Cumhurbaşkanı Erdoğan 19 Ekim’de İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi’nin açılışında çok çarpıcı açıklamalar yaptı. “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için çıkılan yolun, en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır. Fikri iktidarımızı, kökü ve ruhu itibariyle bize ait olmayan bir medeniyete kaptırmamızın sebebi bu sapkın akımların önlerinin bilinçli bir şekilde açılmasıdır” dedi.
Yıllardır eğitim sistemini zaten tam olarak inanç çerçevesinde yürüttükleri halde alınan sonuçlardan Erdoğan’ın hiç tatmin olamadığı anlaşılıyor. "Eğitim-öğretimde-kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı, fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimizi düşünüyorum" diyen Erdoğan bu başarısızlığın tek sebebi olarak “Batı tipi modernleşme sapkınlığı”nı görüyor.
Bugüne kadar yapıldığı gibi müfredat tadilatının çözüm için yeterli olmayacağını, aileden başlanarak eğitim sisteminin inanç üzerinden topyekun yeniden düzenlenmesi gerektiğini söylüyor Erdoğan. “Tek vazgeçilmezimiz inancımızın naslarıdır (emirleridir). Okul öncesinde ve ilkokulda tek ihtiyacımız olan değerlerini iyi bilen, inancına, kültürüne, tarihine, diline sahip çıkan insanlar yetiştirmektir. Bu değişim sıradan bir müfredat tadilatının ötesinde, topyekûn bir eğitim ve öğretim reformunu gerektirir” diyor.
Erdoğan’ın bu temel yaklaşımına uygun bir icraat geçen hafta basına yansımıştı, hatırlayalım:
MATEMATİK DERSİ YERİNE DİN DERSİ
Uzun pandemi arasından sonra kısmi yüz yüze eğitime ilk, orta ve liselerde 12 Ekim’de başlandı. 8 Ekim’de yüz yüze eğitim ders çizelgesini açıklayan Milli Eğitim Bakanlığı, iki gün sonra bu çizelgeyi değiştirdi. Din dersinin yüz yüze eğitim dersleri arasında olmamasına ‘yukarıdan’ sert eleştiri gelmiş olmalı ki, derhal yeni düzenleme yapıldı. İlkokul 4. sınıfların yüz yüze ders programında 3 saat öngörülen matematik dersi 2 saatine indirildi ve yerine bir saat Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi eklendi. Din eğitimi, toplam 11 farklı ders içinde yüz yüze eğitimde ihmal edilemeyecek önemde görülen 6 dersin arasında yerini aldı.
Ekonomik sorunların, işsizliğin ve yoksulluğun ağır şekilde yaşandığı şu dönemde “eğitim meselesi” toplumun acil sorunlar listesinin başlarında yer almıyor görülebilir. Ancak şu önemli perspektif asla ihmal edilmemelidir ki, ülkede yaşanan tüm önemli sorunların kökeni ve sebepleri aynı şeylerdir. Ekonomi ve yoksullaşmada geldiğimiz durumun nedenleri her neler ise, eğitim sisteminde komple çöküşün sebepleri de aynı iktidar paradigmalarından, politikalarından kaynaklanmaktadır.
İktidar eliyle ayrıştırılmış ve kamplara ayrılmış ülkemizdeki tüm toplumsal-siyasal kesimlerin kanaatlerinin birleştiği nadir konu vardır. Bunlardan belki de ilk sırada geleni, ülkede eğitim sisteminin kalitesizliği ve hatta dökülüyor olduğunun kabulüdür. Eğitim sisteminin sonu belirsiz yap-boz yöntemleri ile sürekli değiştirilmesinin ve başarısızlıklarının ana sebebi, inanç eksenli eğitim ve imam hatipleşme projelerindeki ısrar ve inatlarıdır. Bu konuları Destek yayınlarından çıkan “Eğitimde Çöküş, İnanç Eksenli eğitim ve sonuçları” adlı kitabımda geniş şekilde ele alıştım.
Eğitim meselesinde bu noktalara nasıl geldik, kısaca anımsamak yararlı olacaktır.
