Altınorda devletinin sona ermesinden sonra “knezler“in birleşmesiyle Çarlık Rusya Devleti’ni kurulur. Sonraki süreçte Doğu Avrupa’dan Kore yarımadasına kadar olan Kuzey Asya topraklarına egemen olur. Sibirya tundralarıyla Baltık -buz- denizinin dejavantajlarını aşmak için de “sıcak denizlere ulaşmak” amacına yönelir.

Sıcak denizlere ulaşmakta Osmanlı İmparatorluğu engel oluşturuyordu. Bu yüzden düşmanlık şeklini alan çeşitli savaşlar süreci başlamıştır.

Savaşların ilki; Deli Petro-Katerina döneminde gerçekleşen Kaynarca savaşlarıdır. Sonuncusu da, “93 Harbi” olarak bilinen 1877-1878 savaşıdır. Ki Ruslar, Kars ve Ardahan’ı işgal ettiği gibi, batıda da Yeşilköy’e (Ayastefanos) kadar gelmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu ise; İkinci Viyana seferinden itibaren gerileme sürecine girmiştir. Buna karşın İngiltere; Osmanlı yerine sıcak denizlere egemen olmaya başlamış; güneşin batmadığı imparatorluk haline gelmiştir.

Çarlık Rusya için artık Osmanlı yerine İngiltere görülmeye başlanır. Ancak Osmanlı’ya yönelttiği askeri tehdidi İngiltere’ye yöneltmek yerine, farklı bir strateji uygular. Bu süreçte İngiltere; genişleme politikası izleyen Rusya Devleti’ne karşı, Kırım harbinde Osmanlı Devleti’ni destekler. Maliyesi darlıkta olan Osmanlı Devleti’ne kredi açar. Buna karşılık Kıbrıs adasına sahip olur. O günden bugüne üsleri durmaktadır.

Rusya; İngiltere ve Fransa gibi, Osmanlı Devleti’ni diplomasi yoluyla etkilemeye çalışır. Nedim Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesiyle ilk kez İngiltere ve Fransa gibi Bab-ı Ali’ye etkin olur. Mısır Hidivi isyanının bastırılmasında Osmanlı Devleti’ne destek verir. Karşılığında “Hünkar İskelesi Ticaret Anlaşması” gerçekleştirir. Osmanlı’nın Avrupalı devletlere vermiş olduğu imtiyazlar (kapitülasyonlar) kadar olmasa da; belli avantajlar edinir.

Zaten Avrupalılar, İtalya ve Almanya birliğini ortaya çıkaran 1815’deki Viyana Kongresi’nde, Osmanlı Devleti’ni “hasta adam” olarak niteler. Rusya da “hasta adam” mülkünü paylaşma amacındaki İngiltere ve Fransa ile gizli ilişkiler geliştirmeye koyulur. İtalya’nın Trablusgarp’a çıkarma yaptığı 1911’den sonra Osmanlı’nın tasfiyesi ve mallarının paylaşılması için gizli anlaşmalar gerçekleştirir. Sykes-Picot, bunların en önemlisidir.

İngiltere ve Fransa azınlıkların, Rusya da Slavların koruyucusu olarak Osmanlı Devleti iç işlerine karışır. Sırp veliahdının Saraybosna’da suikasta uğraması bahanesiyle de, Birinci Dünya Paylaşım Savaşı start almış olur. Almanya liderliğindeki Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğunun oluşturduğu Bağlaşıkİttifak karşısında Müttefikİtilaf devletler karşı karşı karşıya gelmiş oldu!

Osmanlı Sarayı, II. Wilhelm ile kurduğu dostluk sonucunda ordusunu Alman subaylarının yönetimine vermişti. Buna rağmen Osmanlı hükümetiBab-ı Ali; Alman cephesi karşısındaki İngiltere ile ittifak kurmak girişiminde bulunur. Fakat yüz bulmaz. Üstelik İngiltere’ye sipariş ettiği ve parasını ödediği iki dretnotu almak için leventler göndermesine rağmen, teslim alamaz (günümüzde parası alınıp verilmeyen F-15’ler gibi).

