31 Temmuz 2022’de gerçekleşen Kamu Personeli Seçme Sınavının (KPSS) ardından bir skandal patladı. Soru kitapçığındaki 20 sorunun Yedi İklim Yayınevinin deneme sınavlarında ve ders videolarında olduğu açıklandı.

ÖSYM hemen “sınav güvenli bir biçimde gerçekleştirildi, iddialar asılsız” açıklamasını yaptı. Bir günde incelemeler nasıl başlatılmış ve bitirilmiş anlaşılamadı. Bu açıklamanın hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan iddialarla ilgili Devlet Denetleme Kuruluna inceleme talimatı verdi ve 2 Ağustos gecesi bir Kararname ile ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Halis Aygün’ü görevden aldı. 4 Ağustos’ta ise ÖSYM tarafından şaibeli sınavın iptal edildiği açıklandı.

Bu ülkede akla gelebilecek veya gelemeyecek her türlü skandala karşı halkımız neredeyse aşılı! Daha önce de benzer sınav yolsuzlukları yaşanmış ancak o dönemde iddialar iktidar tarafından reddedilmişti. Ancak 15 Temmuz sonrasında bu dosyalar tekrar açılmış, bunların FETÖ tezgâhı olduğu gerçeği kabul edilmişti. Bu örgütün 2010-2015 yılları arasında organize ettiği soru çalma işlerinde ÖSYM eski Başkanı Ali Demir’in de katkısı olduğu iddia edilmiş ve 18,5 yıl hapis istemiyle yargılanmıştı. Yani bu iktidar dönemlerinde böyle şeyler her zaman olabilirdi ve yine olmuştu!

Çürümüş Sistemde ÖSYM Temiz Kalabilir mi?

Bir garip ‘Türk tipi başkanlık’ sistemiyle yönetilen ülkemizde siyaset ve bürokrasi iyice çürüdü, tel tel döküldü. Kurum ve kuruluşların yegâne işlevlerini öncelikle iktidarın devamlılığına hizmet haline getirdiğinizde ne olabilecekse, işte onlar oluyor! Bu süreçte ÖSYM kurumunun pozitif ayrışması ve kokuşmadan vareste kalması beklenebilir mi? Toplum bu gerçekleri çoktan kavramıştı. Nitekim bu skandal patladığında, iktidar yandaşları dâhil “yok canım, olur mu öyle şey” diyen olmadı.

Açıktan görüldüğü üzere, Türk eğitim sistemi temel Cumhuriyet ve medeniyet değerlerinden uzaklaştırıldı. Eğitim sisteminin temel işlevi ülkeyi geleceğe taşıyacak aydınlık kuşaklar yaratmak değil, AKP’ye seçmen yetiştirmek haline getirildi. KPSS ve mülakatların amacı ise eşit yarışma koşullarında kamuya nitelikli, liyakatli personel seçmek olmaktan çıktı. Bu sınavlar kamuyu partizanlaştırma ve/veya yandaşa iş bulma aparatları haline getirildi.

“Adamı olmayana iş yok” genel kabulünün iktidar için oldukça yarayışlı sonuçlar getirmesi sağlandı. AKP iktidarından uzaklaşan önemli bir kesimin, “çocuğuma işi ancak buradan bulurum” ümidi ile desteğinin devamı sağlanmaya çalışıldı.

Partizanlık ve Kamu Rantı Dağıtımı İşe Alımlarda Başlıyor

Kamuda işe alım mülakatlarında KPSS’den çok yüksek puan alanların elenip çok daha düşük puanlıların kazandırıldığı gerçeği zaten yaygın biliniyordu. Ancak iktidar bu iddialara hep kulağını tıkadı, devlet kurumlarında işe alımları yandaşlara ayrıcalık imkânına çevirmeye devam etti. bu tutumlarının iki önemli sebebi var.

* Birincisi; partizanca kadrolaşma ile iktidarlarını perçinlemeye çalıştılar. İktidar olarak varlıklarının devamını, Anayasa’ya ve hukuka değil kendilerine bağlı bürokratik kadrolarla sürdürebileceklerini düşünüyorlar.

* İkincisi ise; bir tür ‘kamu rantı dağıtımı’ olan işe alım süreçlerinin tamamen kendi kontrollerinde kalmasını önemsiyorlar. Kamu kaynaklarından kendi tabanlarına ayrıcalıklı pay-rant dağıtım mekanizmasından vazgeçemiyorlar. Tüketilen kamu kaynaklarından ve umutlardan geriye ‘kamuya personel alımları ayrıcalığı” kaldı ve sahip oldukları bu gücü sonuna kadar kullanmaya azimliler.

Partizan kamu görevlileri ile siyasal iktidar (sırtlarını birbirlerine dayamış şekilde) birbirlerinin açıklarını örtüyorlar. Bürokrasi ve siyaset, güçlerini ve pozisyonlarını koruma konusunda zımni (örtülü) bir anlaşma içine girmiş durumdalar. Kamu yöneticileri yasaların değil, öncelikle iktidarın kendilerinden beklediği çizgide hizmet üretmektedirler.

