Arap dili sözlüklerinde; “dönmek; geri çevirmek, kabul etmemek” anlamlarındaki redd kökünden türeyen ridde ve irtidat, fıkıh terimi olarak Müslüman bir kişinin kendi isteğiyle İslâm dininden çıkmasını ifade eder. İrtidat eden erkeğe mürtedd, kadına mürtedde denilir. (1)
Egemen dini anlayışta dinden dönme / ridde konusu çok önemsenen konular arasındadır. Bu hadise neredeyse güncel dildeki vatan hainliği mefhumu gibi telakki edilmektedir.
Riddenin tarihsel kökü Hazreti Muhammed’in vefatından sonra Halife Ebu Bekir’e biat etmeyen ve ona zekât vermeyi reddeden kabilelerin durumuna değin uzanmaktadır.
Hatta ridde meselesini bizzat Hazreti Peygamberin dönemine değin vardıranlar da bulunuyor. Hazreti Muhammed’e önce iman edip sonra bu imanından dönen bazı kişilerin bulunduğu kimi siyer ve hadis kaynaklarında aktarılıyor.
İslam tarihinde ilk dinden dönen / mürted kişinin bir vahiy katibi olduğu ve adının da Saad Oğlu Abdullah olduğu bildiriliyor. Abdullah daha sonra Mekke’nin fethi sırasında tekrar Müslüman oluyor. (1)
Bir de bazı hadis derlemelerinde Neccaroğulları Kabilesine mensup bir Hıristiyan’ın önce Müslüman olup daha sonra dinden döndüğü rivayet ediliyor. Hatta bu kişinin vahiy kâtipliği yaptığı da iddia ediliyor. Yine iddiaya göre irtidat ettikten sonra Hazreti Muhammed’in ve Kur’an’ın aleyhinde sözler söylüyor. Bu kişi yeniden Hıristiyanlığa dönünce kavmi onu taltif ediyor. Bir süre sonra ölüyor. Cenazesi gömülüyor ama daha sonra toprağın cesedi dışarı attığı da ileri sürülüyor. Birkaç kez gömüldüğü halde aynı hadise vuku buluyor. Hıristiyanlar o şahsın kabrinin Müslümanlar tarafından açıldığını iddia ediyor. Sonunda çok daha derin bir mezar kazılıp ceset son kez gömülüyor ve bir daha cenaze dışarı çıkmıyor.(2)
Bu rivayetin uydurma olduğu aşikâr. Zira rivayetlerde şahsın ismi bile belirtilmiyor. Bu nedenle bu irtidat rivayeti çoğu tarihçi tarafından ciddiye alınmıyor. Biz de doğru olduğu kanısında değiliz.
Bu iki rivayetin dışında da başka irtidat rivayetleri var. Lakin onların da uydurma olduğu kaynaklar incelendiğinde anlaşılmaktadır. Zira rivayetlerde çelişik unsurlar ve tutarsızlıklar mevcut.
Ridde ile irtibatlandırılan sahte peygamberler meselesi de var. Bu konuda iki kişi öne çıkmakta. Biri Müseylime diğeri de Ansî’dir. Müseylime meselesi Halife Ebu Bekir dönemine değin uzanıyor. Ansî meselesi ise daha farklı bir mahiyete sahip.
Kaynaklarda Esved el- Ansî olarak bahsedilen biri, Hazreti Muhammed’in rahatsızlığını fırsat bilerek kendisine “Rahman’ül- Yemen” sıfatını verip peygamberliğini ilan ediyor. Yemen’deki Ans kabilesi ile Mezhic kabilesinin desteğini alıyor. Ayaklanıp Yemen’in büyük bir bölümüne egemen oluyor. Hazreti Muhammed, Ansî’yi yeniden İslam’a davet etmek için elçi gönderiyor. Fakat Ansî daveti reddediyor. Bunun üzerine bölgedeki Müslümanlar ve Ansî’nin eşi harekete geçiyor. Ansî eşi tarafından bir gece evinde öldürülüyor ve böylece Ansî’nin sahte peygamberlik ve isyan hareketi etkisizleştiriliyor. (3)
İslam tarihinde ridde ve irtidat denildiğinde aslında ilk olarak, Hazreti Muhammed’in vefatının ardından Halife Ebu Bekir’e vergi vermeyi (zekât) reddeden kabillerin durumu akla gelir. Bu kabilelere karşı girişilen savaşlara da “Ridde Savaşları” denilmektedir. Zekât vermeyi reddetmek o zaman için dinden dönme hadisesi olarak görüldü. Oysa o kabileler İslam itikadını reddetmekten ziyade yalnızca Halife Ebu Bekir yönetimine zekât vermeyi yani vergi vermeyi reddetmişlerdi. Başka bir ifadeyle aslında olay bir din – iman meselesi olmaktan çok iktisadî bir sorundu. Ne var ki o günün koşullarında bu hadiseler, irtidat olarak değerlendirildi. Bu iktisadî sorunu Medine yönetimine karşı bir bağımsızlık hareketi olarak görenler de vardır.