Çıkan savaşın Osmanlı topraklarını etkileyeceği kesinleşmişti. Böylesi bir kanı içindeki Bab-ı Ali; düşman donanmasından kaçarak İstanbul’a gelen iki Alman savaş gemisini satın aldığını ilan eder. Ardından da Alman subaylar komutasında ve levent giysileri giydirilmiş Alman askerleriyle Karadeniz’e yollar. Rus limanlarını bombalayarak Almanlar karşısındaki Rusya’ya yeni cephe yaratır.

***

Birinci Dünya Savaşı sürecinde Çarlık Rusya orduları; Anadolu içlerine doğru; Trabzon-Erzincan hattına kadar ilerler. Bulgaristan’a kadar Avrupa’yı ele geçirmiş olan Hitler ise; Çanakkale ve İstanbul boğazlarından Karadeniz’e çıkarak Çarlık Rusya’yı çevirmek istiyordu.

Buna karşın İngiliz, Fransız ve İtalyan deniz kuvvetlerinden oluşan “İtilafmüttefik devletler” donanması da Karadeniz’e ulaşarak Rusya’ya lojistik destek vermek istiyordu. İttifakbağlaşık” devletler blokuna meydan vermemek için, 1915’te Çanakkale’den İstanbul’a ulaşma harekâtı başlattı. Ancak denizde Cevat (Çobanlı), Kara’da Mustafa Kemal (Atatürk) beyler liderliğindeki Osmanlı güçlerine yenildiler. Ve Ukrayna üzerinden Rusya içlerine ilerlemekte olan ittifak devletleri (Alman bloku) karşısında Çarlık Rusya’ya destek ulaştıramadı.

1917’nin OcakOctobr ayına varıldığında; Lenin önderliğinde ayağa kalkan Rus yurtseverleri; “Octobr Devrimi” gerçekleştirir. Çarlık düzeni yıkılır. Yeni Rusya (SSCB) yönetimi; İtilafmüttefik devletlerden ayrılır; savaştan çekilir. Savaş öncesinde yapılan gizli anlaşmalardan vazgeçer. Osmanlı terekesinden pey kapmak yerine; bağımsızlık savaşı veren Anadolu direnişine destek vermeye yönelir.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşı; İtilaf devletler zaferiyle sonuçlanır. Müttefik devletler topluluğu, başatı olan Almanya ile Osmanlı devletleri, beyaz bayrak çekmek zorunda kaldı.

Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalayarak teslim oldu. Çanakkale’de hüsran yaşayan İttifak devletler donanması; 13 Kasım 1918 günü Dolmabahçe sarayı önüne demirledi. 3 Kasım’da da İngilizler Musul’u işgal etti.

İngiltere; İtalya’ya vaat edilmiş olan İzmir’e, 15 Mayıs 1919 günü Yunanlıları çıkarttı. Bu işgale sıkılan “ilk kurşun”; Anadolu Kurtuluş Savaşını başlatan kıvılcım oldu.

“17 Octobr” devrimi gerçekleştiren SSCB yönetimi; emperyalizm karşısında Anadolu özgürlük savaşını destekledi. Çölde bir damla suya hasret kimsenin galonlar dolusu su bulması gibi; Kuva-yı Milliye de galip devletlerin bütün silah ve cephanelere el koyması karşısında Sovyet yardımını buldu. Ulaşan askeri yardım; Müdafa-i Hukuk milislerinin duyduğu ihtiyacı büyük ölçüde karşılar.

Çarlık Rusya-Osmanlı İmparatorluğu arasında süregelen kronik düşmanlığın yerini dostluk alınca; hem İtilaf devletleri, hem Osmanlı Sarayı için sürpriz oldu.

***

Sovyet Rusya’nın Türk Kurtuluş Savaşına verdiği destek; Cumhuriyet idaresi tarafından vefayla karşılık bulmuş; anıtlaştırılmıştır:

Kurtuluş savaşı simgesi olan Taksim’deki “Özgürlük Anıtı” bu vefanın da simgesidir. Ön yüzünde Gazi Mustafa Kemal var. İki yanında Fevzi Paşa ile İsmet Paşa bulunuyor. Bu üçlünün arkasında da Sovyet devrimi liderleri olan Arlov ile Frunze görülüyor.

