Bu ülkede bugün yaşadığımız hemen tüm sorunları sadece bir sebepten yaşıyoruz. Yirmi üç yıldır ülkeyi yöneten bir kişinin sahip olduğu konumunu hayatta olduğu sürece elden bırakmak istememesinin bedelini seksen beş milyon insan ağır şekilde ödüyor.

Bu bedel;

· Geri kalmışlıkla, yoksullukla, işsizlikle, hayat standardının gitgide düşmesiyle ödeniyor.

· Bedel hukuksuzlukla, adaletsizlikle, mal ve can güvenliğinin kalmamasıyla, yargının tümüyle siyasetin emrine sokulmasıyla ödeniyor.

· Toplumsal güvensizlikle, sosyal kutuplar arası ayrışma ve çatışmayla, gençlerin gelecekten ümidini kesmesiyle, nitelikli beyin ve emek gücü ile birlikte yerli-yabancı sermayenin ülkeyi terk etmesiyle ödeniyor bu bedel.

· Ülke pasaportunun itibarsızlaştırılmasıyla, tüm uluslararası parametrelerde geri kalmış ülkelerin de gerisine düşmekle, vatandaşın gelecekten umudunu yitirmesiyle vb. ödeniyor bedel ve böyle giderse daha da ağır bedeller ödenmeye devam edilecek.

Demokrasi, hak ve hukuk mücadelesi bırakılırsa bu gidişatın tersine dönmesinin imkânsız olduğunu herkes biliyor.

Otokrasilerde iktidarın elden gitmesi riski çok yüksek olmadıkça, en azından sandık demokrasisinin (tümüyle eşitsiz olmak koşuluyla) sürmesine izin verilir. Çünkü ulusal ve uluslararası meşruiyetin gereği olarak, “beni halkım seçti” diyebilmeye ihtiyaç var. Ancak otokrat müsaadelerinin de elbette bir sınırı olur! Kolayca yenilebilecek muhalif liderlere “demokrasicilik oyunu” gereği yol verilebilir, ama koltuğu riske sokacak güçlü siyasi rakiplere “telef olmak” dışında seçenek bırakılabilir mi?

Rakip Güçlü Risk Büyükse “Demokrasicilik Oyunu” ve Hukuk Biter!

Foto 1-3

Erdoğan’a karşı toplumda desteği gittikçe artan ve ilk seçimlerde onu makamından indirme olasılığı çok yüksek görülen Ekrem İmamoğlu’na “demokrasicilik oyunu” adına yol vermek “siyasal intihar” gibi görüldüğünde 19 Mart sivil darbe süreci başlatıldı.

İmamoğlu ülke yönetimine aday olmayıp İstanbul Büyükşehir Belediyesini yönetmek dışında bir iddiaya soyunmasaydı, bugün kendisiyle birlikte on bir CHP’li Belediye Başkanı, yüzlerce Belediye bürokratı ve muhalif tutuklanmış olmayacaktı.

Dalga dalga gelen soruşturmalarda hukukun evrensel tüm prensipleri, en başta da masumiyet karinesi ilkesi katledildi.

“Eski Türkiye’de” Şüpheliler TV’lerde Suçlu Gibi Sergilenirlerdi!

Foto 2-2

Beni tanıyanlar kolluk hizmetlerinin hemen her biriminde ve her rütbede uzun yıllar görev yaptığımı ve Birinci Sınıf Emniyet Müdürlüğü rütbesinden emekli olduğumu bilirler. Suç soruşturmalarında şüphelilerin kamuoyuna suçlu gibi gösterilmesi meselesini, mesleki deneyimlerime de dayanarak açmaya çalışacağım.

Orta yaş ve üstündekiler hatırlarlar; ülkemizde onlarca sene önceleri polis bir operasyon yaptığında İl Emniyet Müdürlükleri ele geçirdikleri suç eşyalarını uzunca bir masaya özenle yayar, operasyonlarda yakalanan şüpheliler de bu masanın ardına sıralanır ve bu görüntüler basına verilirdi.

Henüz yargılanmamış, belki de beraat edecek bu kişilerin masumiyet karinesinin açıktan ihlali olan bu tür kolluk şovları o dönemlerde pek yadırganmazdı. Oysa hukukun işlediği ülkelerde masumiyet karinesine aykırı bu tür yayınlara izin verilmezdi. Şüphelilerin açık kimlikleri verilmez, görüntüleri ise ancak tanınmayacak şekilde blurlanması koşuluyla yayınlanabilirdi.

AB’ye Tam Üyelik Süreciyle “Masumiyet Karinesi” İlkesi İşlemeye Başladı

Foto 3-3

Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakerelerinin 2005’de başlaması sonrasında AB hukuk sistemine (müktesebata) uyum çerçevesinde kolluk uygulamalarına ciddi sınırlamalar getirildi. TCK 285/5’inci Maddede 2012 yılında yapılan değişiklikle “soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak algılanmalarına yol açacak şekilde görüntülerinin yayınlanması” hapis gerektiren suç olarak tanımlandı.

Böylece, herhangi bir sebeple haklarında adli işlem başlatılan kişilerin görüntülerinin polis tarafından basına verilmesi uygulaması son buldu. Ancak şüphelileri Emniyet birimlerinden çıkartıp araçlara bindirirlerken dışarıda bekleyen gazetecilerin görüntü almalarına polis bazen izin verebiliyordu ki aslında bu da hukuka aykırıydı.

