AKP’nin yirmi iki yıllık iktidarında temel öncelikleri ve uyguladığı politik tercihler mevcut konjonktüre göre zaman zaman değişiklikler gösterebilmiştir.
Örneğin Mart 2024 yerel seçimlerden sonra Mehmet Şimşek’e emanet edilen ekonomi ve maliye yönetiminde daha önceki “nas” politikaları terk edilmiş, klasik-ortodoks uygulamalara geçilmişti. Çünkü bilim dışı-popülist mali ve ekonomik dayatmaları ülke ekonomisinin daha fazla kaldıramayacağı biliniyor, ekonomik gerçekler iktidarı rasyonelliğe zorluyordu.
Benzer durum dış politikada da yaşanıyor zaman zaman. Bir dönem estirilen “Kızıl Elma” hayalleri, “Mavi Vatan” hülyaları iç kamuoyunu gazlamaya ve seçim kazandırmaya hizmet etmişti. Dünya konjonktürü ve uluslararası ilişkiler, “Türkiye’nin güvenliği Libya’dan başlar” hamasetine son verilmesi gerçekliğini dayatınca daha rasyonel dış politikalara dönülmüştü. Yani AKP’nin yönetim politikaları ekonomide, dış politikada ve diğer konularda dönemsel ihtiyaçlara göre hızla yön değiştirebilmektedir.
Ancak AKP’nin ve Erdoğan’ın ilk günden itibaren istikrarla ve ısrarla sürdürdükleri, her alandaki pragmatizmlerine rağmen hiç geri adım atmadıkları tek bir konu vardır. Radikal dönüşüm politikalarında tavizsiz ve hatta vites artırarak ilerledikleri yegâne konu, eğitim politikalarının dincileştirmesi yönündeki istikrarlı çabaları olmuştur. Bunun sebeplerini açmaya çalışacağım.
EN İSTİKRARLI OLDUKLARI ALAN; EĞİTİM SİSTEMİNDE DİNCİLEŞME
AKP seçmeni dâhil kimsenin uygulanan eğitim sisteminden memnun olmamasına rağmen eğitimde niteliksizleşmenin artması, 22 yılda dokuz bakan değişiminin sadece Milli Eğitim’de olması boşuna değil. Sistemdeki tüm değişim ve dönüşümlerin, dini eksenli dünya algısının genç kuşaklara giderek daha fazla dayatılması yönünde olmasının da sebepleri var tabi.
Tüm AKP’li Milli Eğitim Bakanları eğitim sisteminde küresel rekabete entegre olabilecek sorgulayıcı ve yaratıcı gençlik yerine zihinleri inanç ekseninde formatlanmış kuşaklar yetiştirme amacına hizmet ettiler. Bakan Yusuf Tekin de yüklendiği misyonu gereği bu çıtayı zirveye taşıdı. Bu kabinede olmasının ideolojik gereklerini yerine getirmede sınır ve hukuk tanımıyor.
Eğitimdeki bu garabetlerin hepsi kararlı, ısrarlı, militanlık düzeyinde siyasal İslam anlayışına dayalı planlı çabaların ürünüdür. Böylesi ideolojik saplantılara dayalı eğitim anlayışı sonucunun çıktısı olan ortalama eğitim kalitesinin modern bilgi çağında karşılığının olmamasını umursamıyorlar.
Erdoğan’ın yakında yapacağı iddia edilen kabine değişikliğinde topun ağzında görülen Milli Eğitim bakanının [“siyasal amaçlarınıza hizmette benden daha iyisini bulamazsınız efendim!” manasına gelen] son çıkışlarını da, Bakan Tekin’in koltuğunu koruma çabası olarak değerlendirenler oldu.
BAKAN TEKİN LAİKLİĞE SALDIRARAK KOLTUĞUNU MU KOLLUYOR?
Son günlerde yine laiklik karşıtı söylemleriyle kamuoyu gündemine düşen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in son açıklamaları da ancak yukarıda açtığım siyasi çerçeveden bakınca anlaşılır olmaktadır.
Bakan Tekin geçtiğimiz hafta bir AKP ilçe kongresinde; "Sizin laiklikten anladığınız şey camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kur'an-ı Kerim öğrenmesini yasaklamak. Ben laiklikten bütün vatandaşların, hangi dine inanırlarsa inansınlar dini inanç ve ibadet hürriyetinin devlet garantisi altına alınmasını anlıyorum. Ben evrensel laiklikten yanayım. Sen laiklikten, Müslümanların inanç özgürlüğünün prangalar altına alınmasını, yasaklamasını anlıyorsun. Kendi icat ettiğin bir laikliği bana dayatıyorsun" dedi.
Aslında bakan Tekin’in “evrensel laiklik” diyerek maskelemeye çalıştığı anlayış, laik anayasamıza göre suç olan şeriatın meşrulaştırılarak tüm eğitim gençliğine ve topluma zorla dayatılmasından başka bir şey değil.
ANLAMAK VE UYGULAMAK BAKANIN İŞİNE GELMESE DE ANAYASA ÇOK AÇIK
Tekin’in kendisine dayatıldığını iddia ettiği laiklik bugün halen geçerli olan anayasamızın mihenk taşı, inanç ve vicdan özgürlüğünün temel dayanağıdır. Bakanın da uygulamak zorunda olduğu Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 12: “Türk milli eğitiminde laiklik esastır” diye yazıyor.
