Kıyamet sözcüğü Kur’an’da 70 yerde geçmektedir. Kıyam sözcüğünden türemiştir.
Kıyamet, kıyam mastarından türeyen bir sözcük olarak; ayağa kalkmak, dikilmek, saygıyla beklemek gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an’da kıyamet sözcüğünün kullanımı konusunda çok ilginç bir durum söz konusudur. O da, bu sözcüğün daima yevm yani gün sözcüğüyle birlikte kullanılmış olmasıdır. Böylece “Yevm’ül – Kıyame” / “Kıyamet Günü” ifadesi meydana gelmektedir.
Terim olarak kıyamet sözcüğünün ne anlama geldiği konusunda egemen İslamî alanyazında egemen bir görüş vardır. Buna göre, kıyametle kastolunan, bütün dünyanın ve evrenin dağılıp yok olması ve daha sonra bütün bilinçli varlıkların yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda kıyam etmesidir. (Kur’an’da, kıyametin birinci evresi yani “yok oluş” için çoğu kez “saat” sözcüğü kullanılmaktadır. Kıyamet ifadesi ise daha ziyade ikinci aşama yani “diriliş” için kullanılıyor. Kıyamete ilişkin Kur’an’da kullanılan başka ifadeler de var: Yevm’ul- ba’s, Yevm’ud- din, Yevm’ul- hisab, Yevm’ul-hulûd, Yevm’ul – hasre, Yevm’ul hurûç, Yevm’ut-tegabun, Yevm’ut-telâk vb.)
Ancak bu egemen görüşe karşın kıyamete dair başka görüşler de vardır. Bu farklı görüşler âlemin / evrenin ezeliliği meselesi ve yeniden dirilişin / haşrin cismani değil ruhani olması iddiası etrafında cereyan etmektedir. Özellikle İslam filozoflarınca ileri sürülen bu farklı görüşler, Gazalî gibi isimlerce sahiplerinin tekfir edilmesine neden olan görüşler olarak tarihe mal olmuştur. Biz kendi inancımızı ortaya koyarken yeri geldikçe bu görüşlere de kısmen değinmeye çalışacağız.
Kıyametle bütün varlıkların yok olacağına ilişkin görüşün dayandırıldığı Kur’an ayeti Öyküler Bölümü 88. Söz / Kasas Suresi 88. Ayettir. Ayetin ilgili bölümünde şöyle denilmektedir:
“... Onun varlığından başka her şey yok olup gidecektir...”
Bazı çevirilerde ayetteki “varlığından” ifadesi yerine, “vechinden, yüzünden, zatından” biçiminde ifadelerin kullanılmakta olduğunu da görmekteyiz. Özgün Arapça metinde “vech” sözcüğü yer alıyor. Vech, Arapçada yüz anlamına geliyor. Bu bağlamda mana; “Allah’ın yüzünden başka her şey yok olacaktır!” şeklindedir. Allah’ın yüzünden kasıt da Allah’ın varlığıdır. Nitekim bu nedenle biz, “varlığından” ifadesini kullandık.
Bu ayetten, bütün evrenin yok olacağı sonucunu çıkarmak yanıltıcıdır. Zira kıyametin nasıl kopacağının anlatıldığı diğer ayetlerin hiçbirinde tam anlamıyla bir yok oluştan bahsedilmemektedir. Kaldı ki mutlak yokluk diye bir şey söz konusu değildir. Temel bir fizik kuralı olarak belirtelim ki, hiçbir şey yoktan var olmaz. Var olan hiçbir şey de yok olmaz. Bu cümleden olarak anlıyoruz ki âlem / evren de aslında yoktan var olmuş değildir. O halde var olan evrenin mutlak bir yokluğa düşmesi de mümkün değildir. Evrenin / âlemin zaman bakımından ezeli olduğunu belirten Farabî’nin bir takım ifade ustalıkları ve mantıksal çıkarımlarla evrenin Allah tarafından yaratıldığı ama zaman bakımından ezeli olduğu, zira zamanın mutlak olmadığı, evrenin varlığıyla / feleğin hareketiyle zamanın başladığı yönündeki görüşleri aslında az önce ifade ettiğimiz temel fizik kuralıyla koşut bir yaklaşımı işaret etmektedir. Ezeli olan bir şeyin ebedi olması da bu çerçevede düşünülmek durumundadır. Evren zaman bakımından ezeli ise yine zaman bakımından ebedidir de...
