Akademi, hakikatin ve düşüncenin en steril biçimde arandığı yer olmalıdır. Ancak son yıllarda, bu “kutsal alan” dahi insan doğasının karanlık yönlerinden biri olan iftiranın, sessiz ama ölümcül zehriyle kirleniyor.

İftira artık sadece bir “karalama” değil; kariyerleri sonlandıran, itibarları paramparça eden, kurum kültürünü içten çürüten bir stratejik silah haline geldi.

1. Akademik İftira: Bilginin Kalesinde Gerçeğin Katli

Akademide iftira çoğu zaman açık bir saldırı şeklinde değil, sözde şüphe, ara söylentiler, rapor maskesi altındaki yargılar biçiminde tezahür eder.

Sıklıkla:

Hakem değerlendirmelerinde kişisel sabotaj,

Atama-jüri süreçlerinde bilinçli karalamalar,

”Mobing” maskesiyle yapılan reputasyon yıpratmaları gibi hallere bürünür.

Pierre Bourdieu, akademik alanı “sembolik sermaye savaşı” olarak tanımlar. Bu savaşta iftira, görünmeyen bir silahtır: Ne kurşun izini bırakır, ne ses yapar ama hedefi tam kalbinden vurur.

2. Sosyal Psikolojide İftiranın Dinamikleri

Sosyal psikolog G.W. Allport, dedikodu ve iftirayı “grup içi hiyerarşiyi belirleyen en etkili sosyal manipülasyon biçimi” olarak tanımlar.

İftiranın akademide bu kadar yaygınlaşmasının bazı psikodinamik sebepleri:

Statü kaygısı ve rekabet stresi

Alanlar arası görünmez kast sistemi

Duygusal zeka eksikliği ve çatışma çözüm yetersizliği

Bunların üzerine bir de etik eğitimin zayıflığı ve hesap verebilirliğin yokluğu eklendiğinde, iftira sadece bireyleri değil, bilimsel üretimi bile çürütür hale gelir.

3. İlişkilerde İftira: Güvenin Sessiz Katili

Akademik ilişkiler, görünürde “rasyonel” olsa da, özünde oldukça kırılgandır.

Bir dedikodu cümlesi, bir e-posta alt metni, hatta bir sessizlik… Bunlar profesyonel dostlukları ve kariyer ortaklıklarını kolayca yıkar.

İftira nedir?

Gerçeği çarpıtmak değil sadece; gerçeğe *dönüşebilecek ihtimalleri* kurgulamak ve bunu dolaşıma sokmaktır.

İbn Haldun, iftirayı “devletleri çökerten ilk manevi virüs” olarak tanımlar. Modern üniversiteler de küçük birer devlettir; kültürleri, anayasaları ve meşruiyet mücadeleleriyle.

4. Değerler Krizi: Hangi Bilim, Hangi İnsan?

Bir üniversitede iftira varsa, orada sadece bir birey değil, değer sistemi çökmüştür.

“Bilim ahlakı” artık makalelerle değil, arka odalarda yapılan kulislerle ölçülüyorsa, orada bilgi değil sadece güç dolaşımdadır.

İftira ile mücadele, sadece hukuki değil, kültürel ve vicdani bir görevdir.

“Bir akademisyenin itibarı, yaptığı yayınlardan önce, sustuğu yalanlara gösterdiği tepkidir.

5. Çözüm: Sessizlikle Değil Cesaretle

İftira karşısında sessizlik, faile cesaret verir.

Her kurum

Etik denetim birimlerini güçlendirmeli,

Anonim ama doğrulanabilir şikayet mekanizmaları kurmalı,

İftiraya uğrayanları yargılamadan önce korumalıdır.

Ayrıca değer temelli eğitim, sadece öğrencilere değil, akademik personelin tüm katmanlarına uygulanmalı.

Son Söz: Zekânın Zayıf Noktası

İftira, zekice görünebilir. Çünkü ince stratejilerle, hukuken iz bırakmadan uygulanır.

Ama uzun vadede en zekice şey, doğruluğu korumak, duyulmamış olanı duyurmak ve susulmuş adaletin sesi olmaktır.

Bilgi güçtür, evet. Ama bilgiyi adaletle taşımayan güç, bir gün kendini yer.

Soru:

“İftira bir kuruma yayılmışsa, birey olarak ne yapılabilir?”

Cevap:

Kendi mikro ahlaki alanınızı korumak, tanık olduğunuz iftiraya sessiz kalmamak ve gerekirse yazılı tanıklıkta bulunmak bile bir zinciri kırmaya yeter. Sessizlik örgütsel şiddetin en büyük besinidir.

Duam:

“Tanrım, bize doğru olanı savunacak cesaret, yanlış olanı fark edecek sezgi ve sessiz kalmayacak vicdan ver. Kelimelerimizi adaletle kullanmayı, bildiklerimizi yalanlara karşı korumayı nasip et.”

Sevgili takipçilerim yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle sağlıkla kalın