General Frunze; Ukrayna’da Çarlık yanlı kuvvetlernii yenen generaldir. Ukrayna Sosyalist Cumhuriyeti lideri ve Moskova’daki “Polit Büro” üyesidir. TBMM, 23 Nisan 1920’de toplandığının üçüncü günü, Sovyetler Birliği’nden yardım talebinde bulunur. Bunun üzerine Frunze, Ankara’ya gelir. Talep edilen yardımı planlar. Ankara-Moskova antlaşması imzalar. Top, tüfek, makinalı tüfek, milyonlarca mermi ve İtalya’dan satın alınacak silahlar için bir ton altın verilmesini kabul eder. 1925 yılında öldüğünde, Moskova’daki “Kremlin Duvarı” dibindeki 1. resmi mezarlıkta, Lenin mezarının arkasına defin edilir.

Arlov ise, Frunze’den sonra Ankara’ya gelen Sovyet diplomattır. Sovyet Devrimi liderlerindendir. Zengin Kuçar aile mensubu olmasına rağmen Çarlık yönetimi karşısında yer almıştır. Rus gizli örgütü olan GRU’nun kurucularındandır. 1922 yılında Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz hazırlıkları yaptığı Akşehir’e gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa, onu habersiz olduğu CigidiyaGöksu köyüne götürmüş. 1969 yılında yaşama veda eden Arlov; Moskova’daki Novodevici adlı ikinci resmi mezarlığa defin edilmiştir.

(( 70 haneli olan köy o zamanki sakinleri, 1850 yılında Çar 1. Nikola döneminde Osmanlı topraklarına kaçan Kazakların ikinci nesliydi. Kril alfabesi kullanmaya, Rusça konuşmaya devam ediyorlardı. Rusya’daki geleneklerini aynen sürdürüyorlardı. Kiliseleri ikonlarla süslüydü. Bu insanların tümü 1950’ler sonrası Rusya’ya dönmüştür. Bir kısmı Amerika’daki akrabalarının yanına göçmüştür.

Lenin’in bulunduğu “Kremlin Duvarı Dibi” mezarlığında Stalin, Brejnev, Andropov, Çernenko ve Yuri Gagarin (Soyuz ile uzaya giden ilk kozmonot) bulunuyor.

Novodevici mezarlığında ise Nikola Kruşçev, Boris Yeltsin, Gogol, Çehov, Prokofiev, Mayakovski, Satakoviç ve Nâzım Hikmet bulunuyor.)

***

TBMM ilk diplomatik ilişkiyi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilk tanıyan da o devlettir.

Türkiye Cumhuriyeti ile SSCB dostluğu, bir efsane olmuştur.

Zaten Büyük Taarruz’da 1. Ordu komutanı Sakallı Nurettin Paşa, 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa, Doğu cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa; Rusça bilen komutanlardı. Bu özellik; ilişkileri olumlu etkilemiştir.

SSCB, askeri yardımla da yetinmemiş: 1917 Ocak ayından sonra kaçıp İngiliz işgali altındaki İstanbul’a gelmiş olan “Beyaz Ruslar” arasına sızan ajanlarıyla da yardımı sürdürmüştür. Bu ajanlar Beykoz’da “istihbarat evi” kurmuş. Anadolu’ya silah ve mühimmat gönderen yurtsever MMG ile işbirliği yapmış. Matbaalarında gerçekleştirdiği kaliteli baskılarla Anadolu’ya giden subaylarımız için pasaportlar ve vize sağlamıştır.

Sovyetlerin AG23, AG24, AG25 adlı denizaltı gemileri, Sivastopol ile İnebolu arasında mekik dokuyarak yardım ve güvenlik sağlamıştır.

Türk yurtseverleri; Karadeniz’de “Bahriye Kaçakçı Müfreze” ile büyük hizmetler yapmıştır. Hayrettin, Yıldız, Şükran, Mebruke, Midilli ve Selamet adlı motorlar; Aydın Reis ve Preveze gambotları, Gazal römorkörü, Dara yelkenlisi, Sandık vapuru vb ile silahlar; varillerle akaryakıt taşımıştır.