Evrenin zaman bakımından ezeli olduğunu söyleyip de onu bir başka yaratıcının yarattığını ifade etmek, ama o yaratıcının da mutlak anlamda ezeli ve yaratılmamış olduğunu ileri sürmek, evrene verilmek istenmeyen bir takım özelliklerin (Sözgelimi, varlığının kendinden olması ve mutlak ezeli olması) muhayyel bir varlığa yani Tanrı’ya atfedilmesidir. Bu da bize göre egemen dinsel paradigmanın insan aklı üzerindeki muhasarasını ifade etmektedir. Kimi İslam filozoflarının bu paradigmanın akıl dışı, varlık dışı, oluş dışı bir zorlama olduğunu gördükleri halde, zamanın izafiliği tezi üzerinden bir uzlaşıya yönelmek durumunda kaldıkları anlaşılıyor.
Transandantal Allah inancının temel ifadelerinden olan mekândan ve zamandan münezzeh Tanrı anlayışı, hem varlığı hem de zamanı izafiyete mahkum kılan bir görüş ve inanış olup kendisinin, varlığı ve zamanı mutlak kabul eden görüş ve inanıştan daha değerli, daha doğru ve gerçek olduğunu ortaya koyacak hiçbir veri yoktur. Ortada sadece katı bir fideist tutum vardır.
Sözü fazla uzatmadan gerçeği yazalım; evren ezeli ve ebedidir. Zira Allah ezeli ve ebedidir. Evrenin varlığı Allah’ın varlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Madde, enerji ve zaman yani varlık, Tanrı’nın duyumsanır, fark edilir ve bilinir halidir. O halde kıyameti, varlığın mutlak anlamda yok oluşu olarak düşünmek, Tanrı’nın kendi kendisini imha edeceğini düşünmek gibidir. Bu bağlamda Öyküler Bölümü 88. Sözü / Kasas Suresi 88. Ayeti doğru anlamak durumundayız.
Ayette bize anlatılan aslında şudur:
Varlıklar âlemindeki her şey sahip olduğu formu kaybedecek ama varlığın kendisi daima var olacaktır. Zira varlık başlangıçsız ve sonsuzdur. Yani ezeli ve ebedidir. Buna öz Türkçe olarak “bayrı” ve “bengü” diyebiliriz.
Kıyametle ilgili ayetlerin hiçbirinde varlığın yok olacağından bahsedilmez. Yalnızca büyük, hızlı ve şiddetli bir form değişikliğinden söz edilir.
Varlığın yahut evrenin yok olmayacağının en yalın ve keskin ifadelerinden biri Yaratan Bölümü 41. Sözde / Fatır Suresi 41. Ayette geçen şu ifadedir:
“Allah gökleri ve yeri yok olmasınlar diye tutmaktadır...”
Çok kesin olarak belirtelim ki varlığın / evrenin yok olmayacağı bu ayetle de bir kez daha vurgulanmaktadır. Varlığın yok olacağını düşünmek Allah’ın yok olacağını düşünmek gibidir. Bu sebeple bir kez daha söyleyelim ki, kıyamet kavramı bir yok oluşu değil büyük, hızlı ve köklü bir değişim ve dönüşümü anlatmaktadır.
Bu noktada meselenin daha iyi ve daha berrak bir biçimde anlaşılabilmesi için kıyametin kopuşu ile ilgili bazı Kur’an ifadelerine bakalım:
Diriliş Günü Bölümü’nde / Kıyamet Suresi’nde kıyametin kopuş anında gözlerin kamaşacağından, Ay’ın kararacağından, Güneş ve Ay’ın bir araya getirileceğinden bahsedilir. Ama bunların yok olacağından bahsedilmez. (7,8,9. Ayetler)
Daha açık ifadelere başvuralım.
