Prof Dr. Reşat Kaynar şunları vurgular: “Tarihçiler, Halet Efendi Devrini bir ibret dersi olarak ele almışlar. Şahsi vasilik idarelerinden sorumlu olan, münhasıran şef olandır. Nüfuz ve kudret ise, etrafındaki evet efendimci ve huluskarlarındır. Bunlar; şefin nüfuz ve kudretini birer ticaret malı olarak yüksek fiyatlarla satarlar. Zulümlerine karşı, şeflerini kalkan yaparlar. Onları alet gibi kullanırlar. Onun adına rüşvet alırlar. Fakat şef, bütün bu olanlardan habersizdir. Murakabeyi önlemek için feragat ve ideal kıymetleri makbul sayan dürüst insanları, ya sindirirler veya saldırıp ezerek sustururlar; umumi hizmetlerden mahrum ederler. İşte Halet Efendi, böyle bir devrin klasik tipidir…” (İ. Saygılı, Şark Meselesi, s.42)

Yeniçeri ordusunun kaldırılması sırasında Sadrazam Hacı Salih Paşa; “Ocak kalkarsa Padişahımızı ne ile zapt ederiz” itirafından bulunmuş. Sokullu Mehmet Paşa için, hasımları kurdukları “devlet adamı öğütme” değirmenini hızla çalıştırmış. Sadrazam Rauf Paşa dahi bundan nasibini almış: “Mideci ve huluskar” genç, cesur ve akıllı biri olan Rauf Paşanın, azledilip idam edilmesi planlanmış. Ancak II. Mahmut; “kallavi başına çok yakışıyor, o başa kıyamam” diyerek oyunu bozmuş. Bundan 15 yıl sonra ise; aynı Rauf Paşa yeniden Sadrazamlığa atandığında ıslahat isteklerini; “güzel amma, artık kallavi de bizi kurtaramaz” diyerek karşı koymak zorunda kalmış; korkak ve pısırık davranmıştır.

Alemdar Mustafa Paşa’nın deyimiyle; “ıslahatçı Selim’e kıyan Enderun,” sonraları daha birçok kişiyi kıymıştır. Alemdar’ı da kündeye getirmiş. Enderun gibi düşünen Rumeli Ayanı; o nedenle Alemdar Mustafa’nın uzun ömürlü olmasını önlemiştir.

III. Selim hal edildiği sırada şehzade Mahmut (II.), sarayın çatısına çıkarak kaçmaya çalışır. Kendisini kovalayan cellat Ebe Selim’in hançerinden Alemdar tarafından kurtarılır; tahta oturtulur. O da padişahlığı sırasında bu Alemdar’a kıymış. “Evet efendimci huluskar” olan devlet adamları ile Enderun’un oyununa gelmiş. Hukuk devleti olmak yolunda önemli atılım sağlayan bu yenilikçi Sadrazamın yolunu kesenlere göz yummuş. Alemdar Mustafa’nın Padişah ve Ayan’ı “frenleme sübapı” olarak oluşturduğu “Senet-i İttifak” etkisiz bırakılmış. Sorumsuz ve sorgusuz bir idarenin Halet Efendi devri dönemine dönüşmesi yolu açılmıştır!

Bab-ı Ali ve Ayan’a yetki tanıyan bu Senet-i İttifak akti nedeniyle, baş çuhadar İhriboyun Ömer Ağa, padişahı kışkırtmış: “Bu senet sizin bağımsızlığınıza dokunur. Lakin reddi de kabil değildir. Şimdilik çaresiz tasdik olunup sonra da fesih ve ilgasına bakılmalıdır” diye telkinde bulunmuş. Bu zorunlu onaydan sonra II.Mahmut, kendisini cellat elinden alan kurtarıcısını feda etmekten sakınca görmemiştir. Sonra hatasını anlamış; otuz yıllık saltanatı döneminde karşılaştığı sorunları hukuk yönetimleriyle çözmeye çalışmıştır. Ancak son pişmanlık yarar sağlamamıştır. III. ve IV. İvan zamanlarında temeli atılmış olan Çarlık siyasetinin sonuç vermesine neden olur. “Hünkar İskelesi” Antlaşmasını imzalamak zorunda kalır. Ordunun Mısır’da 1839’da yenilmesi üzerine, üzüntüden ölür.

