Bir tartışmadır gidiyor… Vahdettin hain miydi değil miydi? Abdülhamit “kızıl”mıydı değil miydi? Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın devamı mı değil mi? Delinin biri bir kuyuya taş atıyor, diğerleri de peşine takılıyor. Uğraş dur.
Bana ne kardeşim? Bunların hiçbiri beni ilgilendirmez. Bırakın bu işlerle tarihçiler uğraşsın.
Allah aşkına, sizin başka işiniz mi yok! Ne diye bu suni gündemlerle ülkenin zamanını boşa harcıyorsunuz? Kasten mi yapıyorsunuz yoksa?
Ekonomi dibe vurmuş… Hayat pahalılığı almış başını gidiyor… İşsizlik, ha keza… Dış politika desen öyle… Hangi alanda olursa olsun; son 20 yıldır, dünya ölçeğinde tek bir başarı öykümüz yok ! Ve biz hâlâ; ya Osmanlı tartışıyoruz ya da din… Dönüşümlü olarak birini bırakıp ötekini alıyoruz ele…
***.
El insaf yahu !
Bakın, altını çizerek söyleyeyim!
Türkiye Cumhuriyeti ne Osmanlının devamıdır ne de siyasi mirasçısı! Sadece kültürel varisidir. Bunun ötesinde, bekçisi, eskisi ya da yenisi diye bir Osmanlılık tanımı ya da yakıştırması söz konusu değildir, olamaz da! Zira Türkiye Cumhuriyeti, ne İngiltere ne Belçika ne İsveç ne de İspanya gibi “sembolik de olsa” bir monarşi değildir.
Öte yandan dünya bilgi toplumuna giderken; bilim, düzlem geometriden uzay geometriye geçerken, din adına 1,400 yıl önceki kurallarla yorumlar üzerine kıyametler koparmanın da mantığı yoktur. Bu tür tartışmaların ne İslam dinine ne de Müslümanlara herhangi bir yararı olduğu kanısında değilim. Tam tersine bu tartışmalar topluma daha çok zarar veriyor. Bir yanda dindarlar, öte yanda dindar olmayanlar… Bir yanda Osmanlıcılar ya da “Neo Osmanlıcılar” bir yanda cumhuriyetçiler… Toplumun kabak gibi tam ortadan ikiye ayrıldığını görmüyor musunuz? Kör müsünüz?
***
Evet… Geçmişi olmayanın, geleceği de olmaz derler.
Doğrudur… Ancak, geçmişe takılı yaşamanın da geleceği yoktur. Yapılması gereken; bugün hangi noktadayız, yarın ne yapacağız... Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu ilkedir.. Daima ileri… Hedef çağdaş medeniyetler seviyesi!