Masumiyet karinesini güvenceye alan, yukarıda alıntıladığım TCK 285 ve diğer yasal düzenlemeler bugün işlevsileştirildi ve tamamen eskiye dönüldü. Siyasallaşmış yargı ve emrindeki kolluk itina ile seçilmiş kimi soruşturma materyallerini, bu siyasal operasyonlara kamuoyu rızası üretme amaçlı iktidar basınına servis edebiliyor artık.

Masumiyet Karinesinin Devlet Eliyle Katli

Foto 4-4

Geçen hafta “eski Türkiye’deki” uygulamaları anımsatan bir skandal yaşandı. İBB ve İmamoğlu’na dönük altıncı dalga operasyonunun 38 şüphelisinin, iki yanlarında kollarına girmiş polislerle askeri usul bir nizamda tek sıra halinde mahkemeye sevk için otobüslere bindirilmeleri görüntüleri yayımlandı. Polis kamerası ile kaydedilip devletin haber ajansı AA marifetiyle topluma sunulan bu görüntülerin kamuoyunu bilgilendirme, aydınlatma değil, itibarsızlaştırma, gözden düşürme motivasyonu taşıdığı çok açıktı. Devlet eliyle ve kötücül bir akılla planlanan bu uygulama [akla ve vicdana sığmaması bir yana] mevcut kanunlarımıza göre de doğrudan suç niteliğindeydi.

Özgür Özel’in bu ihlal konusunda çok sert ve yüksek perdeden itirazı bu bağlamda çok yerinde bir çıkış olmuştur. Özel devlet eliyle yayılan bu görüntülere tepki göstererek Bu yapılanlar 50-60 yıl öncesinin görüntüleri. Bunlar darbe dönemlerinde siyasetçilere yapılırdı. Bugün CHP’lilere reva görülüyor. Kanıma dokundu, canım acıdı. Herkes ayağını denk alacak. Yaşatanı bin pişman ederim dedi.

Masumiyet Karinesine Göre Yargı Kararı Öncesi Herkes Masumdur

Foto 5-3

Bu görüntüler, kalıcılığı için her şeyi göze almış iktidar siyasetinin hukuku ve kolluğu siyasal amaçları doğrultusunda istismar etmesinin ibretlik görüntüleri olarak siyaset ve hukuk tarihine kara bir leke olarak kaydedildi. Bugün olmasa da ileride başlatılacak bir soruşturmada; bu mizansenin kurgulanması, kaydedilmesi ve yayınlanmasında katkısı olanlar hukuk önünde hesap vermek zorunda kalabilirler.

Bugün yerle bir olan masumiyet karinesi meselesini biraz açmakta yarar görüyorum. Masumiyet karinesi, diğer adıyla suçsuzluk ilkesi (presumption of innocence); suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrinidir. Evrensel hukuk kurallarına göre, bir kişinin masum olduğunun kanıtlanmasına gerek yoktur; kişinin suçluluğunun kanıtlanamamış olması yeterlidir. 

Suçluluk yalnızca suçların kanıtlanmasıyla mümkündür. Bu da hüküm giymemiş kimsenin suçlu sayılamayacağı veya suçlu olarak lanse edilemeyeceği ilkesini; yani masumiyet karinesini doğurur. Masumiyet karinesi evrensel bir yargı doktrinidir ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nde yer almaktadır. Bu bildiriye taraf olan ülkeler, yasalarında bu doktrine yer vermek durumundadır ve ülkemizde de bu ilke (güya) hukuken korunmaktadır.

Bu İtibarsızlaştırma Çabaları Seçmenleri de Hedef Alıyor

Foto 6-1

Bu soruşturmalar çerçevesinde tutuklu bulunan 11 CHP'li belediye başkanının aldığı toplam oy sayısının 5 milyon 257 bin olduğunu öğrendik. Her birisi on binlerin-yüz binlerin oyunu alarak seçilmiş kişilerin, adi suçlular gibi itibarsızlaştırılması kanıksanacak bir durum değildir.

Devletin servis ettiği o utanç verici görüntüler yalnızca teşhir edilenlerin kişilik haklarını değil, o kişileri seçen vatandaşların haklarını da hedef alıyor. Haysiyet kırıcı bu muamele aynı zamanda seçmen iradesine de saldırı niteliği taşıyor. Örneğin ben de teşhir edilen bu Belediye Başkanlarından birsine oy veren seçmenlerdenim ve bu görüntüler gerçekten beni de yaraladı.

“Hukukun ve yargı bağımsızlığın yerle bir edildiği böylesi bir dönemde masumiyet karinesinin ihlalinin lafı mı olur” diyenler olabilir. Evet, darbe dönemleri dâhil ülke tarihinde hukuk ve yargı hiç bu kadar utanç erici duruma düşmemişti. Ancak yine de ve her şeye rağmen tüm hukuksuzluklar, bugün sonuç getirmeyecek olsalar bile, suç duyuruları yapılarak resmi kayıtlara geçirilmeli, tarihe not düşülmelidir. Tüm olan-bitenleri normalleştirmeme, kanıksamamama adına her bir hukuk ihlaline itirazlar gür tonda seslendirilmeli, toplumsal itiraz enerjisi hep yüksek tutulmalıdır. İş bu yazının da toplumsal itiraza mütevazı bir katkı olmasını dilerim.