Günümüzün orta yaş ve üzerindeki insanlarımız likör denildiğinde, bir şekilde Ramazan ve Kurban Bayramlarını anımsarlar.
Bu bayramlarda babamın sabahları bayram namazlarına gidişini hep özlemişimdir. Hatta bir zaman sonra bu bayram namazlarına beni de yanında götürmesinden oldukça keyif aldığımı da anımsarım. Namaz sonrası cami çıkışında babamın beni tanıştırdığı büyüklerin ellerini öpmemi, onların da saçlarımı okşayarak bayramımı kutlamalarından ayrıca gururlanırdım. Camiden sonra fırından yeni çıkmış pideleri alıp, annemin hazırlamış olduğu görkemli sabah kahvaltısı, bayram sabahının unutulmaz saatlerini oluştururdu.
Öğleden sonra yakın dost ve akrabalarımızın bayramlaşma ziyaretleri başlardı. Genellikle limon kolonyası ve şeker ikramlarından sonra sırada kahve sunumu gelirdi. Hiç unutmam annemin çok değer verdiği gümüş bir kahve tepsisi vardı. Bu tepsinin içine özenle yerleştirilmiş tığ işi bir örtü, adeta antika değerindeydi. Tepside yerlerini almış beyaz porselen kahve fincanlarının yanı başlarında minik likör kadehleri yer alırdı. Gelen konukların isteklerine uygun olarak bu likör kadehleri ya zümrüt yeşili nane likörleriyle ya da kanarya sarısı muz likörleriyle servis edilirdi. Sanırım çocukluğumun geçmiş olduğu Malatya’da en rahat bulunan likörler nane ve muz likörleriydi. Tam anlamıyla inançlı bir şekilde yetişen annem, likör içmek isteyenlerin inançlarını sorgulaması kesinlikle aklından dahi geçmezdi.
Hoş kokuları ve olağanüstü renkleriyle Türk likörleri, badem ya da yaldızlı kağıtlara sarılı çikolataların eşliğinde ikram zarafetinin en güzel örneklerindendi. Kah Anadolu’nun mütevazi evlerinde bakır işlemeli tepsiler ve dantelli örtüler üzerinde minicik cam kadehlerde, kah zengin konaklarda gümüş tepsi ve kristal kadehler içinde sunulan enfes Türk likörleri, son yıllara kadar popülaritesini sürekli biçimde arttırarak dünyada haklı bir üne kavuşmuştur.
O günleri anımsarken, ister istemez günümüz Türkiye’sinin gelmiş olduğu sosyal ve kültürel açmazların da bilinmesini isterim. 50-60 yıl değil, 100 yıl önceki dönemlerde dahi, her türlü anlayış ve hoşgörünün egemen olduğu Anadolu toprakları, bugün ne acıdır ki bağnazlığın sarmalı içinde hapsolmuştur. O yıllarda bir dini bayram gününde kimin ne yiyeceği, neyi içeceği kimsenin ilgi alanında yer almazken, bugün “alkol” sözcüğünü kullanmak dahi tehlikeli bir hal almıştır.
Türkiye’de likör üretimi denince ilk akla gelen tesis hiç kuşkusuz İstanbul Mecidiyeköy’de 1930 yılında kurulan “Likör Fabrikası” dır. Ancak şurasını önemle belirtmeliyim ki, ülkemizde ilk likör üretimi salt bu işletme eliyle yapılmıyordu. Önceleri bu topraklarda ilkel yollarla ve ev ortamlarında da likör üretilmekteydi. Aynı şarap veya yüksek alkollü içkilerin üretilmesi gibi, eski dönemlerde de, yani Cumhuriyet öncesi Osmanlı İmparatorluğu dönemlerde likör üretimi genellikle Musevi ve Ermeni vatandaşların tekelinde olan bir uğraşı alanıydı. İslamiyetin devlet otoritesi eliyle uygulanagelen etkisi yüzünden, Müslüman kimselerin her türlü alkollü içkilere yakın olması, öteden beri hep yasak kapsamımda olmuştur. Bu arada yurt dışından ülkeye likör getiren ve pazarlayanlar da, tahmin edileceği gibi yine gayrimüslümlerdir.