Sadece iktidarın takdirini kazanabilen bürokratlar pozisyonlarını koruyabilmekte ve kariyerlerinde ilerleyebilmektedirler. İl ve ilçe parti teşkilatlarının, bunların çevresinin ve parti tabanının iktidar ayrıcalıklarından faydalanmaları ancak bu tür partizan kamu görevlileri sayesinde mümkün olabilmektedir.

İşte bu güç ve ayrıcalıkları kaybetmek istemedikleri için kamuda işe alım prosedürlerini tamamen siyasi kontrol altında tutmayı önemsiyorlar. Sınav ve mülakat skandalları bu sebeplerden yaşanıyor, bu iktidar devam ettiği sürece de öyle veya böyle yaşanmaya devam edecektir.

KPSS ve Mülakatlar Neye Hizmet ediyor?

Bu iktidar döneminde sahibi, arkası olmayan gençlerin fırsat eşitliğine dayalı bir gelecek umudu kalmadı. Cumhuriyet’in sunduğu, ekonomik ve sosyal koşuları ne olursa olsun tüm yurttaşların fırsat eşitliği imkanı bu dönemde tümden yok edildi.

Adaylar KPSS sınavını geçseler bile sırada asıl büyük barikat olan, “mülakat” dedikleri tümüyle siyasi bir aparat daha var! Bu bariyer sonrasında da “güvenlik soruşturması, arşiv araştırması” engelleri geliyor. Tamamen siyasi keyfiliğin resmiyete büründürüldüğü böylesi uygulamaların olduğu yerde adil ve liyakate dayalı bir kamuya alım prosedüründen bahsedilebilir mi?

Kamuda işe alımlar objektif kriterlere uygun olmuş olsa, bu kamu görevlilerine “bırak hukuku gukuku, dediğimi yapacaksın!” diye talimat vermek mümkün olamazdı. Onlara, iktidarın kendinden beklenenleri bilen ve bunlara ikiletmeden uyacak kamu görevlileri lazım. Kendileri gibi düşünen ve inanan ‘biatçı’ kadroları seçebilmek için de eşitsiz sınav ve mülakat aparatlarına ihtiyaçları var.

Bu şekilde kamuda işe alınacak şanslıların (!) önce KPSS formalitesini aşmaları gerekiyor tabi. İktidar siyasetine yakın bir kesimin bu sebeplerle KPSS’ye de ‘el atmış’ olması hiç de olasılık dışı görülemez. Bu skandal sonrasında “FETÖ’cüler içeride ancak zihniyetleri iktidarda” diyenler haklı çıkmıyorlar mı?

İktidar Bugüne Kadar Bu Konularda Sessizdi

Bu ülkede siyaset ve bürokraside etkili konumda olan kişilerin adlarının karıştığı skandallar hiç eksik olmaz. Muhalefetin üzerine gittiği yolsuzluk ve usulsüzlüklerde AKP iktidarı genelde sessiz kalmayı ve görmezden gelmeyi tercih ederdi. Üzerine gidilen bürokrat ve siyasetçi korunur, “muhalefet istedi iktidar görevden aldı” izlenimi verilmek istenmezdi. Ya da belirli bir süre geçtikten sonra ilgili kişi sessizce görevden alınır, konu genelde kamuoyunda unutulmaya bırakılırdı. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın görevden alınması böyle olmuştu.

ÖSYM başkanı bu sefer de böyle olacağını, iktidarın kendisini koruyacağını düşünmüş olmalı ki daha ilk günden “iddiaların asılsız olduğu” açıklamasını yapabilmişti. Kamuoyundan, sivil toplumdan yükselen seslere rağmen bürokratlarını ve ‘yol arkadaşlarını’ hep koruyan Erdoğan bu sefer böyle yapmadı. Peki neden?

Cumhurbaşkanı Bu Sefer Neden Şaşırttı!

Muhalefete ve kamuoyu tepkilerine asla aldırış etmeyen, hep kendi bildiğini okuyan eski Erdoğan bir süredir değişmiş gibi görünüyor. CHP genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “biraz sabredin, biz iktidara gelince yapacağız” dediği çeşitli toplumsal talepleri hemen gerçekleştiriyor. Erdoğan’ın bu alışılmadık durumu bize başka şeyler söylüyor olabilir. Muhalefet vaatlerini bir bir uygulamaya koyan Erdoğan, siyasette eski gücünü yitirdiği ve bunu artık kendisinin de kabul ettiği izlenimi vermiyor mu?

Siyasal muhalefetin sesi artık daha da güçlü çıkıyor ve toplum tarafından daha çok ciddiye alınıyor. Erdoğan iş umudu taşıyan milyonlarca gencin sesine kulak tıkayıp KPSS skandalını görmezden gelseydi, muhalefet güçlü sesiyle bu konuyu sürekli gündemde tutmaya devam edecekti. Bir süre sonra bu konuda bir şeyler yapmak zorunda kalacaktı ama bu sefer de geç kalmış olacaktı.

Bu gerçeklikleri göz önüne alarak, muhalefete daha fazla koz vermemek adına Erdoğan temel prensiplerinden taviz vermekten kaçınamadı. Kendi atadığı bürokrat olan ÖSYM başkanını görevden almak, skandalla ilgili derhal soruşturma başlatmak zorunda kaldı.