Mayıs 1970’de gönüllü olarak Filistinlilere katılmak için Suriye’ye geçtim.

Haziran’da Ürdün’deydim; Temmuz’da “Ebu Cihat” ile tanışıp El-Feth’li Filistin gönüllü “fedai”si oldum. 30 Ağustos’ta Şeria üzerindeki Filistin harekâtına katılan yabancı gönüllülerinden biriydim. Eylül sonunda Türkiye’ye döndüm. 1972’de bu sefer Tripoli-Beyrut eksenindeydim. 1974’de yine Beyrut ve ülkeye dönüş. Bu zaman dilimi içinde Filistin meselesiyle ilgili olarak İzrael nazionizminin devlet terörünün yakın tanığı oldum. Çünkü Türkiye aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu tarihselliğinde bir Yakın-Doğu ülkesi. XIX. yüzyılın son çeyreği ile zionistler de bizim olayımız oldu. Din aracılığıyla tarihen Araplarla, emperyalist saldırganlığının uzantısı olarak İzrael’le de iç içeyiz. Bu iktisadi-siyasi-toplumsal-tarihsel olgu atıp tutmalara, palavralara dayanan bir kurgusal konu değil. Tam karşımızda ve aynı zaman boyutunda içimizde somut bir olgu.

54 yıllık yaşanmış, okunmuş ve yazılmış deneyimime dayanarak baktığımda biri İzraelli diğeri Türk, iki rol model duruyor karşımızda. Ama ikisi de sanki farklı ideolojileri temsil ediyor gibi dursa da ikisi de dinci-milliyetçi teorilerin pratik izdüşümlerinin resimleri. Netanyahu azılı bir NaZionist. Provokasyon imal etme ve holocaust uygulama ustası bir katil. İktisadi olarak, yeni-muhafazakâr bir yeni liberal (faşist) uygulamanın, kadın-çocuk-yaşlı demeden soykırımı siyaset biçimi olarak yaşama geçiren katil. Karşısında hiçbir zaman devlet olarak bir güç bulmamış diyemeyeceğim. Mısır 1973 Suveyş taaruzunda İzraeli püskürttü ama ABD uydular aracılığıyla Mısır ordusunun çatlağını İzraele bildirerek oyunu pata-pata bitirmişti. Oyunu böyle kabul eden sefarad kökenli Yitzak Rabin, daha sonra Hazar-Aşkenazi Netanyahu’nun komplosu ile katledilerek devreden çıkarılacaktı.

Fazla uzatmadan güncele gelelim; Türkiye’nin cumhurbaşkanı RTE, sürekli dişine göre güçlerle komplolar manzumeleri içinde başarıya ulaşmış Netanyahu’yu ve İzrael genellemesi ile ülkemizin saldırı ve işgal tehlikesi altında bulunduğu varsayımı ile soyulup soğana dönmüş emekçi Türk halkının cebine savunma harcamaları bahanesi ile musallat olmayı fırsat bilmiştir. 22 yılda ülke ekonomisini en dibe vurduran “iktisatçı” olarak (her ne kadar bir diploma sorunu olsa da) yakınlarını ve dini bağlantılarını ihya ettiği artık TV ekranlarında ardı ardına bilyeli bombalar gibi patlatılmaktadır.

Arayüz olarak balık hafızalı olanlara anımsatalım ki geçmişte faşist darbelerde insanlarımıza işkence yapan derin devlet terörü şebekeleri İzrael (MOSSAD-AMAN) askeri uzmanlarının eğitiminden geçmişlerdi. Hatta kontra-terör örgütlerini hazırlayanlar ve piyasaya sürenler de aynı şebekelerdi. Hani derler ya: “İt iti ısırmaz!”

Kısaca yazalım ki İzrael hiçbir zaman Türkiye gibi bir ülkeye saldırma ahmaklığını yapmaz. O ayrı bir savaşma biçimidir. İzrael de bunun kanlı ustasıdır… NaZionizm hakkında hiçbir bilimselliği olmayan tamamen spekülatif palavralara dayanan iddiaları bir korku aracı olarak kullanmak ve bunu ciddi ciddi kabullenmek için psikiyatrik vaka olmak lazımdır. Çünkü İzrael içinde de var olan anti-zionist muhalefetin sesi bu eblehler sayesinde kesilme noktasına gelmiştir. Netanyahu’nun ana hedeflerinden en önemlisi İzrael içindeki Filistinli Müslüman ve Hıristiyanlarla birlikte anti-zionist direniş gösteren aydınlar ve emekçi İzraellilerdir. Yakın-Doğu’nun Halk Cephesi’nin oluşturulması tehlikesidir.

Yani XXI.yy.’ın ilk çeyreği biterken, dünyanın neresinde olursa olsun emeği ile geçinen geniş kitlelerin ekonomik refahları için yaptıkları sınıflar mücadelesini es geçen bütün burjuva ağlaşmalar sonuç olarak küresel emperyalist devlet terörünü çeşitli bahaneler ile uygulayan mali oligarşilerin ekmeğine yağ sürmektedir. İster iktidar ister muhalefet olsun bu nesnel gerçekliği es geçen bütün siyasetçilerin burunları durmadan uzayan pinokyolardan başka bir şey değillerdir. Öldürülen kadınların, çocukların, insanların sayıları (ki dünya nüfusunun yarısı kadındır) hangi ülkede yaşadıkları önemli değildir. Geniş kitlelere karşı sindirme ve kabullenme asla kabul edilmemek zorundadır. Bunu da sokakta göstermek demokratik bir savaşım hakkıdır. Doğal hukuk bunu hak olarak belirlemiştir…