Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayrettin Güngör, "Ben Ankara Büyükşehir Belediyesi'ni burada hiç görmedim. İfadelerine göre Başkan gelmiş, gitmiş. Ne yaptıklarıyla ilgili bilgimiz yok. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'nın buraya geldiği ifade ediliyor, hangi alanda nasıl bir çalışma yaptığını bilmiyorum" demişti.

Güngör'ün açıklamalarının ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin arama kurtarma çalışmalarının yanı sıra, 22 aracının yardım amaçlı ve imza karşılığı Kahramanmaraş Belediyesi bünyesinde çalıştığı ortaya çıkmıştı.

Çocukluğumuzdan, “Burası Hilal-ı Ahmar değil, ticarethane” sözünden, Kızılay’ın karşılıksız hizmet verdiğini bilirdik. Ki, deprem yardımlarının üzerinde uluslararası kural gereği, para ile satılamaz ibaresi kullanılır!

Ancak, çadır satışından sonra Kızılay Başkanı Kınık, "Büyütülecek bir hadise değil. Günün sonunda vatandaşımıza hizmete gitmiş" demişti. Tepkilerin arttığını gördükten sonra çark etmiş, “Çadır satılması yanlıştı. Arkadaşlar bana sorsaydı, yanıtım farklı olurdu” sözlerini kullanmıştı.

Biz Dolmabahçe Yalancısı Palçiçek Pamir’i de, Gezi olaylarında camiide bira içilmediğini söylediği için görevden alınan müezzin Fuat Yıldırım’ı da bilir, unutmayız!
Bununla birlikte günümüzde yalanı pazarlayanlar, bazen gerçeğin sesini kısar, bunu yapamıyorsa bilgi kirliliğine boğarak, çok sayıdaki yanlış arasında doğrunun görünmez olmasına çabalar.

DUVARDAKİ DEĞİR TUĞLA OLMAK 
Hiç düşündünüz mü Q klavyeyi neden kullanıyorsunuz? Bunu bir sosyal deneyle, 2012'de Psikonomi çalışmamda sormuştum. Tümü beyaz yakalı, kadınlı erkekli örneklemimizin hepsi, “daha iyi” olduğu için anlamına gelen sözler kullandı. Buna karşın hikâye bundan epeyce farklı! ABD’li Sholes’un keşfettiği yazı makinasında (ki bu daktilodur) harflerin arkasındaki kollar birbirine çarparak kırılıyordu. Çözüm, daha yavaş yazmaktı. Bunun için de harfleri yavaş yazmak üzere kurgulamaya karar verince, “Klavyemizi pazarlayan şirketin adını hızlı yazsın, geriye kalan tüm dilleri ağır yazabilir” denilmiş. Q klavyeyi pazarlayan şirketin adı: TYPE WRITER! 

Bilgisayara geçildikten sonra, tabii ki ağır yazmanın hiçbir gereği kalmamış. Ve toplumlar, C ya da A gibi kendi ulusal klavyelerini alırken, Türkiye de F klavyeyi kurgulamış. “F” klavye ki, 6 kere dünya şampiyonu. Ve Q’ya göre, Türkçeyi çok daha hızlı yazıyor. İşte böyle bir tabloda pazarlamacılar devreye girerek, sosyal bir deneye soyunmuşlar. Biz, dünyanın çöpe attığı Q klavyeyi, Türklere, “en iyi” olarak pazarlayalım! Ve kendilerinin bile şaşırdığı bir başarıya imza atmışlar!
Türkiye’de yapılan klavye satışlarının, kabaca yüzde 92’si Q ve yüzde 8’i, F klavye şeklindedir. Yani, “en iyi” diye Q klavye kullanan, beyaz yakalılarımız, aslında halen yazı makinesinin keşfindeki o sponsor firmanın güzellemesini yapmaktalar. 

KÖTÜLÜK OLMADIĞI BİRİ GİBİ GELİR
Algının kodlarını etimolojide görmek mümkün. Arapça’da, şeytan “L B S” harfleriyle yazılıyor, aynı zamanda LEBES elbise ya da örtülü anlamına da geliyor. Yani, şeytan olmadığı biri gibi gelir, diyor. M.S. 415’te yaşayan dönemin en güzel kadınlarından, filozof, matematikçi ve astronom Hypatia, yobazlar tarafından eti parça parça edilerek, vahşice öldürülmemiş miydi? Adını, papatya çiçeğinden alan Hypatia’nın unutulmasını; ama o’nu parçalamalarının her daim anımsanmasını istememiş miydi kötülük? Ve papatya falı diye, size yapraklarını kopartırken, aslında Hypatia’yı 1606 yıl önce parçalayanların ritüelini tekrar ettirip, tüm bilim insanlarına ve masumlara parmak sallatmıyorlar mı? Bir belediye başkanına, “İslam’da yeri olmadığı artık Türkiye’nin tanınmış profesörleri tarafından da açıklandığı halde, neden siz de kandil kutlaması yapıyorsunuz?” diye sordum. 

