Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;

Yırtarım dağları enginlere sığmam, taşarım.

İstiklal Marşı’nın üçüncü kıtası bu dizelerden oluşuyor. Önceki kıtalarda olduğu gibi bu kıtada da her sözcüğe bakacağız. Hangisi öz Türkçe, hangisi değil…

Önce öz Türkçe sözcüklere bakalım:

Ben,

Beridir,

Yaşadım,

Yaşarım,

Hangi,

Çılgın,

Bana,

Vuracakmış,

Şaşarım,

Kükremiş,

Gibiyim,

Çiğner,

Aşarım,

Yırtarım dağları enginlere sığmam, taşarım.

Toplamda 24 sözcükten oluşan bu kıtada 18 sözcük öz Türkçe. Bu gerçekten büyük bir oran… Bu oran, daha dil devrimi yapılmadan bile Türkçenin günlük konuşma ve yazı dilinde ne denli güçlü olduğunu ortaya koyuyor.

Öz Türkçe olmayan öbür sözcüklerin de çoğunun zaten öz Türkçesi var.

Hür, Arapça kökenli ama Türkçesi var: Özgür.

Sel, Arapça kökenli ama Türkçesi var: Taşkın, Su Taşkını.

Ezel, Arapça kökenli ama Türkçesi var; Öncesizlik, Bayrılık.

Bent, Farsça kökenli ama Türkçesi var: Büğet ( Büğet aynı zamanda baraj anlamına da geliyor.)

Zincir, Farsça kökenli ama Türkçe olarak, “Demir urgan” denilebilir.

Görüleceği üzere Türkçemiz çok varsıl bir dil. Arapça ve Farsçadan gelen çoğu sözcük için kendine özgü karşılıklara iye ya da karşılık üretebilecek gücü var.

Garb’ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?

İstiklal Marşı’nın dördüncü kıtasını oluşturan bu dizelerde de öz Türkçenin sanılandan daha baskın olduğu apaçık ortada. Sanılandan diyorum, niye ki pek çok kimse, İstiklal Marşı’nda geçen sözcüklerin çoğunun Arapça olduğunu sanıyor.  Oysa yalnızca bu kıtada bile öz Türkçe sözcüklerin sayısı 17’dir. Kıtadaki toplam sözcük sayısı ise 27’dir.

Önce öz Türkçe sözcükleri verelim:

Sarmışsa,

Çelik,

Benim,

Dolu,

 Göğsüm,

Gibi,

Var,

Ulusun,

Korkma,

Ne (Nasıl= Ne asıl. Ne Türkçe, Asıl, Arapça)

Böyle,

Bir,

Boğar,

Dediğin,

Tek,

Dişi,

Kalmış.

Arapça sözcükler ise şunlar:

Garb, afak, zırh, iman, asıl, medeniyet.  Bu sözcüklerin öz Türkçeleri ise şöyle:

Garb: Batı.

Afak (Ufuklar) : Göz erimi, Çevren. Çoğul olarak, göz erimleri, çevrenler.

Zırh: Demir korunak.

İman: İnanç.

Asıl: Kök, köken.

Medeniyet: Uygarlık.

Farsça kökenli sözcükler ise şunlar:

Duvar, serhad, canavar.

Bu sözcüklerin öz Türkçe karşılıkları ise şöyle:

Duvar: Örek.

Serhad: Bu sözcük birleşik bir sözcük. Ser bölümü Farsça, hat bölümü ise Arapça. Sınır boyu anlamına gelen serhat sözcüğünün öz Türkçe karşılığı için sınır sözcüğünü gösteremeyiz. Niye ki, sınır sözcüğü Rumca kökenlidir.  Niye ki, öz Türkçede sınır ya da hudut yahut serhat sözcükleri uç sözü vardır. Uç beyi sözünü anımsayanlar uç sözünün sınır anlamında da kullanıldığını anlayacaklardır. Uç beyi Türk tarihinde sınırları koruyanlara verilen bir addır. Bu bağlamda Türkçede sınır, serhat, hudut yerine “uçboyu” kullanılabilir.

Canavar: Yırtıcı.

Bu bölümü bitirmeden önce şu önemli bilgiyi de üleşmek isterim:

Türk Dil Devriminden önce yönleri belirtmek için Arapça olarak; garb, şark, şimal ve cenup sözcükleri kullanılıyordu. Dil devriminden sonra bu sözcükler kullanımdan kalktı. Yerlerine; batı, doğu, kuzey ve güney sözcükleri geldi. Ne güzel sözcükler değil mi? Şimdi kim batıyı bırakıp garbı kullanır, doğuyu bırakıp şarkı kullanır, kuzeyi bırakıp şimali kullanır, güneyi bırakıp cenubu kullanır? Birkaç Osmanlıca delisi dışında sanırım hiç kimse…

Unutmayalım: Türkçe Türklerin soluğudur. Soluk kesilirse yaşam biter.

Konuyu sürdüreceğiz…