Türkiye’de toplumsal ve siyasal yaşamda dinin etkisinin sürekli arttığı bir dönemdeyiz. Nitekim eğitimde dini derslerin hem sayısı hem de içeriği genişlerken siyasette de dini referansların hem retorik hem de pratik anlamda frekansı yükseliyor. Bunun doğal sonucu olarak “din adamlarının” yani ilahiyatçıların, müftülerin, imamların, şeyhlerin, dinî cemaat liderlerinin her alanda öne çıktığını görmekteyiz. Bu öne çıkış, yeni bir problem alanını da beraberinde getirmektedir.
Bu cümleden olarak özellikle belirtelim ki, din bilginlerinin / din görevlilerinin söylem ve eylem birliği konusunda büyük bir krize sürüklenmekte oldukları her geçen gün daha da görünür hale gelmektedir. Buna dinsel bir tabirle, “iman – amel uyuşmazlığı” diyebiliriz.
Halk deyimiyle; “ele verir talkını, kendi yutar salkımı” denilen bu durumun daha net anlaşılabilmesi için birkaç örnek vermek yerinde olacaktır.
Din âlimleri, halka verdikleri vaazlarda ve yayınladıkları kitaplarda, teorik olarak “haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olduğunu” Hz. Muhammed’in bir hadisini refere ederek anlatırken, kendileri, neredeyse, halkın maruz kaldığı hiçbir haksızlığa itiraz etmemektedirler.
Türkiye’de yaşanan adaletsizlik ve hukuksuzluklar karşısında hiçbir din bilgini / din görevlisi sesini yükseltmemektedir.
Din bilginleri / din görevlileri, işlenen cinayetler ve özellikle de kadın cinayetleri konusunda ortaya anlamlı ve etkili bir tavır koymamaktadırlar.
Bin bir türlü kumpaslarla insanların cezaevlerine atılması da onları ilgilendirmiyor görünmektedir.
Siyasî söylemlerinde dini refere eden ve dindar olduklarını iddia eden politikacıların sırf siyasî çıkar uğruna alenen yalan söylemeleri karşısında din bilginleri / din görevlileri, yalanın günah olduğunu ve dindar bir kimseye yalan söylemenin yakışmadığını haykıramamakta, tam tersine neredeyse söylenen yalanlara destek olmaktadırlar.
Politikacıların ve siyasi iktidarın yandaş ve memurlarının yaptıkları yolsuzluk ve hırsızlıklar karşısında imanının gereği olarak ortaya atılıp, “siz ne yapıyorsunuz?” diyen bir din bilgini / din görevlisi yoktur.
Kur’an kurslarında ve cemaat yurtlarında çocuklara tecavüz edilirken sesini yükselten bir din bilginine de rastlanmamaktadır.
Siyasal iktidar, halkı, inanan – inanmayan, laik – dindar diye bölüp birbirine düşürmeye çalışırken ve yarattığı karşıtlıktan yararlanarak siyasi ömrünü uzatmaya gayret ederken hiçbir din bilgini bunun büyük bir zulüm olduğunu iktidar sahiplerinin yüzlerine haykırmamaktadır.
İktidarın ve iş çevrelerinin halka / çalışanlara reva gördüğü asgari ücret sefaletine itiraz eden din bilgini de bulunmamaktadır.
Din bilginleri / din görevlileri, sokak çocukları ve evsizler konusunda da suskundurlar.
Daha nice örnekler verebiliriz.
Ama görüyor ve biliyoruz ki, yaşanan bunca günahın ve zulmün karşısında hareketsiz ve sessiz kalan hatta bazen günahlara ve zulme arka çıkan din görevlileri, iktidar yalakalığı konusunda pek mahirler. Her Cuma günü, camileri iktidarın siyasi propaganda merkezi haline getirmekten çekinmeyen din görevlileri, dini siyasete alet etme pervasızlığından utanmak şöyle dursun, utanma duygusunun köküne kibrit suyu dökmeyi neredeyse dindarlık olarak takdim etmektedirler.
Oysa Hazreti Peygamberin ifadesiyle; “utanma duygusu imandandır!”
İktidarın ve sosyokültürel konjonktürün kendilerine sağladığı yüksek maaşlarla, lüks makam araçlarıyla, gösterişli kıyafet ve konforlu konutlarla halka kanaatkârlığı, sabrı ve şükrü telkin eden din bilginlerimiz / din görevlilerimiz, böyle yapmakla dini ve dinî değerleri alenen çiğnediklerinin aslında farkındadırlar. Ama buna rağmen girdikleri yoldan dönmeyi akletmiyorlar. Zira o zaman ellerindeki dünya nimetlerini yitireceklerini düşünüyorlar. Bu da gösteriyor ki, din bilginleri / din görevlileri için dünya nimetleri Allah korkusundan ve ahiret vaatlerinden daha önemlidir.