“Halet Efendi devri” tanımı; Osmanlı’daki rüşvet ve rüşvetçiliğin genel adıdır. Bu düzenin aktörlerini, saptayabildiğimiz ölçüde sıralamakta yarar vardır. Kuşkusuz rüşvet verenler de, alanlar da adaletten yakayı sıyırmışlar ve varlık içinde yaşamışlar. Fakat tarih mahkemesinde “hırsız” veya “hain yönetici” olarak mahkum olmaktan kurtulamamışlardır. Örneğin;

. Osmanlı’nın ilk askeri örgütü olan “Yaya sınıfı” kurulduğunda sadrazam Çandarlı Kara Halil Paşa; listeye yazdığı herkesten para almıştır. Fakat kimsenin kılı kıpırdamamıştır.

. Çandarlı’nın oğlu Ali Paşa da rüşvet almış. I. Beyazıt’ı ikna edip İstanbul kuşatmasını kaldırtmış; ama ününden bir şey kaybetmemiştir.

. III. Murat, rüşvet alanlara sert tepki göstermiştir. Fakat kendisi ilk kez rüşvet alan padişah olarak tarihe geçmiştir. İsfendiyaroğlu Şemsi Paşadan 40 bin altın almıştır.

. Kanuni’nin sadrazamı Rüstem Paşa, hizmetleriyle değil; rüşvetçiliğiyle meşhur olmuştur.

. Mahmut Paşa; Mısır’a vali olmak için bürokratları rüşvete boğmuş. Ki daha sonra Sultan Abdülaziz de “özel yat” karşılığında vali İsmail Fazıl Paşaya “Hidiv” unvanı vermiştir.

. İran Seferinin serdarı Mustafa Paşa, rüşvet karşılığında ordunun alt görevlerine atamalar yapmıştır.

. Nafıa Nazırı Garabet Artin Davut Paşa, Yahudi Banker Hirsch’ten rüşvet almıştır.

. Topal Recep Paşa; Sadrazamlığı 50 bin altına satın almıştır.

. Rumeli Beylerbeyi Mehmet Paşa; asker maaşlarının bozuk sikke ile ödenmesine 200 bin akçe karşılığında razı olmuştur.

. Lazkiye Kadısı Mehmet Efendi, huzura gelen davacıdan rüşvet almış, davalı daha fazlasını verince onun lehine karar vermeyi ilke yapmıştır.

. Sadrazam Nedim Paşa (Nedimof); 1875 mali krizinin açıklanmasından bir gün önce elindeki senetleri satarak herkesten fazla çıkar sağlamıştır.

Yenişehir Naibi Bekir Efendi; taraflardan rüşvet almadan davaya bakmamıştır.

. Şeyhulislam Mehmet Ataullah Efendi birçok makama, rüşvet karşılığında atama yapmıştır.

. Bahriye Nazırı Hasan Paşa; gemi inşa etmek için her yıl devletten ödenek almış. Fakat 25 yıl içinde bir tek gemi teslim etmemiştir. 3 milyon sterlin tutarında bir servet sahibi olmuştur.

. II. Abdülhamit’in güvendiği danışmanı (akıl hocası) Arap İzzet Paşa; zimmetine geçirdiği 7 milyon 500 bin dolar ile Amerika’da yatırım yapmıştır.

. Anadolu Kazaskeri Muslihüddin Paşa, rüşvetçi “oğlan pezevengi” lakabıyla ünlenmiştir.

. Anadolu Kadıaskeri Hocazade, okuryazar olmadığı halde rüşvetle makam elde etmiş; verdiği rüşveti kat kat geri almıştır.

. Sadrazam Sinan Paşa, İngilizlerden rüşvet almıştır.

. III. Mehmet’in akıl hocası Sadettin Efendi; padişahı etkilemek için İngilizlerden rüşvet almıştır.

. Hırsızın hırsızı iyi tanıdığını ispatlayan olay; Sadettin Efendi’nin Sadrazam Hadım Hasan Paşanın aldığı rüşvetleri yazdığı defteri ele geçirmesidir. Bunun sonucu Hadım Hasan asılmıştır.

. Paris elçisi Halet Efendi; Napolyon’dan rüşvet almıştır.

. Rumeli Kadızadesi Memikzade ile Anadolu Kadıaskeri İmamzade; rüşvet almış. Kara Abdullah (Mevkufati) bunu “Divan” önünde açıklamış. Fakat bir yaptırım olmamıştır.