Bu konuda özellikle Dürülme Bölümü / Tekvir Suresi çok çarpıcı sözler içermektedir.
“Güneş katlanıp dürüldüğünde,
Yıldızlar döküldüğünde,
Dağlar yürütüldüğünde,
Gebe devler başıboş bırakıldığında,
Vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
Denizler tutuşturulduğunda,
...
Gökyüzü sıyrılıp alındığında,
Cehennem kızıştırıldığında,
Ve Cennet yaklaştırıldığında...”
Görüleceği üzere, burada, kıyamet anlatımında mutlak yok oluş söz konusu değildir. Büyük, hızlı ve şiddetli bir form değişikliği ve kaos söz konusudur. Kur’an’da benzer üslup ve içerikte başka pek çok ayet daha bulunuyor. Hepsi de bir yok oluştan / yok edişten değil kesin bir form değişikliğinden ve kaostan bahsetmektedir.
Kıyamet kavramı bilindiği üzere iki uçludur. Biri evrenin / varlığın büyük form değişikliği yani kaos iken diğeri de kaosun sona erip yeniden cosmos durumuna geçiştir. Buna diriliş denilmektedir. Her iki dönüşümün başlangıcı için simgesel bir ifade olarak “sur” denilen bir boruya İsrafil adlı melek tarafından üfleneceği belirtilmektedir. Melek kavramını başka bir yazımızda irdeledik ama burada sur aslında dönüşümün başlangıç anının ifadesinden başka bir şey değildir. Kur’an’ın ilk muhataplarının anlam dünyası çerçevesinde böyle simgesel bir ifadenin kullanıldığı net bir biçimde anlaşılmaktadır.
Sur’a ikinci kez üflendiğinde kaostan cosmosa geçiş başlayacaktır. Bu aslında dirilişin bir diğer ifadesidir. Cansız varlıklar yeni bir düzene kavuşurken canlılar âlemi de biyolojik esaslar doğrultusunda yeniden işlemeye başlayacaktır.
Yeniden diriliş konusunu ele alırken Yasin Bölümü 33. Söz / Yasin Suresi 33. Ayete müracaat etmiştik. O bölümü tekrar takdim edelim:
Ayette şöyle deniliyor:
“Ölü toprak onlar için etkili bir kanıttır. Biz onu dirilttik. Ondan ürünler çıkardık. Onlar, o ürünlerden beslenip duruyorlar.”
Bu ayette kullanılan “ölü toprak” ifadesinin mecazî olduğu malumdur. Buna izafi ölüm diyebiliriz. Mutlak ölümün olmadığını bu ayetten çok net biçimde anladığımız gibi dirilişle neyin kastedildiğini de anlıyoruz. Gerçekte toprak hiçbir zaman mutlak anlamda ölmez. Toprağın varlığı süreklidir ve ölüm bir yok oluş manasına gelmez. Toprağın ölmesinden maksat geçici bir süre ürün vermeyişidir. Fakat bir süre sonra yağmurla birlikte toprak canlanır ve ürün verir ki, bu da onun dirilişidir. İnsanın ölümü de böyledir. Bedenin toprağa karışması ve canın / ruhun da bir enerji halinde evrende varlığını sürdürmesidir. Toprağa karışan bedenin bitkilere gübre olup hayat vermesi, enerjinin de başka canlılara can olması aslında insanın bir nevi yeniden dirilişidir. Tıpkı ayette belirtildiği şekliyle toprağın diriltilmesi gibi...
