CHP’nin “19 Mart sivil darbe girişimi” olarak adlandırdığı, iktidarın “İmamoğlu suç örgütü operasyonu” dediği hukuk görünümlü adli süreç gaz kesmeden devam ediyor. Üçüncü dalga operasyon sonrasında kamuoyu vicdanını tatmin edecek bir bulgu henüz ortaya konamasa da dördüncü ve beşinci dalga ardı ardına geldi.
Erdoğan ekonomik, siyasal ve toplumsal açılardan sonucu ne olursa olsun; onu saraydaki konumundan edecek hiçbir ciddi rakibine şans vermeyeceğini açık olarak gösterdi. Bu yüzden İmamoğlu’nun önce diplomasını iptal ettirip ardından cezaevine yollamayı başararak ilk etabı kendilerince başarıyla geçtiler.
Ancak, nihai amaçları olan mahkûmiyet kararının da çıkartılarak İmamoğlu’nun adaylığının fiilen ve hukuken tümüyle engellenmesinin topluma kabul ettirilmesinin o kadar da kolay olmayacağını süreç içinde gördüler. Toplumun çok büyük kesimlerinin ve özellikle gençlerin haksızlığa karşı bu kadar uzun süreli direneceğini hesaplamamışlardı. CHP’nin bu denli kararlı ve hırslı şekilde konuyu diri tutabileceğini de öngöremedikleri anlaşılıyor. Takdir edilesi enerjisiyle Genel Başkan Özgür özel, TBMM’de yapılması kısıtlanan siyaseti sokağa ve meydanlara taşıyarak kitleleri motive etmeyi ve toplumsal enerjiyi diri tutmayı başarıyor.
Kontrollerindeki yargı marifetiyle soruşturmayı istedikleri gibi genişletme, sürece yayma imkânına sahipler ve bunu yapıyorlar. Adli süreç sonunda arzu ettikleri bazı mahkûmiyet kararlarını hukuka aykırılık pahasına da olsa bir şekilde belki çıkarabilecekler. Ancak çıkartılacak olası mahkûmiyetler konusunda kamuoyunu tatmin ve ikna etmelerinin pek mümkün olmayacağının farkına vardılar. Hukuk görünümlü bu sürece muhalefeti ikna edemeyeceğini gören iktidar en azından kendi siyasal tabanını ikna etmeye çabalıyor. Devlet kontrolündeki devasa iletişim imkânlarını seferber ederek kendi tabanlarına “bu operasyonun altı boş değil, neler yapmışlar neler?” dedirtmeye çalışıyorlar.
İDDİA ÇOK İKNA EDİCİ KANIT YOK
Erdoğan’ın tüm beyanlarında “turpun büyüğü, dananın kuyruğu, ahtapotun kolları var, değil toplumun kendi ailelerinin yüzlerine bakamayacaklar, daha ortaya neler çıkacak neler …” türü söylemlerine rağmen iddiaların somut kanıtları halen gösterilemedi. Gizli tanık beyanları, tutuksuz yargılama vaadi ile alınmaya çalışılan ‘itirafçı’ (ya da ‘iftiracı’) ifadeleri ile iddialara dayanak oluşturmaya çabalıyorlar.
Kamuoyunu ilgilendiren bu gibi önemli davalarda “soyut şüpheler” kamuoyuna gerçek delilmiş gibi sunuluyor. “Şüpheden sanık yararlanır” kuralı evrensel ceza hukukunun en temel kurallarından biri olduğu halde, bu tür muhalefet soruşturmalarında tam tersi oluyor; Şüpheden savcı yararlanıyor!
Soruşturmadaki açık hukuksuzluklar konuyu toplumsal ve siyasal açıdan artık bambaşka bir boyuta taşımış oldu. Yapılan operasyonların haksızlığının ve vicdansızlığının bu kadar ileri boyutlara varması, bunca iddianın bir kısmının belki de doğru çıkabilecek olmasını da önemsiz hale getirdi.