. Derviş Aşçı Dede İbrahim, sattığı devlet mallarının parasını cebine koymuş; soranı olmamıştır.

Osmanlı döneminin rüşvet olaylarıyla ilgili ilk yargılama ve cezalandırma olayı; Cumhuriyet döneminde gerçekleşir. Düvel-i Muazzama’ya olan Osmanlı borçlarını ödeyen Türkiye Cumhuriyeti; Bahriye Nazırı Mahmut Muhtar Paşayı, 17 yıl sonra, 1929’de “Yüce Divan”da yargılar. Mahmut Muhtar, Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa’nıın oğludur. Baba sadrazam, oğul nazır olarak “baba-oğul” kabinesinde yer alır. 1912 yılında hükümet, “Times İron Works” adlı İngiliz şirketine 60 bin Sterline 3 gemi sipariş eder İlk taksit olarak 20 bin Sterlin, “Anadolu Demiryolu Kumpanyası”ndan alınarak ödenir. Fakat şirket; para alamadığı iddiası içinde batar (ilk taksitin rüşvet olduğu sanılmıştır) Konu 1914’te Meclis-i Mebusan gündemine gelir; ancak hasıraltı edilir. O nedenle 1929 yılında TBMM’de ele alınır. “Anayasa ve Adalet Komisyonu” Mahmut Muhtar Paşayı suçlu bulur Bu nedenle Haziran ayında Eskişehir “Yüce Divanı\Divanı Ali”de yargılanır; 3 Kasım’da verilen kararla 20 bin Sterlin’i ödemeye mahküm edilir. Eşi prenses Nimetullah ile Mısır’a kaçar. Bunun üzerine bütün mallarına el konur.

. Cumhuriyet döneminde oluşan olaylardan biri; Suat Hayri Ürgüplü olayıdır. Şüphe üzerine “Adalet Divanı”na sevk edilir ve aklanır.

. 27 Mayıs İhtilali ile Yassıada Özel Mahkemesinde yargılanarak idama mahküm edilen Dışişleri Bakanı F. R. Zorlu’nun ise, ihtilalden önce “mister yüzde beş” lakabı yayılmıştır.

. Başbakan Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel; Mıgırdıç Sellefyan ile birlikte sahte ihracatla vergi iadesi aldığı gerekçesiyle hapse mahküm edilir.

. Başbakan Turgut Özal; Bakanlarından İsmail Özdağlar’ı “yüce divan”a sevk eder, cezalandırır.

Fakat kendi ailesi “Jaguar” davasıyla gündeme oturur.

. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, İSKİ Genel Müdürünü rüşvet aldığı gerekçesiyle adalet önüne çıkartır. Fakat sonrasında seçimi kaybeder!

. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Erdoğan; çocuklarını dostlarının himmetiyle okuttuğunu açıklayarak politikaya başlar. Sekiz yılın sonunda dünyanın sayılı zenginleri arasına girer. Bu da kamu ihalesi alanların bağışlarıyla oluşan “havuz” ve “vakıflar” ile görülmemiş zenginliğe ulaştığı şayiası yayar.

. Arkada küfür ederken yüze gelince, “padişahım çok yaşa” diyen türdeki insanların; “yeniyorsa da çalışıyor” anlayışı; Mahmut Paşalara rahmet okutuyor.

. Sedat Peker’in açıklamaları; Türkiye’de gelinen durumu gösteriyor.

. Sezgin Baran Korkmaz ile rüşvet ve hediyenin nasıl “çökme” halini aldığı gösteriyor.

. “Halet Efendi” devrinin ihyası, artık sürpriz sayılmıyor!

******

Yeni modayla “Osmanlı torunları” olmakla övünür olduk. O nedenle Osmanlı’nın yaşadığını yaşar olduk.

Dedelerimiz ve babalarımız olmak üzere üç kuşak; Lozan’dan 1954 yılına kadar Osmanlı borçlarını ödedik. Osmanlı torunları olarak da üç kuşağı borçlandırıyoruz.

Osmanlı torunu olduğumuzun ikinci işareti, Reza Zarrab ve Sezgin B. Korkmaz Halet Efendi Devri’nin ihyasıdır. Bu iki kişinin besledikleri; yeni Enderun zenginlerini ortaya koymaktadır.

Yeraltı dünyasının aktörleriyle kara para aklama dünyasının makbul temsilcilerinin araç olduğu “çökmeler” ile Türkiye’nin “itibarı” yerle bir olmuştur.

