Büyük depremin üçüncü haftasına girdiğimiz şu günlerde seçim tartışmaları afete müdahale konularının önüne geçti. İlk olarak Bülent Arınç’ın “seçimler ertelenmek zorunda” ve Erdoğan’ın “bana bir yıl verin” açıklamaları sebebiyle iktidarın seçimleri erteleme olasılığı güçlü görünüyordu. Ancak burası Türkiye, siyasetin yönünün günler ve hatta saatler içinde yön değiştirebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Bugün itibarı ile iktidarın seçimleri bir an önce yapma eğiliminin ağır bastığı, 14 Mayıs’a yetişemese de normal tarih olan 18 Haziran’da seçime gitme niyetinde oldukları görülüyor.
Depremin ilk gününden beri, bu afetin iktidarlarına vereceği zarar ve önümüzdeki seçimlere olası etkisi en önemli öncelikleriydi zaten. Depreme müdahale ve yardım faaliyetleri ile ilgili diğer konular hep bu ana meselelerinin yanında tali sorunlar olarak görüldü. Şimdi ana sorunları olan seçim meselesi daha açıktan konuşulmaya başlandı.
EKONOMİK GERÇEKLER SEÇİMLERİ ÖTELEMEYE İZİN VERMİYOR
Deprem felaketiyle belleri bükülen kitleler, afetten henüz birkaç gün önce "bir daha belimizi doğrultamayacağımız biçimde çakacağını" vaat eden tek iradeden acil çözümler üretmesini bekliyor! Depremzedelerin en çok istediği şey, ortalama insanca bir yaşama bir an önce kavuşmak ve hayata yeniden tutunmak. İktidar da bu beklentileri seçimlerde avantaja çevirme planları yapıyor.
Bıçak sırtı ekonomi ve kur dengelerinin daha uzun süre kontrol altında tutulamayacağı biliniyor. Deprem bölgelerinden batıya doğru hızlı iç göç sonucunda konut kiraları birden arttı, afetin etkilerini tüm ülke insanları daha somut hissetmeye başladı. Ekonomik çöküşün ve afetin herkesi etkileyecek ekonomik ve sosyal sonuçları gitgide daha da sert hissedilmeden seçimlere gitmeyi düşünmeleri akla uygun görünmektedir. Biliyoruz ki; seçimleri kendileri için en uygun zamana öteleme niyetlerine ekonomik gerçekler engel olmasa, anayasal engeller umurlarında bile olmazdı.
Seçimlere giderken iktidarın en zayıf karnı olan enflasyon ve hayat pahalılığının yanına şimdi de deprem faciasındaki zafiyetleri eklendi ve bu acil mesele tüm sorunların önüne geçti. Seçim arifesinde iktidarın bu en zayıf karnını korumak için sertliği daha da artıracakları, tüm eleştirileri ağır cezalarla susturmaya niyetlendikleri belli oldu.
DEPREME MÜDAHALEDE ZAFİYET ELEŞTİRİLERİNE TAVİZ YOK!
A Haber’in yaptığı gibi yalnızca “salon salomonje çadır” övgüleri, “Yüz yılın afeti sonrasında devlet depremzedelere sıcak ve şefkatli elini uzattı, keyfim yerinde” gibi haberlerin dışındakilerini cebren engelleme niyetini iktidar ortaya koydu.
Enkaz altında kalanlara ve kurtulanlara yardım elini uzatmakta hayli geç kalan siyasi irade, bu zafiyeti eleştirenlere devletin çok sert yüzünü göstermede o kadar da tereddüt etmedi! Tüm haklı eleştirileri görmezden gelen, yaşanan afeti “kader planına” bağlayan Erdoğan sert eleştirilere parmak sallamakla kalmadı, cezalar kesilmeye başladı bile.
Sosyal medyayı ve bağımsız haber kaynaklarını hiç izlemeyen, halkın sorunlarını gerçekten kavrayamayan, tıpkı seçmenleri gibi ülkeyi A Haber’den gözlemleyen Erdoğan yakınanlara samimi olarak öfkeleniyor. Muhalefete duyduğu öfke sebebiyle Cumhurbaşkanı savunmadan taarruza geçti, depremde devletin yetersiz kaldığı eleştirilerine çok sert hakaretlerle tepki gösterdi. Son yaptığı açıklamada, başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere yardımların yetersizliğini eleştirenlere "be ahlaksız, be namussuz, be adi..." diyerek öfke kontrolünü iyice kaybettiğini gösterdi.
İlk başlarda “deftere kaydettiklerini” söyledikleri deprem eleştirilerine yanıtlarını yine en iyi bildikleri “sopa” yöntemiyle vermeye başladılar! Şimdilik 131 kişi gözaltına alındı, 25 kişi tutuklandı. Ayrıca deprem yayınlarındaki eleştirileri nedeniyle bağımsız TV yayıncıları TELE1, Halk TV, Fox TV ve Habertürk kanallarına RTÜK yine cezalar yağdırdı. Depremin ilk günlerinde kapatılıp yoğun eleştiriler sonrası açılan Twitter’dan sonra İktidar yanlısı medyanın ve trollerin hedefindeki Ekşi Sözlük platformu ‘milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması’ gerekçesiyle kapatıldı.
DEPREM EKONOMİNİN ÖNÜNE GEÇİP ÜLKENİN ANA SORUNU OLDU
Bir insanın neresi ağrıyorsa kendisi için en önemli hastalık odur. Daha büyük bir hastalık gelince bir öncekinin ağrısını artık önemsemez. Deprem öncesine kadar ülkede birinci sorun hayat pahalılığı ve geçim zorluğu iken yaşanan büyük afet şimdilik toplumun en öncelikli “ağrısı” oldu.