KALABALIKLAR CAHİLDİR AMA GÜRÜLTÜLERİ SAĞIR EDİCİDİR!
Yanıtı öğreticiydi: “Kandilin İslam’da yeri olmadığını, o akademisyenler konuşmadan önce de biliyorduk. Ama bir şey daha biliyoruz. Kalabalıklar cahildir ve gürültüleri sağır edicidir! Kalabalıkları, yanlış yapıyorsunuz diye uyaran, o akademisyenleri, bu açıklamalarından sonra ekranda gördünüz mü? İslam’da, kandil gibi türbeye de yer yok. Toplum kendine, kendince bir din kurmuş. Belki onlar da farkında. Ama bu dini sanrılarını, hayatının en değerlisi yapmış, hırsızlığa, haksızlığa, açlığa, pedofiliye ses etmeyen kalabalıklar, iş bu yanlışlardan vazgeçmeye gelince bizi linç ederler!” 

KOD: TÜRKİYE NURLU UFUKLARA YÜRÜYECEKTİR!
Öyle ya, 1950 ile 1974 arasında sağ iktidarlar tüm bu haksızlıkları yapmış. Ama daha önce de seçim meydanlarında, “Türkiye nurlu ufuklara yürüyecektir!” şifreli sözü ile aslında, ABD’ye “sana koşulsuz biat edeceğim” dememiş miydi? 

Bu sloganı atanlara iktidara giden yollarına, kırmızı halılar döşenmiş, onlar Osmanlı’dan kalma tarihi eserleri, kırıp yok ederken, Osmanlıcı; Türkiye’yi İMF’ye, halkı faize bağlarken, diplomasi dehası; yüzlerce Mehmetçiği ABD için Çin’e tanesi 22 sent’e öldürtürken vatanperver olmamış mıydı? 

Kendini İslamcı diye tanımlayanlar, 6. Filo’yu Kâbeleri yapmış, “Ne Amerika ne Rusya, tam bağımsız Türkiye” deyip, ABD askerini kovanlar asılmamış mıydı? 
38 insanı Madımak’ta yaktıktan sonra, aynı yeri dönerci yapan kötülük, 8 sene odun ateşi yakarak aynı ritüeli devam ettirmemiş miydi? Bizler, tıpkı Yakup Kadri’nin Yaban’ında, Atatürk’ün subayını kimsesizler mezarlığına atan, köylüler gibiyizdir. 

Bir de kötülüğün böylesine hâkim olduğu bu dünyada üstenciler var! Oğuz Haksever’den dinlemiştim. Kopenhag’ta bulunduğu dönemde, köpeksiz taksi çağrıldığını duymuş. Ve sonunda öğrenmiş ki, bu söz, “Mülteci olmasın, Danimarkalı sürücü istiyorum” anlamına geliyormuş. Başka bir ifadeyle, size Kopenhag kriterlerini, yani “İnsan haklarına uyacağım”ın sözünü kendi standartlarıymış gibi gösteren, yapının kendisi bizatihi ırkçı! Reçete de sistem de hep aynıydı. 
İyi ama bu kadar “kötülük ve yalan” nasıl oluyor da ortaya çıkmıyor, diyeceksiniz. Binlerce yıldır bu konudaki yöntem hiç değişmemiş: “Bilgiye erişimi zorlaştırıp, doğruyu söyleyeni hain ilan edeceksin. Bu mümkün değilse, gerçeği dezenformasyonla gizleyeceksin; sivrilen kişiyi değil, ama itibarını bitireceksin!” Bu büyük sırrı keşfeden tarih yazıcılar, “İyilik-kötülük yoktur, kazanmak vardır!” kadim öğretisiyle hayata hazırlarlar müritlerini asırlardır! 

İYİLİK NE, KÖTÜLÜK NEDİR?
Bu reçete, devletlerin de diplomasi dediği büyük disiplinin anayasasını oluşturmuştur. Halk asırlar boyunca, kötüleri ilahlaştırıp onlara tapmış. Kurtarıcı dedikleri tarafından ya katledilmiş ya da sömürülmüştür. Yöneticiler böyle olunca, bu kofluk aşağıya da sirayet etmiş. Kavramların içi boşaltmış. O halde, iyilik nedir, kötülük nedir? İyilik ve kötülük aslında görecelidir. 

ÖNCE SÖZ VARDI VE SÖZ TANRIYDI!
Buna karşın, dinler, kadim kültürler ve öğretiler, iyiliği, “söz” ile ilişkilendirmiş. Önce Söz vardı! Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı! Hıristiyanlıkta, “Söz” ile Hz. İsa kastedilse de düz anlamıyla da sözü her şeyin merkezine, Tanrı’nın bile önüne koymuş. Yani diyor ki, tüm hayatınızı bir kefeye koysalar ve diğer kefeye de tutmadığınız bir sözü… 

Tüm hayatınız tutmadığınız bir söz etmeyebilir!