Türkiye seçimleri geride bıraktı. Cumhurbaşkanlığında 2. evre seçimin Tayyip Erdoğan tarafından kaybedilmesi neredeyse olanaksız. Muhalefetin seçimi kazanması için bir tansık (mucize) gerek. O tansık gerçekleşir mi, bilinmez.

Kimileri ikinci evrede Sinan Oğan ile Erdoğan’ın yarışması gerektiğini ileri sürüyor. Böyle bir şeye CHP onay verir mi? Hiç sanmıyorum.

Meclisteki dağılım ortadayken seçimi Kılıçdaroğlu’nun kazanması yalnızca bir düş gibi. Gerçi hiçbir durumda umutsuz olmamak gerek. Umutsuz olduğumuz yok zira umut insanı en son terk eden duygudur. Ama ünlü nihilist Nietzsche’nin; “umut etmek yalnızca acıyı uzatır,” dediği aktarılıyor.

Açıkçası kendi adıma durumu iyi okuyamadığım için üzgün olduğumu belirtmeliyim.

Aslında aklımla kalbim savaştı bu seçimde. Kalbim muhalefetin kazanması için yandı tutuştu. Ama aklım iktidarın kazanacağını görüyordu.

İktidarın elindeki devasa olanaklar, kitleleri etkileme gücü ile başa çıkabilmek gerçekten son derece güçtü. Halk adeta kuşatıldı. Sağlıklı düşünmesi engellendi.

Peki, seçimin böyle sonuçlanmasındaki temel düşünce neydi?

Tek sözcükle söylemeliyim ki; milliyetçilik…

Milliyetçiliğin temelinde yatan duygu ise kesinlikle korkudur.

Halk güvenlik kaygısıyla ve korkusuyla milliyetçileşir.

Halka güvenlik duygusu veremeyen muhalefetin başarılı olması pek mümkün değildi.

İktidar halkı korkuttu.

Ve halk gerçekten korktu.

Bu halkın çok derin ama gerçekten çok derin korkuları var. Bunu görmezden gelen hiçbir siyasi hareketin başarılı olması beklenmemeli…

Halktaki derin ve kökleri tarihe dayalı korkunun en net ifadesi milli marşımızın ilk sözcüğünde adeta bir tokat gibi yüzümüzde patlıyor:

Korkma!

Kendisine sürekli korkma diyen bir ulusun korkmasını gerektiren ürkütücü düşmanları var demektir.

Terör, işgal, açlık…

Bu halk bunları yüzyıllardır çeşitli biçimlerde yaşıyor.

Halkımız korkularına karşı iktidarı ve devlet aygıtını sığınak olarak gördü.

O halde kazanmak için önce halka cesaret ve güven duygusu vermek gerek!