Geçtiğimiz yıl omuriliğimdeki daralmaya (Servikal Spinal Stenoz) bağlı olarak, Profesör M.M.H'ye 1.250 liralık ücretle muayeneye gittim. Pandemi nedeni ile hekimin ağzında maskesi, masanın ardında olduğu halde, bilgisayarında emarıma bakarak, ameliyat şart, diyor. 

Tanı koyarken, kalkıp bana dokunmuyor bile! Oysa, hocaların hocası Prof. Dr. Sabahattin Umman, ben tahlilleri değil, hastayı bilirim, demişti.

Yıl 1983, 12 yaşındaki Hakan Y. paraşüt kursu için, Sakarya'da gittiği hastaneden sağlık raporu almaya çalışıyor. Hekim, onu özel muayenesine çağırınca gidememiş. Ve hayalini kurduğu paraşütçülüğü de hiç tadamamış.
 
HİPOKRAT YEMİNİ 
"Tahsiliyle, maddi koşullarıyla da benden yukarıda bir hekim, 12 yaşındaki Hakan'dan rüşvet istedi. Neye yemin ettiğini bilmiyorum ama paraya bu kadar tutkun biri, insanlara şifa dağıtamaz" düşüncesi ile şifacı olmuş.

10 yıl kadar önce tanıdığım bir iş insanı aort patlamasına bağlı olarak, Maslak'taki lüks bir hastaneye götürülmüştü. Rastlantısal olarak, biri nörolog, diğeri radyolog iki hekim yeğeni hastaneye girerken, vakaya yetişmişler. Bana, Münir U'nun ex olduğunu (öldüğünü) buna karşılık küçük bir servet karşılığında, lüks hastanenin bir ölüyü ameliyata aldığını anlatmışlardı.

Türkiye'nin sağlık sektöründeki durumu, maalesef buydu!

NE İŞ YAPARSAN ÖYLE DÜŞÜNÜRSÜN!
Motorsiklet kullananlar bir süre sonra, kendini diğer insanlardan daha çevik ve hızlı; tır şoförleri daha büyük ve güçlü; polis adliye muhabirleri ise adalet dağıtıcı gibi hissedermiş. 

Tıp fakültesini kazanmak da, 6 yılı bitirmek de zor. Bir de bunun üstüne Tıpta Uzmanlık Sınavı'nı (TUS) kazanmak çok daha zor.

Tüm toplumlarda, tıp fakültesine gitmek son derece prestijli kabul ediliyor. 

Bununla birlikte tıp fakültesinde okumak, seçkinci bir sınıfta olmanın psikolojisi ile kendinden çok cahil bir halkla da muhatap kalınca, kendini ayrıştıran bir psikolojiyi de beraberinde getirmiş.

Ortopedist Barış Y. yaşlı teyzeyi azarladıktan sonra, bana dönüp, bütün gün böyle cahillerle uğraşıyoruz, diye anlatmıştı. Buna karşılık önünde duran emarıma 6 ay boyunca bakıp, omurilikteki daralmayı görememiş, beni kortizonlu iğneler ve fizik tedaviyle oyalamıştı.

Türkiye'de Batı'dan farklı olarak, tanı merkezi olmadığı için, rahatsızlığınızın ne olduğunu anlayana kadar vakit kaybedebiliyorsunuz.  Disiplinli çalışmayla ulaşılan tıp fakültesi, daha da büyük bir azimle kazanılan TUS, insanı yarı tanrı gibi hissettirebiliyor!

YETKİNLİKLE TEVAZUNUN BİLEŞKESİ 
Bir yakınımın önerisi ile sinir ve beyin cerrahı Prof. Dr. Ali Metin Kafaadar'a ulaşmaya çalıştım. Fakat, özel muayenehanesi yoktu. 

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ndeki mütevazı muyenehanesinde sanki tüm bunlardan mahçup, tıbbın ticaretini yapanların kefaretini ödemek üzere insan üstü bir gayret içindeydi. 

Ali Metin Hoca, her sabah 8'de Cerrahpaşa'ya geliyor, önce operasyon geçiren hastalarını yerinde ziyaret ediyor, sonra hızla muayene etmek üzere bodrum katındaki odasına geçiyor, oradan da ameliyathaneye gidiyordu. Elinde, 2 G bir telefon, toplu taşıma kullanan ve günde, kimi zaman 13 saat boyunca çalışan biri vardı karşımda.

Uzun bir muayeneden geçtim.

Biz konuşurken, daha önce opere olmuş, Kayseri'den bir hastası dört, beş kişilik maiyeti ile belirdi. 

Hasta randevusuz ziyarete gelmişti. Ve Ali Metin Hocanın 11 dakika sonra önemli bir ameliyatı vardı. Ve bir sekreteryası  bile yoktu. Odasından koridora, her bir davetsiz misafire sandelye taşıdı.

İşte o an, ezberlediğim, tıp doktoru kalıbı tuzla buz oldu. 
Pekçok siyasi figür ve ünlü iş insanını tanıyan bir gazeteci sıfatı ile ilk kez kendimi birinin karşısında eksik hissettim.
Daha önce ameliyat ettiği hastaları Ali Metin Hocayı yere göğe sığdıramazken, Öğrencileri alanının en iyisi olduğunu ifade etmişti. 
Bununla birlikte, benim için en az bunun kadar önemlisi, tıp alanında bu kadar büyük bir uzmanın, tevazudan ödün vermeden, tüm insanları kucaklayabilmesiydi.
Sanırım, Türkiye'de tıp dünyasının saygınlığı, kendini mesleğine ve hastalara adamış Ali Metin Hocalar sayesinde sürüyor.