HER ŞEY 4+4+4 SİSTEMİ İLE BAŞLADI
2012’de çıkartılan 4+4+4 eğitim sistemi ile ortaokullar ve liselerden sonra ilk kez ilkokul 4. sınıflara da zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi konması yanında, ortaokullar ve liselerde “seçmeli din dersleri” de konuldu. Sözde “seçmeli” olan bu derslerin uygulamada zorunlu hale getirileceği öngörüleri kısa sürede doğrulandı.
12 Eylül Anayasası ile zorunlu hale getirilen “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” (DKAB) derslerinin (laik anayasa nedeni ile) dinler ve mezhepler üstü, tarafsız bir içeriğe sahip olması gerekiyordu. Zaten bu sebeple dersin adı “Din Eğitimi” değil, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” konulmuştu. Zorunlu din derslerinin uygulamada doğrudan “din eğitimi” içerikli olması AİHM ve Danıştay tarafından hukuka aykırı bulunmuştu. Ancak tüm karşıt yargı kararlarına rağmen bu derslerde doğrudan Sünni İslam din eğitimi verilmesinden geri adım atılmadı.
Zorunlu din dersiyle birlikte ortaokul ve liselerde verilen din içerikli seçmeli dersler (4+4+4 sistemi ile) haftada 7 saate kadar yükseltildi. Ortaokullarda bu derslerin toplam haftalık süresi, İmam-Hatip Ortaokulunda görülen dini derslerden yalnızca 1 saat azdır. Ayrıca bu ‘seçmeli’ dersler bir kere seçilince okul bitene kadar cayma hakkı da yoktur. Bu sistemde din dersleri zorunlu iken felsefe grubu ve bazı matematik grubu dersler seçmeli hale getirildi.
DAYATMA DİN EĞİTİMİ SONUÇ VERİYOR MU?
Din derslerinin haftalık ders programlarında saatleri artırılırken ÖSYM’nin düzenlediği tüm sınavlarda din eğitim soru adetleri de gitgide artırıldı. LGS’de (Lise Geçiş Sınavı) 90 sorudan 10 tanesi (soruların yüzde 11’i) Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden geliyor. Bu merkezi sınav sisteminde, din eğitimini önemseyen ve bu derse daha sıkı çalışan çocukların avantajlarının artırıldığı görülüyor.
Din eğitimi bu kadar önemseniyor ve ortaokuldan başlayarak çocuklara zorla öğretiliyor ya, acaba yeterince öğretilebiliyor mu? Üniversite sınavına giren liseli öğrencilere uygulanan Alan Yeterlik Testinde (AYT) Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden sorulan 6 soruya tüm öğrencilerin verdiği ortalama doğru cevap sayısı 2018’de 2 iken, 2019’da 1’e, 2020’de 0,6’ya düştü. Diğer bir deyiş ile, 2020 de tüm öğrencilerin din dersi sınav sonucu ortalaması 10 üzerinden sadece 1 (bir)! Çocuklara tüm okullarda din ve ahlak bilgisinin de doğru düzgün öğretilemediği görülüyor!
BİLİMSEL SEKÜLER EĞİTİM VE 4. SANAYİ DEVRİMİ
Gelişmiş dünyada Erdoğan’ın arzuladığı tarzda bir eğitim sistemi ile kalkınmış tek ülke yok. Sanayileşmiş, ekonomik olarak kalkınmış refah ülkelerine baktığımızda, bunların tamamının laik-seküler ve bilimsel eğitim ile bu seviyelere geldikleri çok açık görülmektedir. Yaşanan sanayi devrimlerini kısaca hatırlayacak olursak;
* İlk sanayi devrimi (1.0) 1784’de su ve buhar gücünü kullanarak mekanik üretim sistemleri ile ortaya çıktı.
* İkinci sanayi devrimi (2.0) 1870’de iş bölümüne dayalı, elektrik enerjisiyle seri üretimin devreye girişi ile firmaların iş gücünü bayağı bir arttırmıştı.
* Üçüncü sanayi devrimi (3.0) 1969’da imalatın otomasyonunu ileri safhalara taşımayı başaran elektronik ve bilgi teknolojilerinin devreye girişiyle sağlandı ve dijital devrim olarak adlandırıldı.