Cumhurbaşkanı (yürütme erki olarak bilmesi beklenmeyen) operasyonun gizli boyutları ve ileri aşamaları ile ilgili sık sık beyanlarda bulunuyor. Henüz ortada iddianame bile yokken İmamoğlu hakkında “suç örgütü lideri” diyor. Tüm bunlar, soruşturmanın aslında hukuki değil siyasi olduğunun Cumhurbaşkanı tarafından da deklare edildiğini gösteriyor.
Hukuka, akla ve vicdana aykırı bu politik kararların alınması ve icrası süreci nasıl oluyor, bunu açmaya çalışacağım.
OTOKRAT YÖNETİMLERİN VARLIĞININ SÜRDÜREBİLMESİNİN BAŞ KOŞULU…
Dünyadaki yaşanmış tüm örnekler, bir şekilde otoriterliğe yönelmiş iktidarların sertliği sistematik olarak artırmak zorunda kaldıklarını, gevşemeleri halinde iktidarı yitirdiklerini gösteriyor. Türkiye’de de mevcut siyasi ve ekonomik durumun sürdürülmesi gittikçe zorlaştığından çok daha katı bir otoriterliğe yöneliyorlar. Hepimizin yaşamını ve huzurunu derinden etkileyen bu sistemsel-stratejik kararları alanların ise AKP Meclis gurubu ve parti yönetiminden ziyade dar bir saray kliği olduğu biliniyor.
Bugüne kadar seçime girmemiş, halkın karşısına çıkmamış, halka değil sadece Erdoğan’a karşı sorumluluk hisseden bu saray oligarşisinin doğrudan Cumhurbaşkanını yönlendirdiği söyleniyor. Erdoğan ile birlikte kendilerinin de gideceğini ve sonrasında çok ciddi adli-idari sıkıntılar yaşayacaklarını bilen bu kesimin, ülkenin geleceğini daha da karartma pahasına akla gelen-gelmeyen her şeyi yapmaya çok kararlı olduğu söyleniyor.
Üstelik bu saray kliğine, varoluşunu Erdoğan’a bağlamış bir kısım üst düzey aktif bürokratik kadrolar da dâhil. AKP öncesinde hükümetlerin gelip geçmesi, iktidarların el değiştirmesi genel anlamda bürokrasiyi çok “ırgalamazken”, bu dönemde durum artık öyle değil. Devlet yönetiminde edindikleri ayrıcalıklı konumlarını ve varlıklarını saray iktidarına borçlu olan çeşitli seviyelerde [askeri, idari, hariciye ve güvenlik bürokrasisinde] konumlanmış önemli sayıda devlet görevlisi iktidar siyasetine açıktan ve partizanca destek vermekten kaçınmıyor. Bu yüzden sadece saray ve siyasi iktidar mensupları değil; topyekun iktidar oligarşisi hükümetin gidişi ihtimalini bertaraf etmek için üstün gayretler gösteriyorlar.
ANAYASA TANIMAYANLAR “SİVİL ANAYASA” YAPACAKLARMIŞ!
İktidarın tüm hamlelerini planlayan saray elitleri olası Erdoğan dönemi sonrasında mevcut konjonktürde iktidarı sürdürmenin mümkün olamayacağını görüyorlar. Onun boşluğunu dolduracak, kitleleri sürükleyecek nitelikte karizmatik bir lider adayları olmadığını da görüyorlar. Bu durumda [Erdoğan sonrası dahil] muhalefetin hiç bir durumda iktidarı ele geçiremeyeceği daha sert bir sistem oturtmaya çalışıyorlar. Peki bunu nasıl yapacaklar?
