İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu hukuk görünümlü siyasi bir operasyon sonunda üretilen "yolsuzluk" bahanesiyle 23 Mart’ta tutuklandı. İmamoğlu’nun kazandığı Nisan 2019 İBB seçimlerinin iptali için AKP’de hiçbir geçerli mazeret üretemedilerse de, ispatı olamasa da "ama çaldılar" ve “hiçbir şey olmadıysa da bir şeyler oldu” diyerek seçimi iptal ettirmeleri saçmalığının bir benzerini daha da yaşadık.

İmamoğlu ile birlikte Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık ve Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan da Silivri’ye gönderildi. Aynı gün bu üç Belediye Başkanı İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınırken Şişli’ye kayyum olarak ilçe Kaymakamı atandı.

İmamoğlu’na ‘terör’ soruşturmasından tutuklama kararı çıkmadığı için yerine şimdilik kayyum atanmadı ancak tehlike geçmiş değil. Erdoğan’ın kayyum atamayarak geri adım attığını düşünmek için henüz erken. Ortalık sakinleşince ve direnç biraz tavsayınca bu durumun tersine dönebileceğini unutmamak gerekiyor.

İmamoğlu’nun gözaltı ve tutuklama kararı birkaç gün önce üniversite diplomasının iptali absürtlüğünü de geri plana itmiş oldu. Adamın alnının akıyla aldığı diplomayı bu konuda yetkisiz İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu iptal etti. Yani hukuksuz bir işlem ayrıca idare hukukuna aykırı usullerle yapıldı.

SARAY’IN ALARM ZİLLERİNİ ÇALDIRAN BÜYÜK TEHLİKE: İMAMOĞLU

Foto 1-1

İktidar için en hayati mesele iktidarın (maliyeti halka ne olursa olsun) bir şekilde sürdürülmesi olunca, tüm planlar buna uygun yapılıyor. Zaten “bu kadar da olmaz artık” demeyi ne zaman bıraktığımızı onlar da biliyor.

Onlar için en kritik mesele halkın yoksulluğu, gençlerin gelecekten umutsuzluğu vb. halkın temel sıkıntıları değil tabi ki. Alarm zillerini çaldıran en büyük tehlikenin, gümbür gümbür gelen ve ilk seçimlerde Saray’ı ellerinden alacaklarını gördükleri İmamoğlu olduğunu fark ettiler. Böylesi akut bir tehdide karşı karar alırken ülke ekonomisini, bozulan bütçe disiplinini, toplumsal barışı vb.düşünecek değiller ya! Yok diplomanın iptali hukuk dışı derlermiş, yok yargının talimatla operasyon yaptığını söylerlermiş, kimin umurunda!...

Onların gerçeklikleri bu olunca, ne zamandır kurguladıkları planları uygulamaya koydular. Halkın CHP ön seçim sandıklarına akın edeceği 23 Mart’ta tutuklama kararının çıkartılacağı zaman ayarlı ‘turpun büyüğü’ operasyonunu 19 Mart’ta şafak baskını ile başlattılar. Bunu yaparken de kendi tabanlarını ikna için içerden hazırlanmış tümüyle uydurma enformasyonu kontrollerindeki medya araçlarından pompalamaya başladılar. Yapılanlar “hukuk işliyor” görünümlü bir şovdan başkası değildi elbette.

VİL DARBENİN 3 ÖNEMLİ HEDEFİ

Foto 2

Saray’ın İmamoğlu’na karşı önce diploma iptali sonra da yargı üzerinden giriştiği sivil darbenin üç ana hedefe göre tasarlandığı söylenebilir. Ancak Saray’ın bu sivil darbeyi başlatırken yaptığı hesapların çarşıya tam olarak uymadığı, planların biraz şaştığı görülüyor. En azından muhalefet cephesindeki direncin bu kadar güçlü olacağını öngöremedikleri için bazı hesapları sonradan gözden geçirdikleri anlaşılıyor.

· Bu hedeflerden ilki, İmamoğlu’nun yapılacak ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylık olasılığını yok etmekti. Bu planlarını şimdilik yürürlüğe sokmuş gibi görünüyorlarsa da zamanın ne getireceğini kimse bilemez.

· İkincisi, İBB’yi ele geçirip halka sunduğu çeşitli imkânların önünü keserek seçimler öncesi muhalefetin bu önemli desteğini ellerinden alma hesabını yaptılar. İmamoğlu’na terörden tutuklama verilmemesi ve İBB’ye kayyum atama kararının (henüz) alınamaması sebebiyle bu hedefe şimdilik ulaşamadıkları görülüyor.

· Üçüncüsü de; ‘Kent Uzlaşısı’ projesini mahkûm ederek CHP ile Kürtlerin işbirliğini kırmak ve DEM Partiyi muhalefet ittifakından uzaklaştırmaktı. Yeni İmralı sürecinin Kürtleri bu operasyon konusunda tarafsız ve kararsız bir pozisyonda bırakacağını düşündüler. Bu yargı hamlesi ile muhalefet cephesini dağıtmayı, (Öcalan’ın çağrısını da kullanarak) Kürtleri Cumhur ittifakı cephesine çekmeyi, böylece Erdoğan’ın tekrar seçilmesinin önünü açmayı planladılar. Ancak DEM Parti yönetimi İmamoğlu operasyonuna karşı olduklarını açıkça deklare ettiklerinden, bu hedeflerine tam olarak ulaştıklarını da söyleyemeyiz.