* 4. Sanayi Devrimi, (Endüstri 4.0) ise 2012’de siber-Fiziksel Sistemlere dayalı üretimin devreye sokulması ile oldu. Bu yeni sistem siber-fiziksel sistemler, bulut teknolojileri, akıllı ve karanlık fabrikalar, nesnelerin interneti, öğrenen robotlar, sanal gerçeklik ve 3 boyutlu yazıcılar gibi yüksek teknoloji içerikli bileşenlerden oluşmaktadır.
Endüstri 4.0 çağını yaşayan dünya ile rekabette başarı şansının olmayacağı bilindiği halde, din eksenli eğitimde ve toplumun dinarlaştırılmasında neden ısrar ediliyor olabilir ki?
TOPLUMUN DİNDARLAŞMASINDA ISRAR NEDEN?
Siyasal partiler halka daha iyi bir yaşam sunma vaadi ile iktidara gelirler. Daha çok iş, daha çok refah, daha iyi eğitim, daha insani ve özgür yaşam olanakları sağlayacaklarını söyleyerek kitlelerin onaylarını alırlar. Nitekim AKP de böyle yaptı; 2002 de tek başına iktidara gelirken topluma “yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla (üç ‘Y’ ile) mücadele” edeceğini vaat ederek seçmenin oyunu aldı. “Sizleri daha da dindarlaştıracağım, ülke yoksullaştıkça dine daha çok sarılacağım, din eğitimini anaokullarına kadar indireceğim” diyerek iktidara gelmeleri mümkün müydü?
Yeni kuşakların daha da dindar yetiştirilmelerinde kilit rol üstlenen Milli Eğitim Bakanlığı yanında Diyanet de toplum mühendisliğinde çok önemli işlevler üstlendi. Bugünkü Diyanet artık topluma dini hizmetler sunmaktan çok toplumu dönüştürmek, iktidarın siyasal amaçları doğrultusunda ülkenin sosyal ve kültürel yapısını biçimlendirmek üzerinden faaliyetlerini yürütüyor. Köy okullarının kapatılıp, geri çekilen öğretmenler yerine köylere bolca imamın atanması da aynı çabanın ürünüdür. Her yıl düzenli artan, onlarca bakanlığınkinden büyük bütçeler bu sebeple ayrılıyor DİB’e.
Diyanetin söylem ve tutumları toplumun huzuruna, iç barışına, küreselleşen dünyaya entegrasyona hiçbir katkı sağlamadığı gibi, hızla gelişen dünyadan kopuşu körüklüyor. Bu siyasal yaklaşımın eğitime, üretime, istihdama, kalkınmaya, ülkenin dünya rekabetinde öne çıkmasına ve dolayısıyla halkın refahına hiçbir katkısı olmadığı çok açık ortadadır.
DEMOKRATİK-LAİK DEVLETTEN BUGÜNLERE
Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan dünyadaki 52 ülke arasında yönünü medeniyete ve bilime çeviren tek örnek ülke Türkiye idi. Bu batılılaşma ve gelişme tabi ki Atatürk’ün başlattığı devrimler sayesinde olmuştu. Tüm bu kazanımlara rağmen son 18 yıllık karşıt mücadele maalesef büyük ölçüde başarılı oldu ve daha da ileri gitmek istiyorlar. “Yeni Türkiye” diye ifade edilen bu siyasal sistem köklerini daha iyi salmak, iktidar sürelerini (toplumun inancı üzerinden) olabildiğince uzatmak için eğitim sistemini ve Diyanet’i etkin şekilde kullanıyor.
Kimi araştırmacılar tüm bu yapılanlara “örgütlü cehalet yaratma çabası” diyor. Yaratılmak istenen bu yeni toplum yapısı, ülkenin mutlu geleceğinin ancak bilimin ışığında bir aydınlanma ile olabileceğini kavrayabilecek bakışa ve birikime sahip değil ne yazık ki. Ayrışmış, mutsuz ve gitgide yoksullaşan toplum inançları üzerinden nereye kadar yönetilebilir? Bu siyasal anlayışla yetiştirilen (küresel ölçüde) niteliksiz ancak ‘inançlı’ yeni kuşaklar, ülkenin ve toplumun mutlu-müreffeh geleceğinin teminatı olabilirler mi?