İslam’da önemli konulardan biri de cin konusudur. Kur’an’da bu adda bir sure de vardır. Sözlük anlamı; örtmek, örtünmek, gizli kalmak demek olan cin, egemen dinsel anlayışta şu şekilde tanımlanmaktadır:

“Duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilâhî emirlere uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kâfir gruplarından oluşan varlık türü”(İslam Ansiklopedisi, Cin Maddesi)

Bu tanımda Muhammedî İslam’dan sapmanın kalın izleri var. Zira cinleri insanlar dışında ve görünmezlik vasfıyla vasıflı ontolojik varlıklar olarak kabul etme düşüncesi gerçekte İslam dışı bir inanışı yansıtmaktadır. Gerçeği Muhammedî İslam penceresinden bakarak görebiliriz. Ama önce bu cin konusunun dünyanın diğer kültür ve inançlarında da yer aldığını belirtelim. Yahudi ve Hıristiyan mitolojisinden tutun, ta Hinduzim’e ve Şamanizm’e kadar cin inancının yahut onu çağrıştıran inanışların olduğunu görüyoruz. Yukarıda verdiğimiz egemen anlayış doğrultusundaki cin tanımının İslam dışı kültür ve inanışların yoğun etkisiyle oluşturulduğu muhakkaktır.

Cinler eski Araplarda bazen hin kelimesiyle ifade edilmiştir. Farsçada cin karşılığında perî ve dîv kelimeleri kullanılır. Bazı şarkiyatçılar / doğubilimciler, cinin Latince kökenli “genie” veya “genius” kelimelerinden Arapçaya geçtiğini öne sürmüşlerse de İslam bilginleri bu sözcüğün Arapça kökenli olduğunda görüş birliği içindedir. Kök anlamı ve çeşitli türevleri dikkate alındığı takdirde bu görüşün daha isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim doğubilimcilerin bir bölümü de buna katılmaktadır.

Ragıb el- İsfahanî de, el- Müfredat adlı yapıtının cin maddesinde bu sözcüğe egemen dinsel anlayış doğrultusunda bir anlam vermektedir. Ona göre cinler, insan ve melek dışında üçüncü bir varlık türüdür. Nitekim İslam bilginlerinin ezici çoğunluğu bu görüştedir.

Cin kavramına ilişkin dinler tarihindeki inanışlara bakıldığında bu inanışın nasıl bir irrasyonel tarihe sahip olduğu görülebilir. Bu noktada İlahiyatçı Süreyya Şahin’in kaleme aldığı, İslam Ansiklopedisi’nin cin maddesinden istifade edilebileceğini belirtmek isterim.

Kur’an’da cin meselesiyle ilgili olarak pek çok ayet vardır. Yeniden belirtmek gerekirse Kur’an’da bir de Cin Bölümü / Cin Suresi adıyla bir bölüm / sure bulunuyor.

Cin sözcüğüyle ilgili olarak en bilinen ayet; “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım,” anlamındaki ayettir. ( Rüzgârlar Bölümü 56. Söz / Zariyat Suresi 56. Ayet)

Bu ayetten esinle “ins-u cin” yani insanlar ve cinler ifadesi günlük konuşmalarımıza bile yerleşmiş ve bir deyim haline gelmiştir.

Bu ve benzer pek çok ayete bakıp cinlerin insan dışı ve gözle görülmez müstakil varlıklar olduğuna inanan Müslümanların sayısı inanmayanların sayısıyla kıyaslanamayacak derecede çoktur. Oysa gerçek onların sandığı gibi değildir.

Zira “cinler” etrafımızda uçuşan (âlem dışı) dışsal varlıklar değildir. Âlem içinde fakat “görünmeyen, tanınmayan, yabancı” demektir. Sözgelimi, bugün yeryüzünde bir milyon canlı türü var. Bir zamanlar otuz milyonmuş. Biz ömrümüz boyunca bunların kaçını görürüz? En fazla yüzünü, hadi bilemediniz beş yüzünü… İşte deniz altlarında, ormanlarda, ağaç kovuklarında, toprağın altında, kayalıklarda vb. geri kalan bütün göremediklerimiz cindir. Onları da Allah var etmiştir. Bu anlamda “ins-u cin” yani insanlar ve cinler, görünen ve görünmeyen tüm varlıklar anlamında Türkçede “sabah-akşam”, “yaş-kuru”, “gece-gündüz” dememiz gibi bir deyimdir. (İhsan ELİAÇIK, Gayb Nedir -2)

Kur’an’da Kum Tepeleri Bölümü / Ahkaf Suresi ve Cin Bölümü / Cin Suresi’nde “cinlerden gelen bir heyetin Hz. Muhammed’le görüştüğü” şeklindeki ifadeleri de doğru anlamak gerekmektedir.

Kastedilen; “cinlere inanan insanlardan bir heyet” ifadesidir. Evet, o dönemde cin inancının çok yaygın olduğu Nusaybin ve yöresinden bir heyet Hazreti Muhammed’le görüşmeye gelmiştir. Bu gerçeği Taberî de tefsir çalışmasında açıklamaktadır. Gelen heyet, Hazreti Muhammed’den Kur’an dinlemiş ve Kur’an’a iman etmiştir. Böylece cinlere inanmaktan vazgeçmişlerdir.