Türkiye’de yaşanan adaletsizlik ve hukuksuzluklar karşısında anlamlı sayıda bir din bilginleri topluluğunun bir araya gelip bir kınama yahut bir itiraz bildirisi yayınladıkları görülmüş değildir. Tam tersine din bilginleri, Muaviye’nin sarayındaki sözde ulema gibi bugünün iktidarının destekçisi, paraziti ve payandası durumundadırlar.
Söz gelimi; Gezi Parkı direnişi sırasında gençlerin katledilmesi karşısında bırakın kınamayı, sözde dinsel izahlarla (Ulu’l- emre itaat vb.) katliamı, meşrulaştırmaktan geri durmamışlardır.
Söz gelimi; kaza süsü verilen Soma vb. maden katliamlarında iktidarın sorumluluğunu kader inancını refere ederek ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.
Söz gelimi; siyasi iktidar, mezhepçi politikalarla Suriye’ye müdahaleyi neredeyse bir cihat anlayışı içinde halka kabul ettirmeye çalışırken onlar da verdikleri vaazlarla Müslüman’ın Müslüman’ı katletmesine destek olmuşlardır.
İşte tüm bunlar ve burada ifade etmediğimiz başka nedenlerden ötürü din bilginleri kitap yüklü eşekler olarak nitelenmeyi hak etmektedirler. Bu niteleme bize ait değildir. Doğrudan doğruya Kur’an’a aittir.
Evet, Kur’an, imanının gereğini yerine getirmeyen din bilginlerini kitap yüklü eşeklere benzetmektedir.
Bu benzetme Cuma Bölümünün 5. Sözünde / Cuma Suresi’nin 5. Ayetinde geçiyor:
“Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”
Bu ayette Yahudi din bilginleri için, Tevrat’ı bildikleri halde onu hayatlarında uygulamamalarından ötürü eşek benzetmesi yapılmaktadır.
Nasıl ki Tevrat’ı bildiği halde onu uygulamayan Yahudi din bilgini eşeğe benziyorsa Kur’an’ı bildiği halde onu uygulamayan Müslüman din bilgini de eşeğe benzemektedir.
Zira tıpkı bir eşek gibi taşıdığı yükün ne olduğunun farkında değildir.
Hafızalarında binlerce Kur’an ayeti olup da onlarla amel etmeyen sözde din bilginleri / din görevlileri, taşıdığı yükten habersiz eşekler gibidir.
Kur’an, zulme sessiz kalma derken susan din bilgini / din görevlisi eşektir.
Kur’an, cinayete sessiz kalma derken susan din bilgini / din görevlisi eşektir.
Kur’an, adaletsizliğe ve hukuksuzluğa sessiz kalma derken susan din bilgini/ din görevlisi eşektir.
Kur’an, milletin bölünmesine, birbirine düşürülmesine yani fitneye sessiz kalma derken susan din bilgini / din görevlisi de eşektir.
Kur’an, yoksulun, yetimin itilip kakılmasını dini yalanlamak olarak nitelerken asgari ücrete itiraz etmeyen din bilgini / din görevlisi eşektir.
Kur’an, haksız yere cana kıymayın derken Gezi’de 8 gencin katledilmesine ses çıkarmayan din bilgini / din görevlisi eşektir.
Kur’an, sizin ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa adaletten sapmayın derken adalet talep edenlerin terörist diye nitelenmesi karşısında susan din bilgini / din görevlisi eşektir.
Evet, Kur’an’a göre, ayetlerin hükmüne uygun davranmayıp susan din bilginleri / din görevlileri eşektir. Peki ya susmayı bırakın, zulme alenen destek, cinayetlere pervasızca ortak olan, katliamlara dilleri ile katılan, halkın soyulmasına göz yumup katkı veren din bilginleri / din görevlileri hangi sıfatı hak etmektedir?
Onu da müminlerin ferasetine bırakalım.
Bu arada ifade edeyim ki, çok az sayıdaki duyarlı din bilginlerini / din görevlilerini yukarıdaki ithamlardan tenzih ediyorum. Az sayıdalar. Öyle ki bir elin parmak sayısını geçemeyecek kadar azlar. Zira çoğunluk olsaydılar zalimler zulmünü icra ederken bu denli pervasız olamazlardı.