Milli Eğitim Temel Kanunu Genel amaçlar bölümünde Türk Milli Eğitiminin genel amacı; “Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı;(…) insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar olarak yetiştirmektir” diyor. Bu kanunda atıf yapılan Anayasanın Başlangıç bölümünde ise; “laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” hususu emrediliyor.
Yani bakan Tekin’in laikliğin tanımı konusunda kafası karışık olsa da, “kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” gibi açık bir hükmü anlamamış olamaz.
Tüm işleri güçleri dini politikaya alet etmek (din istismarı) olan iktidardakiler bildiklerini okumaya devam ederlerken bari bir de bize yüksek hukuk yorumları yapıyormuş gibi ahkâm kesmeseler çok iyi olacak!
LAİKLİĞİ SADECE SÜNNİ İSLAM’A UYGUN YAŞAM ÖZGÜRLÜĞÜ OLARAK SUNUYORLAR
Bakan Tekin, mevcut kabine içinde en radikal siyasal İslamcı olarak yerleşen namını gitgide pekiştiriyor. Belli ki Tekin ülkede sadece kendi anladığı kapsamda, [resmi Sünni İslam anlayışının çerçevesini çizdiği] Müslümanlığını yaşayabilmesini laiklik olarak kabul ediyor, diğer yaklaşımları dinsizlik ve 'dayatma' olarak görüyor. Tekin, Türkiye’de İslam’ın diğer mezhepleri ile birlikte farklı inançları ve inançsızlıkları, kısacası evrensel anlamdaki din ve vicdan özgürlüğünü tanımıyor, tümüyle görmezden geliyor.
Milli Eğitimi inanç eksenine oturtma yolunda gerek Bakanlık Müsteşarı, gerek Bakan olarak köklü değişikliklere imza atan Tekin bu siyasal mücadelede hep baş aktör olarak yer aldı. “Dindar ve kindar nesil” yaratma uğruna dayatılan 4+4+4 eğitim sistemi de Yusuf Tekin’in MEB müsteşarlığı görevindeyken gerçekleşmişti. Zaten kendisini karma eğitime karşı, kız okullarının açılmasını savunan ilk bakan olarak tanımıştık ve ben bu konuyu yazmıştım o günlerde.
Okullarda yıllardır zorunlu ve seçmeli din dersleri kapsamında öğrencilere sadece Sünni İslam anlayışı tek dini inanç olarak dayatılıyor, zorla öğretiliyor. İnançsızlık bir yana, İslam’ın diğer mezheplerine de saygı duymuyorlar. Alevi inancındaki aileler açtıkları davaları AYM’de kazansalar da, AİHM bu konuda Türkiye’yi defalarca tazminata mahkûm etmiş olsa da, MEB Alevi ailelerin tüm itirazlarına rağmen çocuklarına Sünni İslam öğretme inadından vazgeçmiyor.
Devlet kurumlarını, bakanlıkları sadece kendilerince “makbul” belirli tarikat ve cemaat üyelerine teslim etmekten hiç çekinmiyorlar. Sözde “Sivil toplum örgütü (STÖ)” diye sundukları tarikat ve cemaat uzantıları olan dernek ve vakıflarla MEB’in yaptığı protokolleri, göğsünü gere gere savunmaktan kaçınmıyor bakan Tekin.
Bakanın gururla sahip çıktığı o STÖ’ler içinde bilimsel eğitim amacı taşıyan tek kuruluş yok. Bunların hepsi Ensar Vakfı, Hayrat Vakfı, Hizmet Vakfı, İHH, İlim Yayma Cemiyeti, Tügva ve Türgev gibi laiklik karşıtlığı ile tanıdığımız ‘meşhur’ örgütler.
LAİKLİĞİ NEDEN BÜYÜK TEHLİKE OLARAK GÖRÜYORLAR?
Bitirirken, laiklikten neden bu kadar korkuyorlar özetlemeye çalışayım. Çünkü;
· Laiklik sadece din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda devletin var olan tüm dinsel duyarlılıklara ve inançsızlıklara da eşit uzaklıkta olmasının teminatıdır. Oysa onlar ellerindeki en işlevsel siyasal aparat olan din istismarından vazgeçemiyorlar.
· Toplumda var olan farklı dinsel taleplerin ve inançsızlıkların kamusal alanda bir arada yaşayabilmelerinin ve iç barışın teminatı olacak tarafsız devlet sisteminin dayanağı laikliktir. Oysa ayrımcılık ve kutuplaşma onlar için iktidarı sürdürmenin temel argümanıdır.
· Laiklik bir inanç sisteminin kamusal gücü ele geçirerek, toplumda kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyenlerin üzerine baskı kuramamalarının garantisidir. Oysa inanç onların tüm hukuk tanımazlıklarını ve denetimsizliklerini meşrulaştırma aracıdır. (“Ne yapıyorsak Allah Yaptırıyor!”)
· Aklın ve vicdanın özgürlüğünü sağlayan laiklik; düşünce ve inanç özgürlüğünün garantisi, demokratik ve çağdaş toplumun temel taşıdır. Oysa onlar evrensel demokratik standartlarda iktidarlarını sürdüremeyeceklerini iyi biliyorlar.
Denetimsiz güce ve dini inançların istismarına dayanan iktidarlarının en zayıf karnı olan aklın ve vicdanın özgürlüğü onlar için en tehlikeli düşmandır. Kul değil, özgür iradeli birey olma bilincinin gelişip serpilmesi için zaruri olan laikliğe bu sebeplerle tahammül edemiyorlar ve bu yüzden her fırsatta saldırıyorlar.