Zekâttan bağımsız olarak gerçek anlamda dinden dönenler de vardı. Onlarla savaşılması konusunda bir görüş ayrılığı yoktu. Ama zekât meselesinden dolayı savaşmayı, bazı sahabeler kabule yanaşmadılar. Bazıları ki; bunlardan biri de Hattab oğlu Ömer’dir, “lailahe illallah” diyenlerle savaşılmasının doğru olmadığını düşünüyorlardı. Ne var ki bir süre sonra onların da ikna edildiklerini görüyoruz. “Zekât vermeyerek Halife’ye isyan etmek suretiyle aslında dolaylı olarak dine de başkaldırılmış olur ki bu da zaten lailahe illallah sözünü reddetmek demektir,” şeklindeki bir izahın savaşa muhalefet edenleri iknada etkili olduğu anlaşılıyor.
Halife Ebu Bekir döneminde yaşanan Ridde Savaşları, İslam tarihinde bir geleneğin başlayıp yerleşmesine neden oldu. Sonraki dönemlerin siyasal ve yönetsel güçleri, Halife Ebu Bekir döneminde izlenen bu siyaseti izleyerek yönetime her çeşit karşı çıkışı, “inançtan sapma” yani irtidat olarak görme yoluna yöneldiler. Böylece her çeşit muhalif düşünce bir iman sorunu olarak algılandı. Siyasi iktidara muhalefet etmek doğrudan doğruya dine karşı çıkış olarak damgalandı.
Bu, aslında din ve devletin özdeşleşmesi sonucunun doğurduğu büyük bir sapma olarak tarihin belleğine nakşoldu. Devlete karşı çıkış, dine isyan şeklinde nitelendi. Sultanlar yahut halife sanlı krallar, kendi otoritelerine karşı çıkan herkesi dinden dönmekle suçladı. Söz gelimi; gerçek adı Sabit oğlu Numan olan büyük İslam bilgini İmamı Azam Ebu Hanife bile Emevi ve Abbasilere muhalefetinden dolayı dinden dönmekle suçlanmış ve kırbaçlanarak zindanda şehit edilmiştir.
Egemen İslam fıkhında / şeriatta mürtedlerin cezası ölüm olarak belirlenmiştir. Bu konu fıkıh kitaplarında; “ahkam’ul- mürteddîyn” , “kitab’ul- mürted” ve “kitabu’r-ridde” başlıkları altında ele alınır. Mürtedler hem öldürülürler hem de mallarına el konulur. Bu konuda birkaç fakih haricinde bütün İslam mezhepleri neredeyse görüş birliği içerisindedir. Ayrıca Hanefi mezhebi, İslam’a karşı savaşan bir asker olabilme ihtimali üzerinden sadece erkek mürtedlerin öldürülmesi gerektiğini ve kadın mürtedlere ölüm cezasının uygulanamayacağını hükme bağlamıştır. Buradan mürted için ölüm cezasının aslında yalnızca savaş durumunda söz konusu olabileceği görüşü ortaya çıkmaktadır. Mürted, İslam’a karşı savaşan biri değilse öldürülmesi gerekmez, şeklinde bir görüş, Hanefi fıkhına yabancı bir yaklaşım değildir, desek yeridir.
Mürtedin öldürülmeden önce tövbeye davet edilmesi gerektiği görüşünde olan fakihler de vardır. Öte yandan Hanefi ve Caferi fakihler kadın mürtedin tövbe edinceye kadar hapsedilmesi gerektiği görüşündedirler.