Foto 3-1

BU PROTESTOLAR İKTİDARA GERİ ADIM ATTIRIR MI?

Otokrat lider için eğer ki iktidarı hayat meselesi haline gelmişse, o koltuğa tam olarak mahkûm ve mecbur olmuşsa, onu yerinden indirmeye çalışanları, yani halkının çok önemli kısmını düşman olarak görmeye başlıyor. Savaşta düşmana ne yapılıyorsa bu hukuk tanımaz yönetim anlayışında da o yapılıyor.

Ülkede milyonlarca insanın sevdiği ve lider olarak değer verdiği bir siyasi figürün hiç de akla-vicdana sığmayan, zorla yaratılmış gerekçelerle gözaltına alınması tüm ülkede büyük tepkilere sebep oldu, protestoları başlattı.

RTÜK zaten cendere altındaki muhalif medyaya dönük önce cunta bildirisi gibi bir ültimatom yayınladı. Ardından da meydanlardaki olayları canlı olarak veren birkaç TV kanalını doğrudan arayarak yayınları kesmelerini, aksi halde yayın lisanslarını iptal edeceklerini söyleyerek tehdit etti ve kanallar bu yayınları kesmek zorunda kaldılar.

İktidar elindeki devasa İletişim imkânlarıyla kamuoyunu yönlendirebilme kapasitesine güvenerek halkın önemli kısmını bu siyasi operasyonun haklılığına inandırabileceğini düşünüyordu. Ancak gelinen durum pek de bekledikleri gibi olmadı. Halk bıktı, “artık yeter” diyor. Valilik yasaklamalarına ve zaman zaman polis şiddetine rağmen halkın, özellikle gençlerin kararlılığı gerilemiyor.

YAPTIKLARININ MALİYETİ OLMASA ONLARI KİM TUTABİLİR?

Foto 4-1

Barışçıl protestolara katılıp kendilerini yönetenlere, “sizin bu yaptıklarınıza bizim rızamız yoktur” demek, kendisine dayatılanlara karşı çıktığını deklare etmek halkın tümüyle yasal ve meşru hakkıdır. Tüm olan bitenleri sessizce izlemeye son vererek itirazlarını güçlü şekilde haykıranların toplumsal enerjileri görmezden gelinebilir mi? 

İktidardakiler kendilerince gerekli gördüğü hukuksuzlukları dayatırken bu yaptıklarının bir maliyeti de olmalı, değil mi? Ülkeyi yönetenlerin bizler hakkında bazı can yakıcı kararlar alıp uygularken olası maliyetleri de hesaba katmak zorunda kalmaları, tümüyle engelsiz ve elleri rahat davranmalarından daha iyi değil midir?

Dayattıkları kararlar hiçbir siyasi, toplumsal, ekonomik, hukuki vb. maliyet doğurmayacak olsa, bizi yönetenleri bir nebze de olsa dizginlemek mümkün olabilir mi? Siyaset de zaten böyle bir şeydir. Muhalefetin kararlı tutumu hem CHP yönetimine hem de İBB’ye kayyum atanmasının maliyetini çok yükseltmiş olmalı ki bu kararları (henüz) alamadılar.

TAŞI DELEN KUVVET SUYUN TAZYİKİ DEĞİL DEVAMLILIĞIDIR

Foto 5-1

İktidardan memnun olmadıkları halde parmaklarını kımıldatmayan ve etraflarına da umutsuzluk aşılayanların, maruz kaldıkları kötülüklerden yakınmaları da çok anlamlı değildir. Müthiş rasyonel bir öngörü olmayan “onlar kaybetseler de gitmezler” söylemi, mevcut durumumuza hiçbir yarar sağlamayan peşin teslimiyet ifadesidir. Üstelik ruhlarının zayıfladığını itiraf eden bu sinik ve ezik yaklaşım, her şeye rağmen onuru ile dik duranların inancını ve azmini zayıflatma riski dışında bir mana taşımamaktadır.

Sokaklarda-meydanlarda meşru zeminde sesini çıkaranlar bıkmadan usanmadan bu hak kullanımını sürdürürlerse, iktidarın pervasız hukuk tanımazlığından geri adım atmasını sağlamış olacaklardır. Bu tepkiler ve görünür itirazlar da olmasa, kötülük yapanlar hiçbir bedel ödemeyeceği ön kabulü ile her seferinde daha da ağır kötülükleri yapmaya devam edeceklerdir.

İnsanların onurunu ve haklarını savunmak için karşı oldukları hususları barışçıl ve meşru her tür vasıtayla inatla-ısrarla devam etmeleri çok önemlidir. Unutulmamalıdır ki, kolay zaferler bekleyenler yılgınlığa ve ümitsizliğe çok daha çabuk düşerler. Evet, bugün dünden daha kötü durumdayız ve böyle giderse sonraki her yeni gün bir önceki günden daha kötü olacak. Ancak kötülüklere karşı onurlu ve kararlı dik duruşun devamlılığı, olan bitenleri kanıksamadan, itirazın bıkmadan sürdürülmesi ve geri adım atılmaması, sonunda ulaşılacak amaç için elzemdir. Zira bilindiği gibi 'taşı delen suyun kuvveti değil damlaların sürekliliğidir'.