Gerçek şu ki cin kavramı etrafında oluşan akıl dışı / irrasyonel inanışlar bir rasyonalite kitabı olan Kur’an’ın alevinde erimektedir. Alev ve erimek sözcüklerini özellikle kullanıyorum. Zira cin denildiğinde tıpkı şeytan kavramında olduğu gibi akla hemen ateş sözcüğünün geldiğini biliyorum. Ateşin ve alevin eritici, yakıcı özelliği de malumdur. Kur’an akıl dışı inanışları aklın ateşi ve aleviyle yakıp eriten bir kitaptır. Kur’an’ın bu özelliği Cin Bölümü 9. Sözde / Cin Suresi 9. Ayette çok çarpıcı bir biçimde dile getirilmektedir.

“Gerçek şu ki, biz göğün bazı yerlerinde dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa kendini gözetleyen parlak bir alev bulur.”

Cin sözü, tıpkı İblis ve şeytanlar gibi bazen insanların iç dünyalarındaki çeşitli dürtüler anlamına gelmek üzere de kullanılmaktadır.

Kur’an’a göre cinlerin ve şeytanların doğası “kavurucu ateş” olarak betimleniyor. (Hicr Bölümü 27. Söz)

Kavurucu ateşten maksat; kızgınlık, şehvet, öfke, haset, ihtiras gibi dürtülerdir. Demek ki iç dünyamızda (zati’s-sudur) “kanın damarda dolandığı gibi dolanan” öfke, kızgınlık, hırs, haset, ihtiras, şehvet vb. dürtüler, kişileştirilmek, canlı bir varlıkmış gibi resmedilmek suretiyle “şeytan” yahut “cin” adını alıyor. Bunlar bizi ve çevremizi ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi yer bitirir. Cinler, tıpkı iblis ve şeytanlar gibi bir başka açıdan insanların içindeki kötü duyguları da ifade etmektedir.

İşte Kur’an da içimizdeki kavurucu ateşi söndüren akıl ateşidir.

Evet, Kur’an, cincilik yapıp sözde göğün bazı yerlerinde oturarak bazı sırlara vakıf olduklarını iddia edenleri yakıcı aleviyle yakmaktadır. Bu ifadeler göstermektedir ki, Hazreti Muhammed’e gelen heyet bundan böyle artık cincilik yapmayacaklarını ve cin inancını terk edeceklerini ilan etmişlerdir.

Kum Tepeleri Bölümü / Ahkaf Suresi ve Cin Bölümü / Cin Suresi’nde geçen bütün cin sözcükleri yerine yabancılar, tanımadıklarımız, cinlere inanan ve cincilik yapan kimseler sözlerini koyduğumuzda konuya ilişkin gerçek anlam ortaya apaçık bir biçimde çıkmaktadır.

Cin Bölümü 4. Sözde / Cin suresi 4. Ayette geçen ifadeler de meselenin gerçek boyutunun anlaşılması bakımından bir hayli dikkat çekicidir.

Şöyle deniliyor:

“Meğer bizim beyinsizlerimiz, Allah’a ilişkin yalan yanlış şeyler söylüyormuş.”

Evet, Hazreti Muhammed’e gelen heyet böyle diyor. Allah’a ilişkin söylenen yalan yanlış şeyler nelerdir, sorusuna verilecek yanıt da bizzat konunun kendi içeriğinde yer almaktadır. Bir önceki ayette de belirtildiği üzere Allah, eş ve çocuk edinmemiş olduğu gibi birilerinin iddia ettiği şekilde kendisine yardımcılar anlamında ne müstakil bir varlık olarak melek var etmiştir ne de insan dışında ve fiziki alemin yasalarını aşan şeytan ve cinler var etmiştir.

Ontolojik açıdan meleklerin, şeytanın / şeytanların ve cinlerin var olduğunu iddia etmek Kur’an’a ve tevhid inancına aykırıdır. Nitekim bahsi geçen ayette belirtildiği üzere Peygambere gelen heyet, onunla konuşup Kur’an’ı dinledikten sonra bunu beyinsizlik olarak niteliyor.

Cin inancı, cincilik ve falcılık gibi “bilinmezden haber verme ve büyücülük” sahtekârlığının temelini oluşturmaktadır. Bu sahtekârlık yüzyıllar boyu cahil insanların duygularını sömürme aracı olmuştur. Bu sahtekârlığın ortadan kaldırılabilmesi için Kur’an’ın akılcı yorumunu güçlendirmek, dini yeniden Muhammedî bir temele oturtmak gerekmektedir.

Son söz olarak yeniden belirtelim ki, Kur’an göre ne Allah’tan ayrı melek / melekler diye bir şey vardır ne de ontolojik manada İblis, şeytan ve cin vardır. Bunların tümü mecazî anlatımlardır. Melekler, Allah’ın güçlerini ifade eder. İblis ve şeytan da insandaki kötücül duyguları anlatım aracıdır. Cin ise, bilmediğimiz, vakıf olmadığımız, tanımadığımız topluluklar anlamına gelmektedir. Cin, bazen de tıpkı İblis ve şeytan gibi içimizdeki kötücül duygu ve dürtülerin ifade biçimidir.

Hurafe ve batıl inançlardan sıyrılıp Kur’an’a uyanlara ne mutlu!

Ne mutlu inancını aklın ve bilimin süzgecinden geçirebilenlere!

Ne mutlu Muhammedîlere!