Mürtedin öldürülmesi cezası Kur’an kaynaklı bir uygulama değildir. Zira Kur’an’da mürted için dünyevi bir cezadan bahsedilmez. Uhrevi ceza içinse şu ayetler söz konusudur:
“…Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.”(5)
“İman edip sonra inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir.” (6)
“Gönlü inançla dolu olduğu halde, baskı altında olan kimse dışında, inandıktan sonra Allah’ı inkâr edip gönlünü inkârcılığa açanlara Allah katında bir öfke vardır; üstelik onları büyük bir azap beklemektedir.” (7)
“Hiç kuşku yok ki onlar yani dinden dönenler, ahirette yıkıma uğrayacak olanların ta kendileridir.”(8)
Mürtede dünyevi ceza uygulama yönündeki hükme daha çok bir kısım hadisler dayanak yapılmıştır. Hadis derlemelerinde yer alan ve uydurma olduğu anlaşılan bir kısım hadislerde mürtedin öldürülmesi gerektiği belirtilir. (9)
Mürtede verilen ölüm cezası için Kur’an’dan bir hüküm kaynağı bulma noktasında da Sofra Bölümü 33-34. Sözler / Maide Suresi, 33-34. Ayetler öne sürülmektedir. Ancak bu Kur’an Sözlerinde / ayetlerde, silahlı gasp ve eşkiyalık yapanlarla cinayet işleyenlere verilecek cezadan bahsedilir. Yani mürtedle ilgili bir hüküm yoktur.
Dinden dönenlere ölüm cezası uygulaması aslında İslam’dan önceki dönemlerden kalma bir yaptırımdır. Eski Yunanlar ve Romalılar, dinden dönenlere ölüm cezası vermişlerdir. Yahudilikte ise taşlanarak öldürülme öngörülmüştür. (10)
Hıristiyanlıkta da engizisyon mahkemeleri kurulmuş ve ölüm cezaları uygulanmıştır.
Egemen İslam fıkhındaki / şeriattaki uygulamanın evvelki dönemlerden geçmiş bir sapma olduğunu söylemek zorundayız. Zira böyle bir uygulamanın hiçbir Kur’anî dayanağı yoktur.
İslam tarihinde mürtedler için öngörülen cezanın ölüm olduğunu belirtsek de bu konuda normal bir ölüm cezasından daha feci bir uygulama da söz konusu olmuştur. Halife Ebu Bekir döneminde bazı mürtedler yani ridde isyancıları, halifenin emriyle yakılarak öldürülmüştür.
Evet, evet yanlış okumadınız; Halife Ebu Bekir, ridde isyancılarından bazılarını yaktırarak öldürtmüştür. Egemen İslam fıkhında yani şeriatta, ta’zir cezası kapsamında devlet başkanının devlet için sakıncalı gördüğü kişileri öldürtmesi kavram ve kurumunun ilk ve en dikkat çekici uygulaması işte budur. (11)
Mürtede ölüm cezası uygulanmasının Kur’an’ın ruhuna aykırı olduğunu kararlılıkla belirtmek durumundayız. Zira Kur’an’da, Dişi Sığır Bölümü 256. Sözde apaçık bir biçimde yer alan; “Dinde zorlama / baskı yoktur,” ilkesi mürtedin öldürülmesi uygulamasını Kur’an dışı kılmaktadır. Dileyen dine girer, dileyen de dinden çıkar. Kur’an, dine girişin sonuçlarını gösterdiği gibi dinden çıkmanın da sonuçlarını göstermiştir. Bu sonuçlar arasında dinini değiştirene maddi ve dünyevi bir ceza yoktur.
İrtidadı ölümle cezalandırmak bir tür “İslam engizisyonu” doğurmuştur. İdeolojiye dönüştürülerek siyasallaştırılan İslam, din üzerinden siyaset yapanların siyasal rakiplerini etkisiz kılmak veya ortadan kaldırmak için irtidat kavram ve kurumunu kullanmalarına zemin hazırlamıştır. (12)
İstenmeyen yahut görüşlerinden rahatsızlık duyulan insanları bir yolunu bulup mürted ilan etmenin dinci, gerici çevrelerde kolayca başvurulan bir yöntem olduğunu gösteren bir yığın örnek vardır.
