Türkiye’de 500 yıldır olmayan bir şey olacak. Dile kolay; 500 yıl…

Tarihimizin en acıklı olaylarından birinin 500. yılındayız. Aslında 500 yılı birkaç yıl geçtik. Size 1514 desem ne gelir aklınıza?

Ne olmuştu 1514’te?

Gelin birlikte anımsayalım…

1514’te Çaldıran’da iki ordu birbirine girdi.

Kan gövdeyi götürdü.

Bir yanda Sultan Selim komutasındaki Osmanlı ordusu, öbür yanda Şah İsmail Hataî komutasındaki Safevi ordusu…

İki orduda da emir komuta Türkçeydi. Komutanlar askerlerine Türkçe komut veriyordu.

İki ordu da çoğunlukla Türklerden oluşuyordu.

İki ordunun komutanı da Türkçe konuşuyordu.

Sözün özü iki ordu da Türk ordusuydu.

Elbette ordunun içinde başka topluluklara mensup askerler de vardı ama bu durum iki ordunun genel anlamda Türk ordusu olarak nitelenmesine engel değildi.

Sözün özü 1514’te iki Türk ordusu ve iki Türk devleti tarihin en acıklı savaşlarından birini yaptı.

Ölen de Türk’tü, öldüren de…

Peki, neydi farkları?

Bir yan Sünni idi öbür yan Kızılbaş…

Kızılbaş diyorum zira o dönemde Alevi sözünden daha çok Kızılbaş sözü kullanılıyordu.

Sözü uzatmayalım; 1514 bizim halkımızın Kerbela’sı idi. Zira o günden sonra ve hatta biraz öncesinden itibaren Anadolu Türkmen Alevileri için yüzyıllar sürecek bir hüzün dönemi başladı. Bu hüzün aşağı yukarı 500 yıl sürdü. Zaman zaman hafifledi, zaman zaman da ağırlaştı.

Aradan geçen 500 yıllık süreçte Alevilerin soluk alabildiği kısa ara dönemler olsa da çoğunlukla hep ezildi, hep ötekileştirildiler. Katliam olarak niteleyebileceğimiz olaylar da yaşandı.

Aleviler kırsala, daha kırsala, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere çekildi. Yaşamda kalabilmek için bunu yapmak zorundaydılar. Tersi durumda ölüm yahut sürgün kaçınılmazdı.

Haklarında kara çalmalar üretildi. Ana bacı tanımaz denildi, mum söndü yapıyorlar denildi.

Yemeği yenmez, kestiği hayvan murdar olur, eti yenmez fetvası verildi. Hatta 7 Alevi öldüren sorgusuz sualsiz cennete gider bile denildi…

Çok acı çekti Aleviler. İçlerine kapandılar. Ta ki büyük Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyet’e değin… Cumhuriyet, sözünü ettiğimiz 500 yıllık dönemde Alevilerin soluk alabildiği, biraz da olsa değer gördüğü bir dönem oldu. Ancak Atatürk sonrası dönemde de eski acılar ne üzücü ki zaman zaman tazelendi. Maraş, Çorum, Sivas… Ne acı ki yüzlerce Alevi katledildi.

500 yılın yalın gerçekleri anlatmakla bitmez. Söylenecek, yazacak çok şey var. Ama bunlardan birine bu yazıda kısa da olsa değinmek istiyorum.

Bu topraklarda Aleviler bir gün bile devlet yöneticisi olamadı.

500 yıl boyunca bu topraklar Alevi bir sultan, padişah, şah ya da devlet başkanı tarafından yönetilmedi. Son Alevi yönetici 500 yıl önce yaşadı; Şah İsmail Hataî…

Ondan sonrası yok. Oğlu Tahmasb’ı ve sonrasını Alevi saymıyoruz zira onlar Kızılbaşlığı apaçık bir biçimde terk etmişler ve Şiî olmuşlardı.

Son Kızılbaş Şah İsmail idi…

Bu arda Osmanlı Padişahı 2. Mahmut’un Bektaşilere yaptıklarını da unutmamak gerek.

Alevilik, Sünnilik, Şiilik gibi mezhepsel kimlikler toplumları bölmemeli. Devlet başkanının etnik ya da inançsal kimliği çağdaş bir toplumda asla gündem konusu olmamalı.

Bu tümcelerin altını bir kez daha kalın kalın çiziyorum.

Ancak gelin görün ki bu çağdaş ilkeye karşın 100 yıllık Cumhuriyet yönetiminde bile bir Alevi devlet başkanı seçilmedi, seçilemedi.

Aday bile olamadı.

Tanrı’ya şükür ki artık bu tarihsel ötekileştirmenin sonuna geliyoruz.

Çok değil birkaç hafta sonra 500 yılın ardından bu topraklarda bir Alevi devlet başkanı olacak.

Hem de Sünni çoğunluğun oylarıyla…

500 yıllık borç ödenecek.

Sünni bir aileye mensup biri olarak Alevi adaya bu duygularla ve elbette yanı sıra başka duygular ve başka beklentilerle erinç içinde oy vereceğim.

14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde ipi göğüsleyen, öyle anlaşılıyor ki Sayın Kemal Kılıçdaroğlu olacak. Kemal Bey, sadece 21 yıllık AKP iktidarına son vermekle kalmayacak, 500 yıllık bir sorunu da ortadan kaldıracak. Bu topraklarda 500 yıldır dışlanan bir topluma özgüven verecek. Alevi ve Sünni’nin 500 yıllık kucaklaşmasını sağlayacak. Her şey çok güzel olacak, çok güzel…

Ulus birleşecek, bütünleşecek. Ayrıştıranlar, bölenler yenilecek; birlik kazanacak, kardeşlik ve sevgi kazanacak. Cumhuriyet’in 100. yılında çok görkemli bir utku yaşanacak. Bu utku Cumhuriyet’in utkusu olacak. Bu utku gerçek bir demokrasinin doğumunu sağlayacak. Cumhuriyet, demokrasi ile taçlanacak.

Öyle sanıyorum ki o gün milyonlarca insan sevinç gözyaşları dökecek…

Ve ben o gün Nasr Suresi’ni okuyacağım...

“Esirgeyen, Bağışlayan Allah’ın Adıyla…

Allah’ın yardımı ile zafer geldiğinde ve insanların Allah’ın dinine bölük bölük girdiğini gördüğünde artık rabbini övgüyle yücelt ve ondan bağışlanma dile. Kuşku yok ki o tövbeleri çokça kabul edendir.”

Allah’ın yardımıyla zafer gelecek ve ulusumuzun birliği daha da perçinlenecek.

Övgüler olsun rabbimize…

Türkiye daha güçlü olacak, gönenç egemen olacak, birlik ve kardeşlik türküleri söylenecek.

Var olsun yurdumuz,

Yaşasın Türkiye’miz!