Bütün bu ilişkiler, bugün Türkiye’nin Stalin kafasıyla Ukrayna’ya yaklaşan Putin Rusyasını haklı göstermeye gerekçe olamaz. Çünkü her birey ve her ulus, kendisiyle ilgili her türlü kararı vermek hak ve özgürlüklerine sahiptir. Bu ilke ve anlayış; barışın temelini oluşturur.

***

SSCB ile Türkiye arasında; 1947’den itibaren soğuk rüzgarlar esmeye başladı. II. Dünya savaşı sürecinde dostluk sona erdi. Stalin; “Deli” Çar I. Petro gibi “sıcak denizlere inme” politikasıyla Türkiye’den taleplerde bulundu. Kars ve Ardahan üzerinde haklarının olduğunu öne sürdü. Boğazlar yönetiminde –Montrö’ye rağmen- hak sahibi olmak istedi.

( Aslında bunun öncesi de vardır. Stalin, Türkiye’nin kendileri yanında savaşa girmesini ister. 12-17 Ağustos 1942 tarihinde Moskova’da İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve ABD’nin Rusya Büyükelçisi W. Averell Harriman ile yaptıkları görüşmede bunu ister. Bu yüzdendir ki Churchill, Adana’da İnönü ile görüşür. Türkiye’nin tarafsızlıktan ayrılmamasından sonra 28 Kasım-1Atralık 1943 tarihinde ABD Başkanı Roosovelt, İngiltere Başbakanı Curchill ve Stalin; Tahran’da toplantı yaparlar. Stalin, -Türkiye savaşa sokulmalı-ısrarını sürdürür. Bundan sonra Roosvelt ile Churchill Kahire’de İnönü ile görüşürler. İnönü; yine savaşta taraf olmayı rededer. Savaş gidişatının belirlenmeye başladığı 4-11 Şubat 1945 tarihinde Frankine Roosevelt ve Winson Curchill; Ukrayna’nın Yalta kentinde Stalin ile toplantı yapar. Ancak Stalin, Türkiye ilgili talebini gündeme getirmez bile. Aktif tarafsızlığı sürdüren Türkiye ise, bundan 2 ay sonra galip devletler yanında savaşa girdiğini ilan eder. İnönü için; -kafasında 40 tilki gezer de kuyrukları birbirine değmez- nitelemesi yapılır…)

Stalin tehdidi karşısında Türkiye; sürdürdüğü “aktif tarafsız” veya “tam bağımsız” politikadan kayma refleksi içine girdi. 1946’da çok partili sistemi başlatarak demokratik Batı’dan –günümüzdeki Ukrayna gibi- destek aradı. 1950’den itibaren de NATO bloku içine –bir tugayı Kore’de feda etmek pahasına- girerek “tam bağımsız” politikadan uzaklaşmaya başladı.

(Günümüz Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye; benzer bir politika uygulamaya gayret ediyor. Ancak iki tarafla olan organik bağları ve NATO üyeliği nedeniyle tarafsızlığı konusunda kuşkular taşıyor!)

Savaş sonrasındaki dünya ise; ABD ile SSCB arasında “soğuk savaşı” sürecine ve gerilim politikası cenderesine girdi.

İki süper devlet arasındaki rekabet, yüzyılımızda uzayda da devam ediyor. Sovyetler, Supuntnik-1 ile öne geçti. Uzaya ilk araç, ilk canlı ve ilk insan gönderme başarısını gösterdi.

Buna karşın ABD’de 1969’da Ay yüzeyine J. Armstrong’u indirdi.

Uzaydaki yarış, 1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi ile yavaşladı. Yerine teknolojik yarış hız kazandı. İki devlet arası rekabetin zorlukları yaşanmaya başladı. Psikolojik üstünlük sağlama çalışmaları yürüttü. Ancak Güney Kore ile Singapur, teknolojide ikisini de geçmiş gözüküyor.

SSCB rejimi, 1917 Octobr Devrimi amacından uzaklaşması sonucunda 1991 yılında sona erdi. Rusya, Çarlık dönemi politikaları içine girdi. Putin; kaybolanın ardına düşmüş görünüyor.

