Gazeteci Rahmi Turan soruyor: ”Biz nasıl böyle olduk?”
Kindar erkek, kavanoz dolusu mermiler, tabancadan pompalıya kadar silahlar göstererek tehditler savuruyor. Gaddar kadınlar da rol almaya başladı. Kadının biri; listelerimiz var; en az elli kişiyi haklarız” diyerek sosyal medya paylaşımında bulunuyor.
Gerçek anlamda Türk toplumu; büyük oranda canavarlaştığının işaretlerini veriyor!
Canavarların dört ayaklı ve meskun mahal dışında; dağda, ormanda oldukları bilinirdi.
Meğer artık içimizdeymiş!
12 Mayıs akşamı Dmax adlı tv kanalında bir belgesel vardı: Üç ayrı ülkede yaşam alanları dışına çıkan üç ayrı canavarın ne denli tehlikeli hal aldıklarına dikkat çekiliyordu.
Normal zamanlarda insanı görünce kaçan panter, puma ve kaplan; artık gördükleri insanların üzerine atlıyor, paralayıp yemeye çalışıyor.
Durumun farkında olan bir araştırmacı, bunun “gençlik virüsü” kapmalarından kaynaklandığını belirtiyor.
Yakaladığı avı gizlenerek yemesi gereken bir puma; açık alanda avını yerken parkın bekçisini gördü. Aniden kayboldu. Ağaçlık alandan dolaşarak yaklaştığı bekçinin üzerine atladı. Kafasını, kolunu parçalayarak boğazından yakalamaya çalışırken, bir hışırtıyla irkildi. Bekçi can havlıyla idare binasına kadar koşarak canını kurtardı. Oradan ambulansla hastahaneye götürüldü.
Bir başka canavar, panter idi. İndiği şehirde bir köpeği kovalayarak evin içine girdi. Evdeki anne kız bir odaya kaçarak kapıyı kilitledi, telefonla yardım istedi. Görevliler geldiklerinde, içeride köpeği parçalayıp yemekte olduğunu gördüler. İğne ile bayıltarak yakaladılar.
Kaplan ise, binaların arasında dolaşırken bir kapıyı aralayıp içeri girdi. Uyumakta olan ana kızın odasına daldı. Kızın kolundan kaparak dışarı sürükledi. Bağırtılar üzerine gelen komşular, sopalarla kaçırtmayı başardılar. Ama kızın kolu ile yanağı param parça olmuştu!
Sosyal medyada savrulan tehditler, ana muhalefet liderine yöneltilen suikast ve linç girişimleri, iktidar sözcülerinin muhaliflerine hakaret ederek trollerine hedef göstermesi karşısında yılların gazetecisi şaşkınlık geçiriyor: “Biz nasıl böyle kinci, gaddar ve zalim olduk” diye soruyor.
Gerçekten de klasik canavarlardan daha tehlikeli olan iki ayaklı canavarlarla bir arada yaşıyor olmuşuz.
Hangisi daha canavar?
İntikam duygularının gözlerini bürüdüğü bu insanlarda vicdan ve insaf olabilir mi?
Bir siyasi görüşün yetiştirip azgınlaştırdığı “kindar nesil;” ölüm listeleri hazırlayarak artık eyleme mi geçiyor.
Yeni bir 15 Temmuz mu planlanıyor?
Bu devletin kurtarıcısı ve kurucusu olan kişiliğe hakaretin Cumhuriyet Savcısı tarafından bile görülmezden gelmesi; içimizdeki canavarların azmalarına neden mi oluyor?
İktidar partisine muhalif her ses, Partili Cumhurbaşkanı gücü etkisiyle susturuluyor olması, yandaş militanlara cüret mi veriyor.
“Ne oldu bize? Yüce ruhlu bir miilet olan bizler nasıl bu kadar kindar, gaddar ve zalim olduk?” diye soran Rahmi ağabey bilmiyor mu ne olduğunu!
Yakaladığı avı gizliye taşıyarak yemek yaradılışlı Puma; kaçacağına insanların üzerine neden atlıyor; boğazından yakalamaya çalışıyor?
Açgözlülük, canavarı daha da mı canavarlaştırıyor?
Gençlik virüsü, açgözlü gaddar canavar mı yaratıyor?
