Değerli Okurlarım,

Her şeyden önce yeni yılınızı kutluyor, en içten dileklerimi sunuyorum. 2023’ün Türkiye için Türkiye halkı ve insanlık için güzel değişimlerin yılı olmasını diliyorum. Ayrıca özveride bulunarak kıymetli zamanınızdan yazılarıma pay ayırdığınız çok teşekkürler. Bu katkınız çok değerli. Gündemdeki haberler üzerine düşüncelerime yani son derece öznel görüşlere yer verdiğim bu yazılara gösterdiğiniz dikkat benim için paha biçilmez değerde.

Bu sabah Twitter’de karşıma ilk çıkan şey Kılıçdaroğlu’nun "Loading, loading, loading…" sözcükleri oldu. Tavandan tabana AKP iktidarını amaçlayarak ‘malları yükledik, gönderiyoruz’ demek istiyor sanki. Kara mizahın en incelikli ve güzel örneklerinden biri olarak beni çokça gülümsetti, zihnimi de hareketlendirdi. Ne de olsa cumhurbaşkanımız dahil AKP’li siyasilerin liderlerini örnek alarak bizleri küfürlere alıştırmışlardı. Hatta zavallı yandaşlar da Kasımpaşa ağzına özenerek konuşmaya, davranmaya başladıklarından Kılıçdaroğlu’nun söylemi bana bayağı farklı geldi.

Sanırım CHP genel başkanı ‘şimdiye dek Türkçe söyledik anlamıyorlar bir de böyle diyelim bakalım’ demek istiyor. Belki de elindeki İngilizce belgeden uyuşturucuların gemilere yüklendiğine işaret eden ‘loading’ şifresini aldı, onlara gayet nazikçe ‘daha fazla diretmeyin’ diyor da olabilir.

Bir edebiyatçı olarak beni ilgilendiren şey Kılıçdaroğlu’nun bu İngilizce sözcüğü kullanarak Türkçe’yi kıt ve anlam çeşitliliğinden yoksun bulduklarını söyleyenlere yaptığı bu uyarı. Sonuçta bugüne dek TDK’nın gayretleriyle Arapça, Farsça kökenli sözcüklerden ve Osmanlıca’dan arındırılmış Türkçe’mizin AKP iktidarı boyunca tacize uğratıldığı geldiğimiz önemli bir nokta. İstanbul’da toplu taşımalarda - tramvay, Marmaray ve metroda - özellikle Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri Türkçe duymak neredeyse olanaksız. Arapça, Farsça, Özbekçe, Rusça, Kırgızca, Türkmence, İbranice - turistlerinkini saymıyorum - başka birçok dil duyuluyor da Türkçe ses çıkmıyor.

AVM’lere gidin; Beymen’lere Vakko’lara girin; şunu görürsünüz: Satıcılar peşlerinde ‘el pençe divan’ dururken onlar en görgüsüz davranışları, en kaba sesleri, en sakil Arapçaları sergilerken dinlenme kanepelerine yayılmışlardır. Kontrolsüz konuşmalar, sayısız giysi denemeleri yaparlar; yüksek sesleri çok paralı, dolar zengini olduklarını gösterir; prova odalarını neredeyse işgal altına almışlardır.

Sevgili okurlarım,

2023 Yılının bu ilk yazısını içimden geldiği gibi yazıyorum. Bütün bir yıl kafama takılıp da yazamadıklarımı şimdi sizlerle paylaşıyorum. İnanın bu beni rahatlatıyor, dikkatinizden güç alıyorum.

Dün sabah - 2 Ocak 2023 Pazartesi günü – ne güzeldi hava! Soğuktu ama hep sonbahardı. Üsküdar’dan Beşiktaş’a gitmek üzere evden çıktığımda beni dirilten güçlü bir serinlik çarptı yüzüme. Güneş o denli parlaktı ki kara gözlüklerimi taktım. Aylardır gözüm ekranlarda, kulağım haberlerde beklediğim 2023 seçim yılı, Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi sonunda gelmiş çatmıştı işte. Hafiflemiş ve canlanmış hissettim. Bitkin yüreğim, yorgun zihnim tüm yükünü atıverdi bir kenara. Hızlı adımlarla yürüdüm motorların oraya.

