Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 Şubat 2021 günü yaptığı açıklamada "Belki de Türkiye'nin yeni bir anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir" dedi ve ülkedeki ana gündemi yeniden belirledi.
Erdoğan ve Bahçeli yeni bir anayasa değişikliğine giderler mi, giderlerse kafalarında nasıl bir anayasa tasavvuru olabilir? Bu iki liderin anayasa, güçler ayrılığı, hukuk devleti, özgürlükler, temel insan hakları gibi konulardaki görüşlerini toplum bizzat ‘icraatlarından’ yeterince iyi biliyor.
“Ne kadar değiştirirsek değiştirelim anayasanın ruhuna dercedilen darbe ve vesayet izini silmek mümkün olmuyor” diyen Erdoğan ne kast etmiş olabilir? “Anayasadan vesayet izini silmek” sözünden, yaşananlara bakarak “sarayın vesayeti daha da pekişecek demek ki” yorumunu çıkaranlar da olacaktır.
Bugün anayasanın 2. maddesinde tanımlanan Cumhuriyetin temel niteliklerinin askıda olduğu görülüyor. Bu niteliklerden olan demokrasi, insan hakları, laiklik, hukuk devleti ilkeleri çoktan terk edildi. Sosyal devlet yerine de yoksulluğu yok eden değil ama siyaseten yöneten “sadaka devleti” anlayışı hâkim oldu.
Dahası anayasa başlangıç bölümünde “Cumhuriyetin maddi ve manevi mutluluğu” tanımında tarif edilen iç barış da bitirildi. İktidar uygulamalarına muhalefet eden herkes artık kolayca “terörist” tanımı içine konuluyor. Buna en son örnek; Bahçeli’nin Boğaziçili eylemcilerle ilgili (Twitter’in “nefret söylemi” içerdiği için sildiği) paylaşımı oldu. "Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır" dedi Bahçeli. Dediklerinden o kadar eminler ki, aynı ifadeler kısa süre sonra MHP Meclis Grubu Twitter hesabından tekrar paylaşıldı.
Bu anlayıştaki iktidar ortaklarının toplumun ihtiyaçlarına yanıt verecek ve bugünkünden daha gelişkin bir anayasa yapma niyeti taşıyacaklarına inanan var mıdır?
BU MECLİS ANAYASAYI DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?
Diyelim ki iktidarlarının önünde engel gördükleri son demokrasi kırıntılarını da yok edecek yeni bir anayasa yazmaya niyetleri var, bu planı gerçekleştirebilirler mi?
Teklifin Genel Kurul görüşmelerinde her bir maddenin referanduma gitmeden kabulü için 400 milletvekilinin oyu gerekiyor. Her bir madde için 360-400 arasında oy alınabilirse teklif referanduma götürülebilecek, 360'ın altında kalan maddeler ise düşecek. Her bir maddenin yeterli oyu alarak kabul edilmesi halinde de yeni anayasanın geneli oylanacak. 360 "evet" oyu çıkarsa yeni anayasa Cumhurbaşkanı'na sunulacak, Erdoğan da teklifi halkın onayına sunacak. Halktan yüzde 50'nin üzerinde "evet" gelirse anayasa yürürlüğe girecek.
Cumhur ittifakının meclisteki sayısının 338, seçmenlerdeki oy oranının ise yüzde 42-44 bandında olduğu biliniyor. Bu durumda, bu anayasa değişikliği planının mevcut siyasal ve toplumsal parametreler içinde mümkün olamayacağı görülüyor. Pek o zaman nerden çıktı bu gündem?
ANAYASAYI YOK SAYIYORLARSA NEDEN DEĞİŞTİRMEK İSTİYORLAR?
Başta şu tespiti yapmak lazım; anayasayı Cumhuriyetin ve demokrasinin temel normlarını garanti altına alan ve mutlaka uyulması gereken temel hukuki metin olarak görmüyorlar. Anayasanın iktidarın sınırlarını belirleyen, yürütmenin yasama ve yargı erkleri ile olan ilişkisini düzenleyen, uyulması zorunlu temel hukuki düzenlemeler olduğu gerçeğini dikkate almıyorlar.