Meselenin ne denli vehamet arz ettiğini kavramak bakımından ilginç bir örnek olarak, ünlü Suudî din adamı Bin Bâz’ın, 1975 yılında Medine İslam Üniversitesi’nin yayını olarak çıkardığı bir kitabında yazdıklarına bakalım:
“Yüzyılımızın birçok yazarı ve öğretim üyesi arasında şu düşünce yayılmış bulunmaktadır: Güneş sabittir, dünya döner. Bu konuda bana birçok soru soruldu ve sonunda konuyla ilgili kısa ve özlü bir eser yazarak okuyucuları bu sapık düşünceden uzaklaştırmak ve gerçeğe yöneltmek gerektiğine kanaat getirdim. Artık bundan sonra hala ‘Dünya dönüyor’ diyenlerin sözleri Allah’ı, Kur’an’ı ve Peygamber’i yalanlamaya yönelik küfür ve sapıklıktan başka bir şey olmayacaktır. Allah’ı, Kur’an’ı ve Peygamber’i yalanlayanlar ise dinden çıkmış olurlar. Bunlara önce tövbe teklif edilir; tövbe ederlerse ne iyi, etmezlerse ve eski düşüncelerini sürdürürlerse kâfir ve mürted olarak katledilirler. Geriye kalan malları – mülkleri de kamu hazinesine devredilir.” (13)
Görüleceği üzere Suudî din adamı “Dünya dönüyor” diyenleri de mürted ilan edip katledilmeleri gerektiğini söylüyor. İrtidat kurumunun vardırıldığı nokta bu örnek bağlamında hakikaten ibret ve dehşet verici bir mahiyete sahiptir.
Günümüzde bazı sözde İslamî grupların dini, kendileri gibi yorumlamayan / anlamayan diğer grupları yahut şahısları tekfir edip mürted ilan etmesi, kökü tarihin derinliklerine değin uzanan bir sapkınlıktan başka bir şey değildir. Bu sapkınlıktan ötürü faili belli yahut meçhul pek çok cinayetin işlendiğini, ne acı ki, bilmekteyiz. Dinci terörizme de zemin hazırlayan “mürtede ölüm!” anlayışı aslında Muhammedî İslam’a kurulmuş büyük bir pusudur. İslam’ın bu pusudan kurtulması, çağdaş değerlerle Kur’anî ilkeleri bir arada ele alıp dini, tecdid ederek / güncelleyerek ihya etmekten geçiyor.
Yüksek bir duyarlılık ve kararlılıkla belirtmeliyiz ki, egemen İslam fıkhındaki yani şeriattaki irtidada / dinden dönmeye ölüm cezası uygulaması, hem Kur’an’a hem de insanlığın ulaştığı çağdaş insanî değerlere tümüyle aykırı olmasından ötürü büyük bir suç olarak kabul edilmelidir.
Daha yalın söyleyelim; mürtede ölüm hükmü gibi daha pek çok çağ dışı hükümden dolayı, muharref dini anlayışa dayalı şeriatı savunmak suçtur; suç olarak kabul edilmek zorundadır. Bu hem çağdaş ve laik hukuk açısından hem de Kur’anî değerler bakımından böyledir.
M.F. Abdulbakî, el- Mu’cem, rdd maddesi.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Abdullah İbn Saad Maddesi.
Buhari, Menakıb, 25.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ridde Maddesi.
Dişi Sığır Bölümü 217. Söz / Bakara Suresi 217. Ayet.
Kadınlar Bölümü 137. Söz / Nisa Suresi 137. Ayet.
Bal Arısı Bölümü 106. Söz / Nahl Suresi 106. Ayet.
Bal Arısı Bölümü 109. Söz / Nahl Suresi 109. Ayet.
Buhari, “İstitâbet’ül- mürteddiyn”, 2.
Tesniye, 13/6-10.
Ahmet Fethi Behnesî, et-Ta’zir fi’l-İslam (Muessesetü’l- Halîc), Kahire 1988, s. 103- 104, aktaran; Yaşar Nuri Öztürk, Dincilik, İstanbul 2015, s. 204.
Yaşar Nuri Öztürk, age, s. 206.
Yaşar Nuri Öztürk, age, s. 209.