Bütün bu tabloya bakıldığında, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet döneminin sağlamış olduğu özgür ortamdan mutluluk duymamız gerektiğinin altını çizmek isterim.
Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın tamamen meyvelerden üretilen likörleri ülke içinde beklenenin çok üstünde beğeni toplarken, kuruluşundan çok kısa bir zaman sonra Batı dünyasının da fazlasıyla ilgisini çekmiştir. Çeşitli yabancı dergi ve gazeteler Türk likörlerinden övgüyle söz etmeye başlamıştır.
1990 yılına gelindiğinde, Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın yeri iktidara yakın bazı çevrelerin iştahını kabartıyordu. Öyle anlaşılıyordu ki, Mecidiyeköy fabrikasının yeri birilerine armağan edilecekti. Sonuçta likör üretimi Bilecik’e kaydırıldı. Bilecik’te daha büyük kapasite ve ileri likör teknolojisi ile faaliyete geçen işletmede, yine doğrudan meyve kullanılarak likör üretimine devam ediliyordu. Ta ki 2004 yılı başında gerçekleştirilen özelleştirme ihalesine kadar.
Şubat 2004 yılında yapılan özelleştirme ihalesiyle Tekel’in aralarında Bilecik Likör Fabrikasının da bulunduğu 17 alkollü içki fabrikası blok halinde, iktidara yakın inşaat firmalarından oluşan dörtlü bir gruba veriliyordu. Mey Alkollü İçkiler A.Ş adındaki bu grup, önceleri Tekel’den devraldıkları gibi doğal yollarla, yani meyve kullanarak likör üretimini sürdürmüşlerdir. Ancak bu şirketin İngiliz Diageo şirketine geçmesiyle, likör üretiminden hızla uzaklaşılıyordu.
Özelleştirmenin yapıldığı 2004 yılına kadar 17 tür doğal meyve likörü yapılırken, Bilecik tesislerinde bugün sadece ve sınırlı miktarda vişne likörü yapılmaktadır.
Iğdır ve Konya Ereğlisinde yetişen Tokaloğlu kayısı meyvesiyle yapılan kayısı likörü, eşsiz Bodrum mandalinasının likörde can bulan mandalina likörü, Osmanlı çleği ile üretilen çilek likörü, Tarabya, Sarıyer ve Baltalimanı bölgelerinde yetişen Ahududu meyvesinin kadehlerde yerini bulmasıyla ortaya çıkan ahududu likörü, Kütahya ve Afyonkarahisar illerinin coğrafi işaretli vişnesiyle ünlü olan vişne likörü, turunç, portakal, limon likörleri. Hele Isparta’nın dünyaca ünlü Kızanlık güllerinden elde edilen gül likörünü tarif etmek için sözcükler yetersiz kalırdı.
Dünya likörcülüğü içinde haklı bir üne sahip olan Türk likörleri bugün ne yazık ki raflarda değil, sadece kitap sayfaları arasında ve anılarda kalabilmiş bir değerimizdir.
Likör üretiminde böyle bir yok oluşun temelinde, Tekel’in özelleştirilmesi sürecinde işletmelerin yeni sahibi olan İngiliz Diageo şirketinin ülkemizdeki varlığı yatmaktadır. Bu firma, yurt dışında üretmiş oldukları çeşitli likörleri Türkiye’ye rahatlıkla sokup, rakipsiz olarak pazarlayabilmek için, Türk likörlerinin engeline takılmak istemiyordu. Sonuçta bugün Türk Likör pazarında hekim olan likörler Diageo firmasına ait ithal likörlerdir.
Yaratılan ve tüketicilere de dayatılan bu yapı karşısında, ne yazık ki yerli likör üreten firmalar da sessizliğe bürünmüş durumdadırlar. Tekel’in artık gelenekselleşen meyve likörlerini tekrar yaşatmaları beklenen yerli diğer likör üreticisi firmalarımız da işin kolayına kaçarak doğal likör yerine, tamamen aromayla yapılmış liköre benzer boyalı içeceklere yönelmişlerdir.
Sadece ülkemize özgü yüksek aromalı meyvelerimizin tekrar likörlerimizde yaşam bulması dileklerimle, bayramınızı kutluyorum. Her gününüzün bayram şenliği içinde geçmesini diliyorum.