkı davası kararlarında Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis, diğer yedi sanığa ise 18'er yıl hapis cezaları verilmişti. Bu karar henüz ikinci haftasına girmeden gündemdeki yerini maalesef kaybetti. Ülkenin sıcak tartışma konularının hengâmesi arasında bu hukuk katliamının da kanıksanması ve unutulması, benzer adımların gelmesini kolaylaştıracaktır.

Nitekim; TİP Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık verdiği bir mülakatta, “İmamoğlu’na siyaset yasağı getirip en büyük rakiplerden birini ekarte edecekler, Canan Kaftancıoğlu’nu tutuklayacaklar. Yine Gülen Cemaati kadrolarınca hazırlanmış ve elde tutulan dosyaların şüphelileri sanık haline getirilip tutuklanacak. Toplumsal muhalefeti hedef alan başka torba davalar gelecek. Bunlar gerçek olursa kim şaşırır?” dedi.

Ülkemizde sadece adı kalmış “hukuk”un tümüyle siyasi iradenin aracı haline getirilmiş olmasının sonuçlarını yaşamaya devam edeceğiz. Elinde böylesi güçlü bir araç bulunduran iktidar, asla kaybetmemesi gereken bir seçim için bu “etkili sopayı” neden kullanmasın ki? Hukuka, vicdana ve akla açıktan aykırı Gezi davası kararları sonrasında daha fecileri neden gelmesin ki?

Erdoğan “ Bu adam Türkiye'nin Soros'uydu. Gezi Olayları'nın perde arkası koordinatörüydü. Kusura bakmasınlar bu ülkede hukuk var, yargı var” derken, kişisel hükmünün yargı tarafından açıklanmasından memnuniyetini dile getiriyordu!

GEZİ DAVASININ SİYASİLİĞİNİ ZATEN İLAN ETMİŞLERDİ
Bazı hukuk davaları sonuçları itibari ile siyasi sonuçlar yaratabilir, bu sebeple dava sürecine siyasi müdahalelerin yaşandığı kimi durumlar olabilir. Ancak Gezi böyle bir dava değildi. Mesele mahkeme heyetinin bazı aşamalarda siyasi etkilere maruz kalması ve adli hatalar yaşanması değildi sadece. Dosyanın ilk oluşturuluşundan karara kadar, ‘dava’ hiçbir aşamasında hukuki değil, tümüyle siyasi bir operasyondu.

Anımsayalım, Şubat 2020’de Gezi Davası sanıkları beraat etmişler ve Osman Kavala’ya tahliye kararı çıkmıştı. Erdoğan “Bir manevra ile dün onu (Osman Kavala’yı) beraat ettirmeye kalktılar” diyerek bu “kalkışmayı bastırdığını” açıklamıştı! Kavala aynı gün 15 Temmuz davasından tekrar tutuklanmış, beraat kararı veren heyet hakkında soruşturma başlatılmıştı! Kısacası davanın hukuki olmadığı bizzat baş müşteki Erdoğan tarafından dünyaya ilan edilmiş, bu gelişmeler AİHM ihlal kararlarının gerekçeleri arasında sıralanmıştı.

İKİLİ HUKUK SİSTEMİNİN AÇIK ÖZELLİĞİ
Bilindiği gibi 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmalarının delileri olan dinleme kayıtları, hukuksuz elde edilmeleri gerekçeleri ile imha edilmiş ve dava kapatılmıştı. Gezi davasında bunun tam tersi yapıldı. Dosyadaki (zaten suç içermediği söylenen) hukuksuz dinleme kayıtları “yeniden kıymetlendirilerek” karara esas ve tek delil olarak kullanıldı. Tümüyle siyasallaştırılmış yargının yarattığı ikili hukukun kurumsallaştırılmasının bir örneğini daha yaşamış olduk bu karar ile.

Siyasallaşmış ikili hukukun eliyle artık (en ağır ceza olan) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının dahi verilebileceği ilan edildi. “Eskiden hükümdarın astığı astık, kestiği kestikmiş” durumunu yaşamıyor muyuz? Arada bir fark varsa o da, kararı hükümdarın bizzat açıklaması değil de hâkimlerden oluşan bir heyete açıklatması oluyor!

BU KARAR SADECE 'BİRİLERİNİN UĞRADIĞI HAKSIZLIK' DEĞİLDİR
Bu karardaki ağır hukuksuzluk ve vicdansızlık sadece “birilerinin uğradığı haksızlık” değildir. Bu hukuk ihlali yalnızca mahkûm edilenleri değil, hepimizi ağır bir hukuksuzluğa uğratmıştır. Siyasi emirlerle hukuksuz ağır cezaların verildiği bir ülkede yaşamak (tüm siyasi görüşlerden) herhangi bir vatandaşın arzu edeceği bir durum olabilir mi? Bugünkü muhalefet ittifakının iktidarında benzer bir hukuk skandalı yaşanmış olsaydı da, aynı kaygıları yaşamayacak mıydık?

Üstelik bu davayı karara bağlayan Mahkeme başkanının AKP’den milletvekili aday adayı olduğunu, iki yıl önce avukatlıktan yargıya geçtiğini öğrendik. Ayrıca bu Hâkimin hemşire eşinin de 15 Temmuz sonrasında FETÖ itirafçısı olduğu, amcasının oğlunun da AKP yöneticisiyken yargıya geçtiği ve Danıştay Genel Sekreter Yardımcısı olduğu açıklandı. Bu verilere bakıldığında, mahkeme başkanının “iradesinin rehin alınmış” durumda olduğu iddiaları görmezden gelinebilir mi?