Bu arada belirtelim ki İslam ulemasının ve özellikle de İslam filozoflarının en önemli tartışma konularından biri yeniden diriliş bahsidir. “Ba’su ba’de’l- mevt” yani ölümden sonra diriliş ve haşir (bedeni bir araya toplama) konusunda bir yığın münakaşa ve görüş vardır. Cismani diriliş mi, ruhani diriliş mi vb. tartışma alanları İslam eskatolojisinin en hararetli konularıdır. Biz hem cismani manada hem de ruhani manada dirilişin imkânını savunanlardanız. Lakin şu noktada ayrılıyoruz:
Biz dirilişi ölüm öncesi bedene ve cana aynen yeniden kavuşma olarak görmüyoruz. Ölüm öncesi bedenin ve canın ölümden sonra başka biçimler alarak evrende varlığını sürdürmesi olarak görüyoruz.
İnsanlar için yeniden dirilişin eski bedene ve cana aynı şekilde dönüş olduğunu ileri sürenlerin, savlarına dayanak yapmakta oldukları ayetlerden ikisi şöyledir:
“İnsan, kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?
Evet, bizim onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.”
Diriliş Günü Bölümü 3. ve 4. Sözler / Kıyamet Suresi 3. ve 4. Ayetlerdeki bu ifadeleri önceki bedene ve cana aynı şekilde dönüleceği biçiminde yorumlamak kesinlikle doğru değildir.
Zira bu ayetler eğer böyle anlaşılırsa, “Yerinize başka benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde yeniden yaratacağız.” (Olay Bölümü 61. Söz / Vakıa Suresi 61. Ayet) biçimindeki ayetle çelişir. Oysa Kur’an’da çelişki yoktur.
O halde Diriliş Günü Bölümündeki ilgili ayetlerin gerçek anlamı nedir?
4. Ayette geçen parmak uçları ifadesi ile neyin kastedildiğini ortaya koymak gerekiyor.
Bazıları bunu hemen parmak izi olarak anlamlandırma gayretine düşüyor. Oysa parmak izi anlamında bir ifade o vakitler Arapçada yoktu. Kur’an, muhatabının anlam dünyasında olmayan bir ifadeyi kullanmaz. Parmak uçları ifadesinin özgün metindeki karşılığı “benan” sözcüğüdür. Arapçada “ben” parmak ucu demektir. Çoğulu “benan” ifadesidir. Bununla kastedilen parmağı büktüğümüzde oluşan eklem yerlerindeki çıkıntılardır. Dolayısıyla sözcüğün parmak iziyle bir ilgisi yoktur.
Yeniden dirilme konusunda esas alınması gereken anlam, Olay Bölümü 61. Sözdeki / Vakıa Suresi 61. Ayetteki manadır. Evet, çürüyüp erimiş insan kemiklerinden yeni canlı türleri belki de yeni insan iskeletleri var olacaktır. Öyle ki evvelce olduğu gibi parmak uçları bile yeniden oluşacaktır. Ama bu oluşum kişinin önceki beden ve önceki cana kavuşması değildir. Zira ayetteki ifade çok açıktır. Yerimize başka benzerlerimiz getirilecek ve bilmeyeceğimiz bir biçimde yeniden yaratılıp diriltileceğiz. Ama o kesinlikle bugünkü biz olmayacağız.
Kıyamet konusu işlenirken üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de “Kıyamet Alametleri” denilen anlatılardır.
Prof. Dr. Erkan Yar’ın ifadesiyle kıyamet alametleri denilen şey aslında kıyametin oluş şartlarıdır. Yani söz konusu alametler kıyametin oluşumunu anlatan koşulların meydana gelmesidir. Bir diğer anlatımla alametler aslında kıyametin bir süreç halinde yaşanmasıdır.
Egemen ve genel İslamî düşüncede kıyamet, yukarıda izah etmeye çalıştığımız tariflerle birlikte bir nevi tarihin sonu gibi de tasavvur ediliyor. Kıyamete yakın zamanda dünyanın kötülüklerle dolu olacağı ve bu kötülükler nedeniyle tarihin sona ereceği fikri, kıyamet betimlemelerinde yer alan en önemli unsurlar arasında bulunuyor. İşte bu noktada, Kıyamet Alametleri denilen dehşet verici düzeyde kötü hadiselerin vukû bulacağına dair güçlü bir inanç mevcut.
