İçine düştüğü çıkmazı yapay gündemle geçiştirmeye çalışan AKP Hükümeti; kaymakta olan tabanını konsolide etmeye çalışıyor:

30 yıldan beri müze-cami OLAN Ayasofya’da iki kadrolu imam vardı. Hergün “ezan” okunuyor, “namaz” kılınıyor ve özellikle “Fetih suresi” tilavet ediliyordu.

Ama bütün bunlar yokmuş gibi davranıldı.

Osmanlı Hanedanlığı dönemindeki imtiyazlarını yitirmiş olan dincilerçıkarcılar, 100 yıllık Kuvayi Milliye kazanımı olan Cumhuriyet ile kurucusuna kin kusuyor.

Ayasofya araç ediliyor!

*** *** ***

1950’den beri; Said-i Nursi’den Necip Fazıl Kısakürek’e ve merhum Başbakan Adnan Menderes’denpartili Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a, Ayasofya’ya dayalı siyaset yapılıyor.

Muhammedi tevhitten uzak saltanatçı ulema, Emevi anlayışla kin kusuyor.

Buna rağmen partili Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, şunları söylemek durumunda kaldı: “Bir siyasi lider olarak istikametimi şaşırmadım” dedi, ama yine de istismarları önleyemedi.

86 yıl önce Said-i Nursi; “Hilafet sancağı nereden düşmüşse, oradan kalkacak. Zındık düzeni Ayasofya’yı put haneye çevirdi. Orası yeniden müminin ibadetine açılacak (acaba samimi İsevi ve Musevi inançlı müminler de var mıdır ve orada ibadet hakkına sahip midir?).

545 yılında inşa edilen, 1453 yılında Sultan Fatih tarafından kiliseden camiye ve 1934’te Atatürk tarafından müze-camiye dönüştürülen Ayasofya hakkında Adnan Menderes’e mektup gönderen Said-i Nursi 10 talepte bulunmuştu. Taleplerden biri,Ayasofya’nın sadece cami yapılması isteğiydi.

Onun izleyicisi olarak “Hoca Efendi” diye büyütülen CİA korumalı FETÖ da bu isteği 1950’den beri yineliyordu.

Bunlar sözde Fatih Sultan Mehmet’in mirasına (kılıç hakkına) çıkıyorlardı. Geçekte ise, Cumhuriyet ile yitirdikleri imtiyazların peşindelerdir!

Çünkü Kasım 1918’de Düvel-i Muazzama’nın İstanbul ve Ayasofya’yı işgal etmesini, kimin kurtardığını hatırlamak istemiyorlardı. Hatırlamak bir yana, gerçek bir müminin göstermesi zorunlu vefadan da yoksunlardı!

Zaten amaçları, üzüm yemek değil; bağcı dövmektir.

Nitekim son 18 yılı boyunca İstanbul’a yapılan “ihaneti” görmek istemeiyorlar. İstanbul’un “parsel parsel” yabancılara peşkeş çekilmesinden zerre kadar üzüntü duymamışlar. Rantiye gökdelenlerin minare ve kubbeleri gölgede bırakmalarına hiçbir itirazları olmamıştır.

Yeni rantiye alanı (Kanal İstanbul) ve “kupon” arsalar var edilmesinin İstanbul’a getireceği yeni ihanetleri, pay alma umuduyla alkışlarlar. Katar kraliçesinin bile nasıl buraları bilip satın aldığını, aracı komisyonların neler ve kimler olduklarını asla dert etmemişlerdir.

Türk veya Osmanlı yurdu Anadolu ile Trakya’yı binlerce şehit kanı pahasına yeniden feth eden Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarına bir Fatiha’yı bile çok görenlerin Ayasofya’nın salt cami olmasını istemeleri samimi kabul edilebilinir mi?

Muhammedi mabedin müminine yakışır mı?

“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle dünyasal barışı savunan Atatürk’ün 1934’te dünyaya verdiği mesajı çarpıtmayı hüner sayıyorlar.