“Bizden olmayanlar” karşısında canavarlaşmak; “kindar ve dindar neslin” muhalif herkesi “dar’ül harp” kabul edişinden mi kaynaklanıyor.
Ya da “gençlik virüsü” kapmasından mıdır?
Gözleri bürüyen bu öfke ve kinin, başka türlü bir izahı var mıdır?
Canlı yayında; “ölüm listesi hazırladık. En az 50 kişiyi haklarız” diyen kadına hükümet, güvenlik ve RTÜK ne dedi?
Cumhuriyet Savcısı ne yaptı?
Kavanoz dolusu mermi gösteren, iki elinde tabanca ve pompalı ile poz verenlere kim ne dedi, ne yaptı?
Bu tehdidi yapanlar, toplumsal barışı örseleyen, kin ve nefret saçan kişilerden biri muhalif mensubu olsaydı Hükümet, RTÜK ve Savcılık ne yapardı?
“15 Temmuz kursağımızda kaldı” diyen, ölüm listeleri hazırlayan kindar, gaddar ve zalimlerden; “15 Temmuz Allah’ın bir lütfu” tanımlaması yapan irade memnun mu oluyor?
“Biz maddi ve manevi olarak çok donanımlıyız; liderimizin yanındayız” dediğine göre; lider sırtlarını mı sıvazlıyor?
Bir başkası; “elimizde bir mangaya yetecek kadar silah var. Benim gibi yüzbinler var” diyor.
Diğeri biri; “ormandaki ağacın altına gömdüklerimi çıkarır; gereğini yaparız” diyor.
Bu bilenme ne için ve kime karşıdır?
Bunların söylenip yaşandığı memlekette hükümet, güvenlik, istihbarat yok mudur?
Unutulmamalı ki bu devlet; Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yıllarca kişilerdeki silahları bulmak ve toplumu Osmanlı’dan gelen çete alışkanlıklarından kurtarmak için büyük efor sarf etmiştir. Yakın zamanda da 12 Eylül öncesi hatırlanmıyor!
İktidarın astronomik maaşlı akilleri hala halkı “türban” ile “darbe” arası korku dehlizlerinde tutarak mı seçim hesabı yapıyor?
Şer ve zalim karşısında derviş sabrı yeterli olacak mıdır? Hani Türk atasözü; “sabrın da sonu var” diyor ya!
Sabır taşının çatlatılmasına özel gayret sarf edilmesinin anlamı nedir?
DARBELERDEN NEMALANANLAR NEDEN DARBE GÜNDEME GETİRİR
Osmanlı’dan beri Türkiye, darbelere alışıktır.
Darbeciler ile literatürde “sağcı” denilen guruplar hep el ele olmuşlardır.
Tarihe bakılacak olunursa, darbelerin hem siviller ve hem de askerler tarafından düzenlendiğini görüyoruz.
Darbe sözcüğünün anlamı; TDK sözlüğüne göre;
a) Vurmak, çarpmak.
b) Zor kullanarak meşru sistemi yıkmak.
c) Birini zor ve kötü duruma düşürmek olarak ifade ediliyor.
Tarihimizde zor kullanmak, olağan sayılmıştır. Zor, idareci ile idarenin olmazsa olmazı olmuştur. Yöneticinin çoban, çobanın elinde sopa olması mutlak kabul edilmiştir!
Son zamanlarda Türkiye’de yaşananlar; “birini zor ve kötü duruma düşürmek” hareketi gibidir!
Osmanlı Devleti’nde ilk darbe, Şehzade Selim’in babası II. Beyazıt’ı zorla tahtan indirmesi olayıdır. Kendisi tahta çıkmış, sürgün ettiği babasını da Çorlu’nun “Karıştıran” mevkiinde arabanın devrilmesiyle dünyadan da göndermiştir.
İkinci darbe; II. Abdülhamit’in 1. Meşrutiyet’i kaldırması olayıdır. Meclis-i Mebusan’ı kapatmış, Teşkilat-ı Esasi’yi yürürlükten kaldırmıştır.
Üçüncüsü, Osmanlı mülkünün paylaşılması için İngiltere ile Rusya’nın anlaştığı haberi üzerine harekete geçen mektepli subayların II. Abdülhamit’i, yeniden Meşrutiyeti ilan etmeye, Meclis-i Mebusan’ı açmaya ve Teşkilat-ı Esasi’yi yürürlüğe koymaya 23 Temmuz 1908’de mecbur etme hareketidir.