Hükümetten emniyete, adaletten işadamlarına kadar kirli ilişkiler birer birer ortaya çıkıyor! Vakıfbank ve daha dramatik olan SBK olaylarıyla Türkiye; ABD tarafından yargılanıyor.

Bu durum, Osmanlı’nın Duyunu Umumiye ile fiilen güdülmesi ; bağımlı hale gelmesi benzeri bir gelişmedir.

Oysa günümüz iktidarı, saray yaşamı ve israfını “itibardan tasarruf olmaz” diyordu!

******

Sedat Peker’in tetiklemesiyle kamuoyuna gelen SBK dramı; devletin ne denli çürümüş olduğunu; “ekonomik büyüme” denilen büyümenin aslında bir ardak ağaç (içten çürümüş) hal olduğunu gösteriyor. Tipik örneği; rahmetli Vehbi Koç “Cumhuriyeti” kurmaylarından birinin bağımsız işadamı olarak kirli işle anılır olmasıdır.

Can Kıraç susuyor!

Koç kurumsallığ aynı bütünden ayrılıp iktidara gelen Demokrat Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi gergin rekabet döneminde bile yıpranmadan büyümüştü. Vehbi Beyin çocukları ve torunları ile de kurumsal saygınlığını korumuştur.

Ancak Can Kıraç; Vehbi Koç sonrasında ayrı bir işadamı olmaya soyunmuş. Çocukları, torunları; kimlerdir. Tecrübesiz, ihtiraslı veya şımarık yeni bir kuşağa sahip midir; bilmiyorum.

Merak ettiğim; Can Kıraç’ın o tür gençlerin etkisi içine mi girmiştir? Bu yüzden geleneksel “Koç” anlayışına ters bir akıntıya kapılarak mı SBK bağlantıları içine girmiş? Kirli ilişkiler organizasyon gölgesi ile bulanıklaşmış durumdadır!

******

Türkiye; her zamankinden çok daha dindar iddiasında bulunan bir hükümet tarafından uzun süredir yönetiliyor. Ama gelişmeler, bunun aslında dindarlık değil, dincilik olduğunu gösteriyor. Çünkü hem toplumsal örfi ahlak, hem dini ahlak ve hem de yasalarla modernleşen ahlak; hiçbir zaman günümüzdeki gibi yozlaşmamıştır,

de büyük bilge E. Kant, bilgeliğin ispatı olan bir öngörüyle yozlaşmanın varacağı kerteyi vurgulamış: “Din, Tanrı’ya uygulanmış ahlaktır” der. “Varlıklar her şeyin kendi içinde bir değer olduğunu fark edemeyen ve kainatla bütünleşmeyen bir zihin; dindar değildir (…) Tanrısalla ilişki-temas, insanı farklılaştırır, farklılaşmayı belirler” (Ayşe Sucu).

Dini kurallarla yönetimi sürdüren Osmanlı Devleti’nin “hasta adam” olarak nitelenmesine ve tükenişine neden olan inanç istismarı ve ahlak yozlaşması içine Türkiye’nin savrulması; kimi yarar sağlıyor. Ve kimler tarafından gerçekleştiriliyor.

“Kanun diye kanun diye” kanunu tepeleyenler gibi; din diye diye dinin öngördüğü ahlak tepeleniyor!

******

Rüşvet sözcüğü, Arapça’dan Türkçe’ye geçmiştir. Aslı, “rişvat” ve “raşa”dır. Kaşgarlı Mahmut’un 1072-1074 tarihli Divan-ı Lügat-ı Türk” adlı sözlüğünde; “orunç” sözcüğüyle ifade edilir. 1901 tarihli Şemsettin Sami’nin “Kamus-u Türki” sözlüğünde ise; “haksız bir iş gördürmek için bir memura verilen ücret veya hediye” olarak tanımlanır.

Kuran bu kavrama olarak yer vermemiştir. Ancak “haram” kavramını “rüşvet” kavramı bu anlamda kullanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber; “rüşveret alana, verene ve ikisi arasında aracılık edene Allah lanet etsin” diye buyurmuştur. Ne şekilde olursa olsun, “hazineye verilmeyen hediye haram” diye belirtmiştir. Böylece İslam hukukunda peygamber hadisleriyle hediyenin de rüşvet olduğu ve bunun hazineye verilmemesinin haram; alıp da hazineye vermeyenin lain olduğu kabul edilmiş; cezası 79 değnek olarak belirlenmiştir. Devlete zarar verirse, cezası idamdır.