Ülkede güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, siyasal özgürlükler, basın ve ifade özgürlüğü gibi temel demokratik değerler uzun zamandır zaten yok. Fredoomhause gibi uluslararası örgütler Türkiye’yi uzun zamandır “özgür olmayan ülkeler” sınıfına aldı.
Aslında Erdoğan’ın mevcut, önceki veya sonraki anayasalar ile ilgili değil; temelden “anayasa kavramı” ile ilgili sorunları olduğu anlaşılıyor. Anayasaların düzenlediği güçler ayrılığı prensibine zaten inanmıyor. Hoşlanmadığı anayasal ve yargısal kural ve kararları uygulamayarak ve uygulatmayarak hepsini “yok hükmünde” sayıyor.
Tüm üyeleri AKP iktidarları döneminde atanmış olsa bile anayasal kurum olan Anayasa Mahkemesini yük ve ayak bağı olarak görüyorlar. İşlevi sadece Saray’dan gönderilen metinleri (virgülüne dokundurmadan) yasa haline getirmek düzeyine indirildiği halde Meclis dahi ayak bağı olarak görülüyor.
KULLANILAN GÜÇ YASALARA DEĞİL KEYFİLİĞİ DAYANIYOR
İktidarın bugün kullandığı güç ve kudret anayasal meşruiyetten değil, hukuk dışılıktan ve “ben yaptım oldu” anlayışından kaynaklanmaktadır. Kullandıkları sınırsız kudreti, hukuk dışı uygulamalara çıkarak oluşturdukları normlar vasıtasıyla elde etmektedirler. Bu hukuk dışı güce hayati derece ihtiyaçları vardır ve asla elden bırakmak istemeyeceklerdir.
Örneğin bugün Boğaziçi Üniversitesi üzerinden tartışılan ‘Cumhurbaşkanın rektörleri bizzat ataması’ uygulaması anayasaya veya meclisten çıkan yasal bir düzenlemeye dayanmıyor. 9 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı yayınladığı bir OHAL KHK’si ile bu yetkiyi kendine vermişti. Bu OHAL KHK’sı öncesi 2016’da 'rektör atama düzenlemesi' Meclise getirilmiş, Cumhurbaşkanının 3 adaydan birisini rektör ataması şeklinde düzenleme yapılmıştı. O gün düzenlemeye 'siyasi ahlaksızlık' diyerek karşı çıkan MHP bugünkü uygulamayı hararetle savunuyor.
Taraflı, bağımlı ve talimatla çalıştığı düşünülen ve bu sebeple toplumun yüzde 82’sinin güvenmediği yargı erki de artık Cumhuriyetin temel değerlerinin güvencesi olmaktan çıktı. Muhalefet ve siyasi partiler sorunların çözümünde zaten işlevsel değiller. Sivil toplum örgütleri, sendikalar, bilim ve fikir üretmesi gereken üniversiteler sindirilmiş ve suskunlar. Kısacası, yönetimin keyfiliği önünde hiçbir ciddi engel artık bulunmadığı halde anayasayı değiştirmeyi neden düşünüyorlar?
ANAYASA YALNIZCA MEŞRUİYET KAYNAĞI OLARAK GÖRÜLÜYOR
“Türkiye’de yaşanan sorunlar sanki anayasadan veya yasalardan mı kaynaklanıyor ki yasa metinleri değiştirilerek dertler bitsin” denilebilir.
Çoğu zaman yok görmelerine rağmen iktidar anayasayı özellikle bir işlevinden dolayı çok önemsiyor. Dünyadaki tüm iktidarların meşruiyet iddialarının bir dayanağa ihtiyacı vardır. Anayasayı ve seçimleri kendileri için (içeride ve dışarıda) meşruiyetlerinin temel dayanağı olarak görüyorlar. Araçsal çerçeveden ele aldıkları seçimleri ve anayasayı bu sebeple önemsiyorlar ve kendileri için en uygun hale getirmek istiyorlar.