Davanın görüşüldüğü yerin bir “mahkeme” olması, çıkan kararın bir ‘bağımsız yargı kararı’ olmasına yetmiyor! Öç alma ve olası benzer itirazları sindirme gayesi ile açılan ve sürdürülen bu dava sonunda hâkimler, siyasetin tepesinin (zaten baştan aldığı) kararı tebliğ etmiş oldular. Maalesef bu gibi ‘seçilmiş’ hâkimlerin il ve ilçe seçim Kurulu Başkanı oldukları bir seçime gidiyoruz önümüzdeki sene!

YARGILANAN VE CEZALANDIRILAN GEZİ RUHUDUR
Bu dava ele alınırken kararın sadece hukuksuz ve insafsız olduğu tespiti eksik olacaktır. Bu dava ile cezalandırılmak istenen Gezi itirazı, yirmi yıllık saray iktidarının maruz kaldığı en önemli tarihi dönemeç niteliğindeydi. Gezi’ye nasıl gelmiştik, yeri gelmişken kısaca anımsamakta yarar var.

AKP ilk iktidar döneminde (2002 – 2007) kendince uzlaşmacı ve demokratikleşmeci bir siyasal tavır sergilemişti. İkinci iktidar dönemlerinde (2007 - 2011) pompalanmış abartılı özgüvenleri öne çıktı, değişik kesimlerden aldıkları siyasal desteğe artık ihtiyaçları kalmadığını sergilemeye başlamışlardı. Üçüncü dönemde (2011- 2015) ‘demokratmış gibi görünme’ çabasını da iyice bir kenara bıraktılar. Saldırıya geçerken “devletteki geleneksel elitler, vesayetçiler ve ülkenin kaymağını yiyen beyaz Türkler” gibi açıktan sağcı-İslamcı popülist söylemlerle tasfiyelere başlamışlardı.

Haziran 2013 Gezi direnişi, bazı tarihi olayların ve simgelerin de mücadelesi niteliğindeydi. Erdoğan o günlerde Taksim Gezi parkında Toplu Kışlasını yeniden inşa edeceklerini söylüyordu. Bu kışla 1908’de ikinci Abdülhamit’in otoriter yönetimine karşı direniş sonucunda yıkılmıştı. Kışla replikasının inşası, halkın özgürlük ve demokrasi taleplerine karşı yürüttükleri tarihsel hesaplaşma çerçevesinde planlanmıştı. Her projenin aynı zamanda bir rant getirisi yönü ‘olmazsa olmazları’ olduğu için bu plan bir AVM görümündeydi.

Gezi direnişi, iktidarın bu tarihi hesaplaşma ve rövanş planlarının gerçekleştirmesine engel oldu, o yapıyı oraya inşa edemediler. Tasfiye ve rövanş planları bozulunca, iktidarın siyasal anlayışının zihni temelinde zaten bulunan sert, saldırgan ve despotik yüzü daha erken görünür oldu.

Bu çerçeveden bakılınca, yargılanan ve cezalandırılanın aslında Gezi’nin talepleri ve halkın despotizme karşı özgürlükçü dik duruşu olduğu daha açık görülmektedir. Bu karar; Gezi direnişinin haklılığına, meşruluğuna karşı bir meydan okuma ve AKP’nin yürüttüğü tarihsel hesaplaşmanın son manevrası niteliğindedir.

İKTİDARIN TEK KORKUSU GÜÇLÜ TOPLUMSAL İTİRAZ
Saray iktidarı kendi haline bırakılırsa hiçbir denge ve denetleme mekanizmasını asla kabul etmiyor, başına buyrukluğa artan ivmeyle devam ediyor. Ancak görmezden gelinemez nitelikte güçlü toplumsal itirazlarla ayağını biraz gazdan çekme ihtiyacı duyuyor. Denetimsiz göç sorununa gösterilen güçlü toplumsal tepkiler sonucunda konuyu artık önemsediklerini dile getirmeleri, bu tespite son örnek oldu.

AKP’nin en korktuğu güç hep, kendi haline bırakıldığında baş edemeyeceği kadar büyüyüp etkili olacağını düşündüğü Sivil Toplum olmuştur. Lidersiz Gezi direnişinin iktidarı bu denli şiddetli korkutmasının en önemli sebebi, hareketin muhalif siyasi partilerden değil örgütsüz sivil toplumdan gelmiş olmasıydı. Gezi davası kararında ağır cezalara çarptırılanların her birinin etkin Sivil Toplum liderleri olmaları boşuna değildir. Bu ağır kararlar ile sivil toplumun kendisini savunusu sert bir şekilde cezalandırılmak istenmiştir.

Dokuz yıl önceki Gezi itirazları güç sarhoşu iktidarı sarsıp biraz kendine getirmişti. Son Gezi kararıyla sokağa çıkanlara güçlü bir karşılık vereceklerini ilan edilerek toplumsal muhalefete etkin bir set çekmeye çalışıyorlar. Bunu yapmazlarsa, yani güçlü toplumsal itirazı korkutarak baştan engelleyemezlerse, başladığında durduramayacaklarını biliyorlar. Bu yüzden siyasallaşmış hukukun sopası ile itiraz edenleri yıldırmaya devam edeceklerdir.

İktidarı yitirmemek için “hedef seçtikleri birilerine eziyet, seyredenlere ve diğerlerine ibret” diye özetleyebileceğimiz politikalar dışında seçenek göremiyorlar.