Söz konusu alametlerin en büyüklerinden biri, adına “Deccal” denilen ve bütün dünyayı fitneye boğacak olan birinin ortaya çıkmasıdır. Deccal’e karşı savaşıp onu yenecek bir kurtarıcı inancı da mevcut. O kurtarıcıya da “Mehdi” deniliyor. Bazen, deccal bir şahıs değil de bir sistem veya düşüncedir, biçiminde izahlara da rastlamak olası. Ancak Kur’an’da ne Deccal’den ne de Mehdi’den bahis vardır.
Her ikisi de daha ziyade, Hazreti Muhammed’e dayandırılan pek çok uydurma hadisten neşet eden bir inanç unsuru olup ikisinin de Muhammedî İslam açısından kabulü mümkün değildir.
Bazıları zorlama yorumlarla bir kısım ayetleri Deccal’e işaret edildiği şeklinde anlamlandırmaya çalışsa da bu inancın Kur’anî bir temeli yoktur. Mehdilik için de durum aynıdır. (Bu arada Şiilik ve Alevilikteki Mehdilik inancını ayrıca ele almak gerekiyor. Şiiler on ikinci İmam Muhammed Mehdi’nin küçük yaşta sırrolduğuna ve halen yaşadığına, kıyamete yakın zamanda zuhur edeceğine ve dünyayı saran fitnelere son verip İslam’ı egemen kılacağına inanırlar. Aleviler ise Muhammed Mehdi’nin zuhurunu batınî bir yoruma tabi tutarak gerçek kurtarıcının insanın kendisinin ve özellikle de aklının olduğunu ifade ederler. Deyişlerde geçen “Mehdi mağarada sırroldu gitti” biçimindeki ifadede yer alan mağara sembolizminin aslında insan aklı olduğunu belirtirler. İnsanlığı büyük belalardan kurtaran herkesin aslında bir nevi Mehdi olduğunu düşünürler. Bu bağlamda Alevilikte Mehdi inancının makul bir yoruma kavuşturulmuş olduğunu belirtmekte yarar görüyorum.)
Deccal ve Mehdi inancının Hıristiyan ve Musevi inancında da kökleri vardır. Deccal’e Hıristiyan eskatolojisinde “Antichrist”, Musevi eskatolojisinde ise “Armilus” denilmektedir. Mesih inancı da Mehdi inancına denk düşmektedir.
Kur’anî bir temeli olmadığından Deccal ve Mehdilik hakkındaki bir yığın anlatıya değinmeye gerek görmüyorum. Zira bu, yazımızın hacmini boş yere büyütmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Yeri gelmişken kısaca belirtelim ki, Hazreti İsa’nın yeryüzüne ineceği şeklindeki sözde İslamî inancın da Kur’an’da herhangi bir temeli yoktur. Hazreti İsa’nın ölmediği ve kıyamete yakın zamanda Mehdi’ye yardım etmek üzere yeryüzüne ineceği şeklindeki inanç, Kur’an’dan onay alır bir inanç değildir. Bu konu da başka bir yazının konusu olduğundan burada bu kadarlık bir değinmeyle iktifa edelim.
Kıyamet Alametleri konusunda Kur’an’da yer alan unsurlara değinmek elbette ki çok gereklidir. Lakin peşin olarak belirtelim ki, onlar da egemen dincilerin ileri sürdüğü gibi bir içerikte düşünülmemelidir.
Bunlardan biri “Dabbet’ül – Arz” meselesidir. Bu deyim, Karınca Bölümü 82. Sözde / Neml Suresi 82. Ayette geçmektedir. Ayette, yerden bir dabbe çıkacağı ve insanlara, Allah’ın ayetlerine inanmadıklarını haber vereceği ifade edilmektedir.
Dabbe ile neyin kastedildiğine ilişkin, İslam bilginlerince bir yığın iddia ortaya atılmıştır. Arz, yer anlamına gelmektedir. Dabbe ise “debelenen canlı” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Peki, gerçekte kastedilen nedir?