Gerçek dinin gereği olarak, bütün inançlara ve mabetlere saygılı olmayı ilan eden ve ispatlayan eylemi hakça anlamak istemiyorlar.

O nedenle eski adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk, sağduyu sesi olarak vurgu yapıyor: “İdari yargıda dava açma sureleri, işlemlerde istikrar ve güvence sağlamak için konulmuştur. 1934 yılında yapılmış bir işlem hakkında 86 yıl sonra dava açılıp iptal edilmesinin hukukla bağdaşır yanı yoktur” diyor.

Hukuk devletine inananmış olmalı ki partili Cumhurbaşkanı Recep T.Erdoğan da 16 Mart 2019 günü şunları vurguladı: “…Bunları aşmak bizim için sorun değil. Ama getirisi, götürüsü nedir? Bunun bir götürüsü var. Onun faturası çok daha ağır (…) Bunlar (Ayasofya’nın cami olmasını isteyenler) dünyayı tanımıyorlar. Muhataplarını bilmiyorlar. Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybettim” dedi.

O nedenle 2016 yılından bu yana onlarca “kararname” çıkarmış olduğu halde, bir müze-camiin sadece cami olarak kullanılması için kılını kıpırdatmadı.

Peki buna rağmen 10 Temmuz 2020’de Danıştay’ın 86 yıl önceki kararnameyi iptal etmesini nasıl sindirdi sorusu nasıl cevaplanır? Çünkü aradan saatler geçmeden Cumhurbaşkanı kararı onayladı ve müze-cami olan Ayasofya’yı Turizm Bakanlığı envanterinden çıkarıp Diyanet İşleri Başkanlığı envanterine aktardı. Ve üstelik; “istikametimi kaybetmedim” ifadesini unutmuşluktan geldi. “Tek parti döneminde (1934) alınan bu karar, tarihe ihanet etmenin yanında hukuka da aykırıdır” diyerek 86 yıl önce müze olmasına karar veren Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Celal Bayar’ı ağır şekilde suçladı!

30 yıldan beri iki tane kadrolu imamı bulunan ve beş vakit namaz kılınan müze-cami Ayasofya; İstanbul’daki 369+1 saıdki cami oldu.

Böylece işsizlik, üretimsizlik, Suriye ve Libya sorunu, dış politikadaki yalnızlık, Ege adalarımızın Yunanistan tarafından fiilen işgal edilmesi, mutfak ve pazarlardaki yangın, corona 19 ile maske vb sorunlar sona ermiş oldu.

Nice yolsuzluklar, çocuk tecavüzleri, Muhammedi vahdeti parçalayıcı ötekileştirmeler, dini istismar eden tarikat şeyhleri, bir kimsenin karısının önceki kocasından doğan kızıyla evlenebileceği fetvası, bir babanın kızına şehvet duyabileceği fetvaları karşısında “sükut ikrardan gelir” anlamında susan Diyanet İşleri Başkanı da şuuraltındakileri kusuverdi: Ali Erbaş; “86 yıllık ara dönem olmuştur. 600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” diyerek uygar dünya gidişatına aykırı gelişmelerden duyduğu memnuniyeti ortaya koydu.

Böylece “Çağ-Nesil 4Zamanın altın Dilimi” kitabın yazarı ve 15 Temmuz hain hareketin lideri Fetullah Gülen’in yüreğine su serpti.

1725 Aralık’ta AKP’den istifa eden ve Gülen’in has adamı olan Hami Yıldırım’ın TBMM’e sunduğu Ayasofya Kanun teklifine alkış tuttuğunu gösterdi. Teklifde Yıldırım; “Ayasofya, etrafındaki eserlerive külliyesiyle beraber bir vakıftır. Fatih Sultan vakfiyesidir. Ama hukuken el konmuş durumdadır. Vakıf bırakılma maksadına aykırı bir biçimde kullanılmaktadır. Ayasofya’nın hala vakıf edilme amacı dışında kullanılması, böyle bir yasağın devamı, bugünün dünyasında hukuk ve insan hakları halidir” söylemiyle uyumlu olduğunu gösterdi!