Ülkede siyasal partiler arasında bir rekabet görünümü var. Ancak yaşanan siyasal rekabetin ve seçimlerin adil, özgür ve demokratik ortamda olmadığı biliniyor. Yüz metre koşuda yarışçılar başlangıç çizgisindeyken, sadece bir tanesi bitiş çizgisine on metre mesafeden yarışa başlıyor. Yarış pistini, hakemleri ve koşulları belirleyen ve zaten favori olan bu yarışçı yarışları hep kazanıyor ve bu yapılanın adı da “yarış” oluyor.
Her ne kadar “serbest, adil ve demokratik” olma niteliklerini yitirse de, anayasal meşruiyet için seçimleri kazanmaları gerekiyor. Ancak matematik bilimi ne yazık ki cumhur ittifakının olası ilk seçimlerde yüzde 50 artı bir oy bulmasının olanaksızlığını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Onlar da tekrar seçilmek için bir takım anayasal değişikliklerin zorunlu olduğunu düşünüyorlar.
TEK ENGELLERİ SEÇİM SİSTEMİ
Mevcut sistemde iktidarın yürütme erkini icra ederken, yönetim açısından yapmak isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yok. Ne bürokraside, ne sivil toplum içinde, ne iş âleminde, ne de akademi dünyasında özerk, otonom bir alan kalmadı. Dolayısı ile mevcut sistemin yönetim erki bakımından rehabilite edilmesine ihtiyaç yok. Geriye bir tek seçim sisteminin elden geçirilerek olası risklerin bertaraf edilmesi ve sonucun garantiye alınması kalıyor.
Yüzde elli artı bir oyu alanın Cumhurbaşkanı seçilmesi düzenlemesine çok pişmanlar. İttifaklara mecbur kaldılar, evdeki hesap çarşıya uymadı. Şimdi, ilk turda en çok oyu alanın (belediye başkanlığında olduğu gibi) seçilmesine dönük bir hazırlık içinde oldukları düşünülebilir.
Daha Haziran 2019 yerel seçimleri sonrasında iktidar medyasında bu yüzde 50+1 sisteminin bir “dayatma” olduğu ve “katılanların oy çokluğu esasına göre” değişmesi gerektiği yazılmıştı. 9 Temmuz 2019’da Yurt Gazetesinde “Ah şu yüzde 50+1 dayatması!” başlıklı yazımda konuyu değerlendirmiştim.
REKABETSİZ OTORİTER SİSTEM
Bugün muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” isterken iktidar gelecek ilk seçimi alma garantisi sağlayacak anayasal değişiklikler planlıyor. Yeni anayasa çıkışı ile iktidar, sınırsız gücüne ufak tefek sorunlar çıkartabilen kurul ve kuralları da yok ederek tam bir “güçlendirilmiş başkanlık sistemi” arayışı içine girmiş gibi görünüyor.
Siyasal literatürde “rekabetçi otoriter sistem” denilen bu yapının rekabetçi kısmını iyice budayacak bir düzenleme düşünüyor olabilirler. Yeni ‘kılçıksız’ anayasa amaçlarına (meclis aritmetiği sebebiyle) ulaşamasalar da çok dert olmaz. Bu çıkış sayesinde ülkenin acil sorunlarından oluşan ve kontrolde tutamadıkları gündemi meşgul etme avantajını uzun süre kullanacaklardır.
Dünyada da otoriter sistemler tıkandıklarında önce milli güvenlikçilik görünümlü otoriterliğin artırılması yoluna gidiyorlar. Ardından her durumda iktidarda kalmalarını sağlayacak seçim sistemi değişikliklerine ve bazı kozmetik reformlara gittikleri biliniyor. Ancak dünyadaki örneklerde bu tür çabaların iktidarların düşüşlerini engelleyemedikleri de görülüyor.