Türkiye ise; nüfusu, yüzölçümü, ekonomisi ve ordusu ile dünyadaki büyük 20 devletten biri olarak görünüyor. Ama dış politika ve ekonomik tercihleri ile Osmanlı zafiyetleri içine girmiş bulunuyor. İç politikadaki patrimonial yönetim anlayışı ve dış politikadaki egzantriklikler ile “büyük” sözcüğünün uzağına düşüyor. Partizan anlayışla iktidarı kaybetmeme psikozu içindeki bir hükümet kaprisleriyle rasyonalistlikten uzaklaşılmıştır.

Oysa Mustafa Kemal’in yaptığı ve Che Guevera’nın dediği gibi; bazı şeyler kaybedilmeden kazanmak” olanaklı olunmayacağının bilinmesi gerekir. Çünkü özel ya da tüzel her kişi; “kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilir” her zaman.

***

İnişli çıkışlı ilişkilerle Suriye’de ikinci kez komşu durumuna gelen Türkiye; Rusya’nın Ukrayna ile uzlaşması için arabulucu olmaya çalışıyor.

Oysa kendisi; NATO üyesidir. Komşusu Suriye’ye yönelik politikasıyla barışı ihlal eden, Suriye’nin “toprak bütünlüğüne saygı” duyduğunu açıklayarak parçalanmasına katkı yapıyor. Uçağını düşürdüğü Rusya’nın Ukrayna ile olan savaşında arabulucu olmaya çalışıyor.

Kuşkusuz barış için yapılan ve yapılacak her girişim, alkışlanmaya değerdir.

Ancak barışı istemek ve anlaşmazlıkları gideren arabuluculuk yapmak; her şeyden önce inandırıcı olmayı gerektirmektedir.

Rusya, NATO etkisi altına girdiği gerekçeyle Ukrayna’ya saldırdı. Türkiye ise; o NATO’nun en büyük askeri gücü olan ikinci orduya sahiptir.

Ukrayna’ya sürekli İHA ve benzeri askeri malzeme satmayı alenen sürdürüyor.

Buna rağmen savaşan tarafların kendisine güvenmesini, aracı olmasını umuyor.

Ayrıca Ukrayna, Rusya karşısında askeri güvence arıyor. Rusya’nın NATO’ya tepkili olması nedeniyle yeni bir taktik ortaya koydu: 8 ülkenin kendisine garantör olması talebiyle müzakere masasına oturdu.

Yani, NATO olmadı ama yerine örtülü NATO olsun istiyor.

Çünkü garantör olmasını istediği devletlerin tümü, NATO içinde olan devletlerdir. Bunlardan biri de Türkiye’dir. Ve arabuluculuk yapmaktadır.

Sanki Rusya da Ukrayna’yı kendi karşısına dikenin NATO’cular olduğunu bilmeyecek kadar eblehdir.

Rusya-Ukrayna anlaşmazlığının giderilmesi için taraflar, ilk kez Belarus’ta bir araya geldiler. Tarafların uzlaşma eğilimini fark eden Türk hükümeti, hemen ortaya atıldı. Ekonomik sorunlarla bunalmış olan halkımızın dikkatini başka alana kaydırmak, oylarındaki erimeyi önlemek amacıyla arabuluculuk aktörlüğe soyundu. Belarus’tan başlayarak yapılan 6 görüşmeden ikisi Antalya ve İstanbul’da yapıldı. Ne silahlar sustu. Ne savaş nedeniyle kaçışlar sona erdi.

Görüldü kadarıyla Rus ve Ukrayna halkları savaşa karşıdır. Türkiye ile Azerbaycan gibi “bir millet iki devlet” olduklarını düşünüyor. Halk gibi bu savaşı istemeyen askerlerin sayısı da azımsanmayacak ölçüdedir.

Irak’ta, Arap Baharı’nda ve Suriye’de bir NATO devleti olarak davranmış olan Türk hükümeti; böyle bir sabıkayla Rusya ve Ukrayna için nasıl inandırıcı olacağını, önce milletimize anlatması gerekir.

(29 Mart 2022 itibarıyla).