Ali Erbaş, din adamı görünür. 900 yıllık kilise ve 450 yıllık Muhammedi cami olan mabedi; inançlara saygı gereği ortak bir eser olduğunusöyleyemedi. Sultan Fatih Mehmet’e sahip çıkıyor gibi davrandı.Ama Fatih’in mirası olan İstanbul ile Ayasofya’yı 5 yıllık Düvel-i Muazzama işgalinden kurtaran ikinci fatih olan Atatürk’e haince ve zımnen aldırdı.Atatürk’ün 14 yıl sadece cami olarak kullanıldıktan sonra iki dine ve dünya barışına saygı gereği olarak müze-cami ilan etme hakkına saygısızlık etmekten çekinmedi.

Çünkü gerçek bir Muhammedi değildi.

Çünkü onun gibiler için önemli olan inanç ve hümanizma değil, var günün adamı fırsatçı olmaktır!

*** *** ***

15 VE 24 TEMMUZ

Türk tarihinde Temmuz ayının önemli bir yeri vardır. En önemlisi;Sultan Abdülhamit istibdadının kalkması ve İkinci Meşrutiyet’in ilanıdır.

Osmanlı Devleti, saray safahatı ve entrikaları sonucunda iflas ettiği bir süreçte; özellikle genç subaylarla aydınların çabalarıyla Meşrutiyet ilan edilmiş; anayasa yürürlüğe konmuş ve Meclisi-i Mebusan açılmıştı. Böylece sürekli toprak kaybı ve yenilgiler yaşayan devletin, “batı” normlarına uygun bir yönetim anlayışına kavuşacağı, Viyana Kongresi’nden beri “hasta adam” olarak tanımlanmaktan kurtulacağı umulmuştu.

O günden itibaren 24 Temmuz, hem meşruti rejimin ilanı ve hem de sansürün kaldırılmasının bayramı kabul edildi.

Düveli Muazzama’ya karşı Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Kuva-yıMilliye’nin Anadolu Kurtuluşunu gerçekleştirmesinden sonra 24 Temmuz, Osmanlı külleri üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyaya ilan eden Lozan Antlaşması’yla da Türk Devleti’nin ilanını kutlayan bayram oldu.

Osmanlı Devleti’nin yok oluşuyla birlikte ayrıcalık ve çıkarlarını yitiren dinci takım; Cumhuriyet yönetimine kin kusmaya başladı. Zaman zaman, Türkiye’nin 17 Sovyet Cumhuriyeti olmasına izin vermediği için Mustafa Kemal’e düşmanlık yapan Moskova beslemeleriyle el ele vererek Cumhuriyet rejiminin yıkılması için çalıştılar.

Bugün Ayasofya bahane edilerek dünyanın saygı duyduğu Türkiye Cumhuriyeti, “hasta adam” Osmanlı’nın encamına sürüklenmek isteyen kinler, rövanşistler ortaya çıkıyor. “Bir siyasi lider olarak istikametimi kaybetmedim” diyen partili Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ı yanıltmakta ikinci FETÖ işlevi ifa ediliyor.

15 Temmuz’un hain FETÖ darbe girişimini güncel tutmak anlamında bayram sayılması, ayrı bir talihsizliktir. Darbeleri kutsama şeklini almaktadır. Oysa hain darbe karşıtlığı; gövdelerini devlete kalkan yapan şehitlerin anılması, yetimlerinin onurlandırılması ve muhanete muhtaç ettirilmemesidir gerçek bayram.

Hain darbenin ertesinde Yenikapı’da sergilenen iktidar-muhalefet birlikteliği ve gerçek “bölünmez bütünlük” isteğinin samimi görüntüsü ile ancak darbe karşıtı bayram yapılır.