Bu kavram, Babil’in Hammurabi Kanunları, Mısır’ın Anastasia Papirüsleri, Hint Arthaçastra’sı, Roma’nın “Oniki Levha’ları, Tevrat ve İncil ve benzerlerinin müeyyideleri ile ceza konusu edilmiştir. Bunlardan anlaşıldığı gibi rüşvet, ilk çağlardan beri toplumları rahatsız eden bir virüs olmuştur.

İslam peygamberi, modern toplumlardaki vergi olan “zekatın” tahsili için maaşlı kimseler görevlendirmiş. Bu memurlardan biri olan Beni Selim kabilesinden Abd-Allah’ı, Yemen’e göndermiş. O ise, topladığı zekatın bir kısmını, “hediye” diye kendisine ayırmış. Bunun öğrenen Hz. Muhammed; “bu kişi evinde otursaydı o hediyeler kendisine gelir miydi?” diyerek kınamıştır.

Sonrasında ise; halifeler “hediye” bile kabul etmemiş. Sadece Halife Osman “hediye” sevmiştir. Zaten rüşvet de Onun zamanında başlar. Halife Ali, “bir hediyeyi hazineye katmayan kimse, haindir” der. Halife Ömer ise; “haramın iki kapısı vardır; biri rüşvet diğeri zina yapan kadının aldığı paradır” der.

Halife Osman’ın akrabası olan Muaviye (bin Ebu Süfyan); hazineden dağıttığı hediye ve rüşvetle; İslam’da haram olan hanedanlığı ve sonra oğlunun veliahtlığ için biat toplamış; saltanat kurmuştur. Amr bin al-As gibi birçok önde gelen adamları satın almıştır.

Tanzimat’tan sonra da Osmanlı; devlet adamlarının Kuran’a el basarak yemin etmesi, “rüşvet almayacağı” kavramı konmuştur.

İlk kez Sultan Mecit, 11 Aralık 1849’da Kuran’a el basarak; ”her ne ve nasıl nam ve tevil ile olursa olsun, rüşvet almayacağıma, hediye kabul etmeyeceğime…” diyerek yemin etmiştir.

Ne var ki edilen yemin; Paris Büyükelçisi Halet Efendi’nin Napolyon’dan rüşvet\hediye almasını önlemeye yetmemiştir. Ki bu olay, Osmanlı’da rüşvetin kapısını açmıştır.

Osmanlı’nın günümüz Rıza Zerrab’ı; Selim Melhame’dir (?-1937) Beyrutlu Marinu bir sarrafın oğlu iken, babasından öğrendikleriyle İstanbul Kapalıçarşı’ya gelip çıraklık yapmış. II. Abdülhamit’in “Yıldız İstihbarat Teşkilatı”na girmeyi başarmış. Bab-ı Ali’ye dağıttığı rüşvetlerle maden\maadin yataklarını denetimine almış. 1893’de “Maadin ve Orman Nazırı” olmayı becermiş. 15 yıl nazırlık yapmış. Bedros Kuyumcuyan:’ı kendine müdür yapmış. Madenleri işletmek için yabancılara -1861 Nizamnamesine dayanarak- 100 kadar imtiyaz vermiş (kendisinden önceki 3-0-40 yılda verilen imtiyaz sayısı 32’dir). Sonunda 30 milyon Franklık varlık edinmiştir.

Bir diğer rüşvet zengini de, II. Meşrutiyet’ten sonra evi basılan Bahriye Nazırı Hasan Rahmi Paşa’dır (1842-1923). Aralık 1907 ile Temmuz 1908 arasında bir buçuk yıl nazırlık yapmıştı. Köşkünde bulunan kasada 12 çek (200 bin liralık), 1000 altın lira, çeşitli şirketlerin hisse senetleri, mücevherler, tapular ve 700 bin Osmanlı lirası olmak üzere, dört milyon Franklık varlık ele geçiriliriştir (İ. Saygılı, Şark Meselesi).

rüşvet zengini olurken halk; “ata bindim ovada\ yağ erittim tavada\ balık baştan kokarmış\ geç öğrendim dünyada” tekerlemesi ile tepkisini ortaya koymuştur.