12 Eylül askeri darbe yönetimi günlerini aratır sertlikte bir otokrasinin hüküm sürdüğü, mevcut Anayasa’nın ciddiye alınmadığı bu dönemde “sivil anayasa yapacağız” diyorlar! Üstelik toplumsal bir uzlaşı ile demokratik bir anayasa yapma koşullarının en olmadığı dönemde yaşıyoruz. Ayrıca, hukuki anlamda anayasa yapmak için gerekli demokratik katmanları içeren bir parlamentonun mevcut olmadığı da görülüyor. Sadece yürütme değil, yasama ve yargı güçleri dahil devleti tümüyle ele geçirdikleri halde daha ne istiyorlar?
Daha önce çok soruldu ama şu sorunun yanıtını hala bilmiyoruz; “mevcut anayasayı da zaten siz defalarca değiştirdiniz ve şu anda sizin kurduğunuz yeni sistemle yönetiliyoruz. Anayasanın hangi madde/maddeleri değişirse siz memnun olacaksınız? Ülke için çok daha iyi şeyler yapmak istiyorsunuz da sizi sınırlayan, elinizi tutan yasal ve anayasal engeller mi var?” Bu soruların makul hiçbir yanıtı yok, zaten onlar da herhangi bir açıklama gereği duymuyorlar.
İKTİDARIN SEÇİMLERLE EL DEĞİŞTİREMEYECEĞİ BIR SİSTEM Mİ ARZULUYORLAR?
Onlarca kez değiştirerek kendilerine göre dizayn ettikleri mevcut Anayasa, uygulamasalar dahi [demokrasi, güçler ayrılığı, serbest seçimler, ifade özgürlüğü, laiklik, hukukun üstünlüğü vb.] birçok temel evrensel demokratik değerleri hala muhafaza ediyor. Üstelik mevcut Anayasa Cumhurbaşkanı’nın adaylık ve seçilme şansını sınırlıyor ve bu anayasa ile AKP-Saray iktidarının sürdürülemeyeceğini görüyorlar.
Bu sebeplerle, tüm bu siyasal belirsizlik ve kaos ortamında Anayasayı değiştirme girişimlerini tekrar diriltmeye çalışıyorlar. Bir taraftan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı süresinin sınırsız hale getirilmesini sağlarken diğer taraftan muhalefetin iktidarı seçimlerle ele geçirmesi olasılığını iyice sıfırlamayı amaçlıyorlar. Alternatif güçlü bir siyasi liderin seçimlerle iş başına gelmesi olasılığının önünü kesecek yeni bir sistem planlıyorlar.
Saray elitleri bir taraftan Erdoğan önündeki yeniden adaylık engelini ortadan kaldırırken diğer taraftan, Erdoğan sonrasında kimi aday gösterseler seçilmesini garantiye alacak yeni bir sistem getirmek istiyorlar. Bunun da, mevcut saray sisteminin yıkılması çok zor olan kalıcı bir otokrasiye dönüştürülmesiyle mümkün olacağını görüyorlar. Bunun için ciddi iktidar adayı olabilecek muhalefet liderlerini ve gerekirse de partisini bugünden dağıtmak, etkisizleştirmek, felç ve yok etmek istiyorlar. Bu plan çerçevesinde planlarının ilk önemli adımlarını 18 Mart’ta İmamoğlu’nun diploma iptali ve sonrasında gözaltına alınıp tutuklanması ile attılar.
Bu kapsamda CHP’nin son kongresinin iptalini, Genel Başkan Özgür Özel yerine ve İBB’ye kayyum atanması olasılıklarını [İleride uygulanabilecek seçenekler olarak] kenarda tutuyorlar. İçerideki muhalif tutsaklara yenilerinin eklenmesi, gazetecileri sindirme ve yıldırma çabalarının artması da beklenebilir.
Bu baskıların hepsi ve daha fazlası, bugün hala mevcut olan demokratik yollarla iktidar değişiminin imkânsızlaştırılması planı çerçevesinde artırılacak baskı araçlarıdır. Ancak evdeki hesapların her zaman çarşıya uymadığını, önünde sonunda otokratların kaybettiğini ve halk iradesinin kazandığını tarih bize göstermiştir.