Dördüncüsü; Bulgaristan’ın işgal ettiği Edirne’nin imzalanacak anlaşmayla terkedileceği haberi üzerine bir gurup genç subayın 23 Ocak 1913’te Sadareti (başbakanlığı) basarak Sadrazam değişikliği sağlama ve anlaşmayı engelleme hareketidir.
Beşincisi; 27 Mayıs 1960’da yapılan askeri müdahaledir. Menderes hükümetini devirme, muhalefeti susturmayı önleme ve çağdaş bir anayasa getirme hareketidir.
Altıncısı; 27 Mayıs sonuçlarının tatminsizliğiyle Talat Aydemir’in düzenlediği iki başarısız darbe girişimidir.
Yedincisi;12 Mart 1971’de yapılan askeri müdahaledir. Siyasilerin “bol” diye nitelediği 1961 Anaysasını değiştirme, solcu gençliği budama, 27 Mayıs intikamını alma ve Süleyman Demirel’e el çektirme hareketidir.
Sekizincisi; 12 Eylül 1980’de yapılan askeri müdahaledir. Demirel hükümetini devirme, bütün siyasi partileri kapatma, 27 Mayıs ile 12 Mart darbelerinin boy ölçüşmelerini, karşılıklı intikam alma çabalarıını sonlandırma hareketidir.
Dokuzuncusu; 28 Şubat askeri gösteri hareketidir.
Onuncusu; Genelkurmay Başkanı ile Başbakan’ın “mezara gidecek sır” dedikleri E Muhtıra’dır.
Onbirincisi; 15 Temmuz’da FETÖ’nun on yıllık yoldaş hükümete yönelik yaptığı darbe girişimidir.
Onikincisi; Anayasa değişikliği ve Cumhurbaşkanı seçimi için yapılan oylamanın bitimine iki saat kala YSK’nun geçersiz oyları geçerli sayacağını açıklama antidemokratik uygulama ile gerçekleştirdiği harekettir.
Onüçüncüsü; İstanbul Yerel seçiminde YSK’nun aynı zarfa konulan 4 ayrı oy pusulalarından sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını belirleyecek birleşik oy pusulasını iptal ederek yaptığı darbe hareketidir.
Mustafa Kemal’in daha yüzbaşı iken İttihatçı kongrede söylediği, “asker siyasetten çekilmelidir” önerisi, II. TBMM seçiminde gerçekleştirmesine rağmen; TSK’i iktidar hırsı içindeki siayasiler tarafından 27 Mayıs 1960’da kışladan çıkarılmış; kötü gidişat başlatılmıştır.
1876’dan beri süregelen Meclisli ve Anayasalı sistem, siyasiler tarafından özümsenmediği ve iktidarların sandık sonuçlarını ihtiraslarına kurban edildiği nasıl bir anomalik ise; sandık dışında çözüm aramak da daha büyük anomalik olacağından kuşku yoktur.
İktidarı ele geçirenler “gençlik virüsü” kapmış gibi hareket eder, hukuk üstünlüğü ile muhalefete gereğince saygı duymaz ve uzlaşma koşulları yok ederse; kendilerini iktidara taşıyan sandığı kendileri kırmış olurlar.
Toplumsal sorunları partizanlığa düşmeden ortak akılla çözmek kültürü ile hareket etmek yerine, iş bilek güreşine dönüştürülürse; iktidarda olmak bile güven vermeye yetmez olur! Vehimlerin önüne geçilmez!
“İdrak-ı insan nisyan ile malül” olmasa; günümüzde “darbe”den söz edilir mi?
Ya da “darbe” sözcüğü hatıra getirilir mi?
Sandıkla iktidara gelmişliğin övüncü ve güvencesi içinde olan 18 yıllık iktidar sahipleri; kendilerine “darbe” yapılabileceği olasılığını düşünür mü?
Seslendirir mi?
Vehim eder mi?
Dönüp aynaya bakmaz mı?
Elbet muhalefet de haklı olarak; 28 Şubat, E Muhtıra ve 15 Temmuz gibi hareketler sonrasında kimlerin “mağdur” edebiyatı yaptığını ve kaymağı topladığını hatırlatacaktır.