Sabahın ilk çayını, kahvesini yudumlayanlar, ilk sigarasını tüttürenler kafelerde yerlerini almışlardı bile. Harıl harıl bir şeyler anlatılıyordu. 2022’nin son günlerinde de insanlar zaten böyle değiller miydi? Sabah yarı karanlık demeden kafelerin masaları kapılmış oluyordu gündemi konuşmak, kestirimler yapmak, dertlere çözümler bulmak için. Kafe alışkanlığı kanımca kalabalık, uzaklık, pahalılık nedenleriyle yerleşti. İnsanlar daha yakın, daha çabuk ulaşılabilir yerlerde buluşmak, konuşmak, laflamak, dertleşmek istiyor çünkü.

Eskiden bayramlardaydı sevinç dolu ziyaretler, anıların tazelenmesi ve yeni dostlukların başlaması. Yılbaşı kutlaması gene vardı ama sıkıntılara, dertlere derman olsun diye değil yeni bir yılın girişini kutlama, o geceye özgü bir sofra hazırlama, ünlü ses sanatçılarını, dansözleri televizyonda izleyebilme bahanesiyleydi.
Dünyada iletişimin büyümesi başkalarının eğlencelerini de kattı bilinenlere. Noelmiş, Yılbaşıymış, Sevgililer Günüymüş, Şeker Bayramıymış, vs. ayrıca doğum, evlilik, boşanma, ölüm ardında artık her koşula uygun bir fincan kahve, bir bardak çay insanları yakınlaştırır oldu. Bu arada pahalılık yüzünden restoranların, yurt içi yurt dışı gezilerin halk için bütçeye asla girmediği gerçeğini de belirtmem gerekir.

Şimdi artık herkes bütçesine göre bir yer belirliyor. Örnekse Üsküdar meydanı: Dikili ağaçların altı, vapur iskelesinin oradaki büfeler, çevreye serpiştirilmiş banklar. Çay ve simit için buluşan niceler var. Hatta deniz kenarından Harem’e uzanan kordondaki kayalar, karşı tarafta duvar diplerine yerleştirilen katlanabilir sandalyeler, masalar, termoslarla çaylar, kahveler, torbalarla yiyecekler göze çarpar. İnsanlar ciddi ciddi konuşuyor, anlatıyor, tartışıyor, yürürken döviz kurlarından, evlilik planlarından, ayrılmaktan, birbirlerini sevmekten, kiralık, satılık daire fiyatlarından, siyasilerin hilelerinden konuşuyorlar.
Sanırım ülkemizde en çok yaşama sevincinin yokluğu çekiliyor.

Sıkıntılar çok arttı çünkü. Travmalar arttı, sözlü, bıçaklı, tabancalı, bombalı terör arttı. Gelin görün ki bunlara asıl neden olanlar biz - halk – değil siyasiler.
2015 sonrası bu durum çok daha hissedilmekte.

Seçip başımıza koyduğumuz - yalnız bizde değil dünyada örnekleri görülen – siyasiler saygı görmek, değerli bulunmak, güvenilir olmak, kasalarını doldurmak için devlet, din, istihbarat, tüm birimlerle birlikte çeşitli olaylar yaratıp halkları sağa, sola, savuruyor, yıpratıyorlar. Halkları ses çıkartamaz hala getiriyorlar; gaza, kurşuna diziyorlar, darağacına gönderiyor, telef ediyorlar. Her lider danışmanlarıyla birlikte kararlaştırdığı yöntemi bir tür ‘karizma’ya dönüştürüp insanları kendilerine aşık ediyor.

Liderler içimizden çıktığına ve çoğunluğun oylarıyla başa geldiğine göre - oy hilelerini bir yana bırakıyorum – halkın yani bizlerin temsilcisi oluyorlar.
Eğitim, sağlık, iktisat, din, kültür politikaları birlikte uygulandığında ülke halkları sabitleşmeye eğilimli bir döngü içine sokuluyor.
Bugün bizim için söz konusu olan budur: AKP’nin yarattığı döngü bütünüyle ve hızla radikal biçimde giderilmezse ne halk ne ülke rahata çıkar. Değişim girişimi yapıldığı kadarıyla en duyarlı halkasından gene kopar, başka bir kısır döngüye gireriz.

Bu anlamda Türkiye’de bilim tabanlı bir değişim gerçekleşmezse din tabanlı alışılmış düzen giderek sivrileşecektir.
Yirmi yıllık bilinen AKP ilkelerine ve onunyaşam, birey, kadın, erkek, toplum, siyaset, ticaret, din ve kültür anlayışına, 2023 seçimlerinde ölçü verecek olanın, halkın siyasi görüşlerinden çok ortaklaşa paylaşılan genetiğin en baskın karakter özelliği olacağını düşünmekteyim.

Esenlik dileklerimle…