Gerçekte kastedilen; yeni bir canlı türünün çıkmasıdır. Bu canlı türü insanların doğaya verdikleri zarar ve biyolojik yasalara müdahaleleri sonucu ortaya çıkan, şaşkınlık verici bir canlı olacaktır. Böylece insanlar doğayı tahribe yönelik işlerinin sonucunu çok acı ve ibretlik bir biçimde yaşayacaklardır. Ayette belirtilen; “insanlara Allah’ın ayetlerine gereğince inanmadıklarını söyleyecektir” ifadesi de aslında, “insanlara, yaptıkları müdahalenin sonucunu gösterecektir” manasına gelmektedir.
Bilmekteyiz ki, geçmişte dünyada pek çok canlı türünün nesli tükenmiştir. Tarih içinde yeni canlı türleri de çıkmıştır. İşte bunun gibi gelecekte de yeni ve değişik canlı türleri çıkacaktır. Bunlardan biri yahut bir kısmı insanın tabiata müdahalesi sonucu ortaya çıkan şaşkınlık ve korku verici olabilecektir.
Genetik ilminde yaşanan gelişmeler insanların ileride pişman olacakları bir kısım sonuçlarla karşılaşacaklarının habercisi gibidir. Bu bağlamda Kur’an’da geçen dabbe kelimesi de görüldüğü üzere ilginç bir bilgi sunmakta ve genetik ilmi konusunda yaşanacaklara dair haber vermektedir. Dabbe’nin topraktan çıkması tabiri de önemlidir. Evet, bütün canlılar topraktan çıkar. Yani topraktan elde edilen besinlerle var olur ve yaşarlar. Dabbe’nin topraktan çıkmasıyla kastedilen doğrudan doğruya böyle bir şeydir. Zira canlı olmanın toprakla ilişkisi apaçık ortadadır.
Kur’an’da bir de “Yecüc Mecüc” meselesi vardır. Evvelki kutsal kitaplarda “Gog Magog” olarak bahsedilen Yecüc ve Mecüc, İbrahimî dinlerin önemli anlatılarından biridir.
Mağara Bölümü / Kehf Suresinde anlatılan Zülkarneyn Kıssasında Yecüc ve Mecüc’ün geçmişte dünyayı fesada boğan bir topluluk olması düşüncesi üzerinden ortaya konan görüş, insanlık tarihinin geçmiş evrelerinde yaşanan toplumsal sorunlar / sosyal çözülmeler / ictimaî bunalımlardır. Yani spesifik olarak belli bir toplum kastediliyor değildir. Yecüc Mecüc’ün sed arasına alınması da aslında yaşanan toplumsal sorunların kontrol altına alınmış olması anlamını işaret etmektedir.
Ayrıca yine Elçiler Bölümü 96. Söz / Enbiya Suresi 96. Ayette de gelecekte yaşanacak benzer büyük bunalımlara işaret edilmektedir. Yecüc ve Mecüc’ün önlerindeki seddin açılmasından maksat büyük toplumsal bunalımların patlak vermesidir.
Kıyamet Alametleri bahsinde anlatılan diğer alametler de, sözgelimi, büyük bir dumanın çıkması gibi, gerçekte büyük doğa olaylarının ve beraberinde şiddetli toplumsal hadiselerin vukû bulacağına ilişkin haber ve öngörülerdir. Dolayısıyla bu alamet anlatıları, tıpkı kıyametin kopuş anlatıları gibi kesinlikle mutlak bir yok oluştan bahsetmez. Evvelce de ifade ettiğimiz üzere kıyametle kastedilen şey, dünyada ve evrende büyük, ani, şiddetli ve sarsıcı bir değişimin olması, daha da ileri bir söyleyişle büyük bir bozuluşun vukû bulmasıdır.
O halde bir kez daha yineleyelim ki varlık yok olmayacaktır. Zira varlık ezeli ve ebedidir. Olacak olan şey, sarsıcı bir form değişikliğinden başka bir şey değildir.