Anadolu’daki “Ölüm hak miras helal” halk deyişi ölümün doğal bir olgu olduğu, hayatın gerçeklerinin devam ettiği, ekonominin en somut gerçeklik olduğu duygusunu ifade eder. Kayıplar toprağa verilip deprem enkazı hızla kaldırılırken geride kalanların en büyük derdi, normal barınma koşullarında insanca bir yaşam sürdürmek haline geldi. Afet bölgesi insanları başta olmak üzere artık pahalılık ve ekonomik sıkıntılar ülkenin birincil sorunu olmaktan çıktı, depremin yarattığı sorunlar aciliyet kazandı.
“OLAN OLDU ANCAK BU TOPARLANMA İŞİNİ DE ANCAK REİS BİTİRİR!”
Ekonomik sıkıntıların en öncelikli sorun olmaktan uzaklaştığı, deprem yaralarının hızla sarılmasının ana mesele olduğu bu dönemde seçimleri hemen yapmayı planlıyorlar. Ekonomik iflasın sebebi olarak bizzat kendisi gösterilirken Erdoğan’ın ekonomiyi düzeltme vaatleri o kadar inandırıcı olamasa da “Allahtan gelen bir afet”in bizzat sorumlusu ilan edilemeyeceği hesabını yapıyor. Ekonomik sorunların önüne şimdilik afet krizinin geçmiş olmasını fırsata çeviriyor.
Seçim iletişimi stratejisini afetten doğrudan etkilenenler ve diğer şehirler olmak üzere iki farklı konseptte sürdürecekler. Depremden etkilenmeyen seçmenlere dönük “asrın felaketinde hangi iktidar olsa bu kadar büyük afetle baş edemezdi” algısına, birlik-beraberlik klişesine yüklenecekler. Afet bölgesi halkına dönük iletişimde ise ayrıca; “olan oldu ancak yeniden ve hızla toparlanma işini de ancak Reis bitirir” söylemini kullanarak depremzedelerin güvenini kazanmayı planlıyorlar. Bölgede fiziksel ve jeolojik etütler tamamlanmadan şehirlerin yeniden yapılanması sürecini başlatarak en azından temelleri atmayı düşünüyorlar. İktidara gelirlerse bu temellerin kısa sürede bitirilip evlerine kavuşacaklarını vaat edecekler.
Afet öncesi seçim çalışmalarında “yeter söz milletin” sloganını benimseyen AKP deprem sonrasında yeni sloganını "Türkiye'yi birlikte inşa ediyoruz" olarak belirlemişler, hadi hayırlı olsun vatana millete! Seçim bildirgesinin ana başlıkları ise, "Depremin etkilediği şehirleri yeniden ayağa kaldıracağız", "Yaraları hızla saracağız", "Memleketini terk edenleri geri getireceğiz" olacakmış. Fakat bugün için meselenin acil inşaat değil, felaketi yaşayanların hayata tutunma mücadelesi olduğunu bir türlü anlayamıyorlar.
“KRİZ DÖNEMLERİNDE BAYRAK ALTINDA TOPLANMA” PLANI İŞ GÖRÜR MÜ?
Deprem, savaş gibi olağandışılıkların toplumlarda yarattığı birlik olma duygusunu artırdığı ve bir toparlanma etkisi yarattığı biliniyor. Yaşadığımız afetin de iktidarlarına kısa vadeli de olsa sağlayacağı desteği oya dönüştürme çabasındalar.
Doğal afetlerin çeşitli durumlarda işbaşındaki hükümetlere desteği olumlu yönde etkilediğine ilişkin dünyada yaşanmış örnekler olduğu yazılıp söyleniyor. Uluslararası çatışmalarda gözlemlenen dayanışma ruhuna benzer şekilde oluşan bu eğilime literatürde “bayrak etrafında toplanma etkisi” deniyor. Nisan 2015’te büyük bir deprem felaketi (Gorkha depremi) yaşayan Nepal’de görülen iktidara destek artışı, bu konuya tipik bir örnek olarak gösteriliyor.
Toplum afetler hakkındaki bildiklerinin hemen hepsini medya aracılığıyla öğreniyor. Basının özgür olmadığı otoriter ve seçimli-otoriter sistemlerde toplumun bilgilenmesi çoğunlukla iktidar tarafından verilen izin ile sınırlandırılıyor. Bu tür ülkelerde tek liderin öncülüğünde “bayrak etrafında toplanma” gerekliliğine toplumun geniş kesimleri kolayca ikna edilebiliyor.
Yeniden seçilirse ekonomik sıkıntıları gidereceği vaadi topluma hiç inandırıcı gelmeyen Erdoğan depremin ana sorun olduğu günler geçmeden seçime gitmek isterken, kendince akıllıca bir yol izliyor. Halkın en temel niteliklerinden olan “unutma” zaafından ve toplumun en sevdiği kavramlardan olan “yaraların sarılması” beklentilerinden yararlanarak bir kez daha rızalarını almayı düşünüyor. Bu yüzden seçim öncesinde toplumun asli sorunu olan geçim ve yaşam sıkıntılarının değil, afetinin yaralarını hızla sarılması konularının konuşulmasını istiyorlar.
Sonuç olarak; deprem sonrası muhalefetin elinin çok daha güçlendiğinden ve seçimlerin artık çantada keklik olduğundan o kadar da emin olunmamalı. İktidarın planları bekledikleri sonucu ne kadar verir bilinemez ancak; “bozulan ekonomiyi yine ben düzeltirim” yerine “bu afet yaralarını en hızlı yine ben sararım” iddialarından hangisi toplumda daha çok karşılık bulur sizce?