“Kadınlara laf atanlar derhal tevkif edilecek.” Mahmut Esat Bozkurt, 1929 “Kendi başına bırakılan, unutmayın, ya davulcuya ya zurnacıya.” Recep Tayyip Erdoğan, 2009
Türk’ün ahlaki anlayışında sadece seksen yılda nasıl bir değişim oldu. Binlerce yıllık Türk töresinin birikimiyle sadece birkaç yıl içerisinde tamamlanmış bir Türk devriminin yıllar içerisinde geldiği nokta ne denli bir toplumsal erozyona mahsur bırakıldığını gösteriyor. O yıllardan beri gaf üstüne gaf ve bilinçli yozlaşma Türk toplumuna zerk edilirken giderek köklerimizden uzaklaşmayı tercih ettik. “Kadın mıdır, kız mıdır?” diye tartışanlar bizleri “Bebek mi, çocuk mu?” sorularına mahkum edecek bir yozlaşmaya mahkum ettirdi. Ne çocuklarımızı ne de kadınlarımızı vahşet karşısında koruyabildik. Toplumumuzun her kesimini neo-liberal politikaların vatansız yapılanmalarına ve ekonomik canavarına teslim ettik. Aidiyetimizi coğrafi bölgemize ve gelirimize göre böldüler. Fakirleştirdiler, canileştirdiler ve yalnızlaştırdılar. Dört duvar arasına her sorunu sıkıştırdılar. Kendilerinin ahlaki suretinden caniler yarattılar ve aramıza saldılar.
Yüzlerce, binlerce kez yazılıp çizilmiş olguları yinelemeyi faydasız görüyorum. Olan biten her şey tüm çıplaklığıyla ortada. Türk ulusu olarak sorunun farkındayız. Çözüm arayışı içerisindeyiz ama bir olmamıza müsaade edilmeyen, kötücül bir erk ile de mücadele içerisindeyiz. Verdiğimiz savaş bir hayli çetin. Düşmanın aslı aramızda dolaşıyor. Bizi yozlaştıranlar aynı zamanda bizleri yönetiyor.
Bütün bu harp içerisinde umutsuzluğa düşmemizi gerektirecek bir durum yok. Mücadelenin özü yılmamaktan ve çabalamaktan geçiyor. Bu binlerce yıldır aynı şekilde süregelmiştir. Şayet umutsuzluk içerisinde olsaydık bugün bir Cumhuriyetimiz olmayacaktı. Lakin tarih bir yerde de tekerrürden ibarettir ve bizler yeniden tehlike içerisinde olan varlığımızı kurtarmak için var gücümüzle mücadele etmek zorunda kaldığımız günleri yaşıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş düşüncesinde uygarlığın yeniden tesisi ve öğretilmesi vardır. Uygarlığa erişmiş köklerimize yalnızca geri dönmekle kalmayıp bu uygarlığın tüm insanlıkla paylaşılması da devrimimizin esasları arasında yer almaktadır. Türk sadece yıldırım ve kasırga değil; dünyayı aydınlatan güneştir de aynı zamanda. Lakin ışığımızın engellenmesi için varlığımızı karanlığa gömdüler. Bunu bizleri dört koldan bölerek, dogmalara ve hurafelere teslim ederek, üretip kalkınmak yerine hazıra alıştırarak, efendileri emretti diye eğitimden kopararak yaptılar. Düşünemez ve sorgulayamaz oldukça hayat ile aramızdaki bağ giderek koptu. Doğaya ve canlılara duyulan düşmanlığı birbirimize karşı duymaya başladık. Mutlu olmayı günah kılıp kendi ellerimizle yeryüzünde bir cehennem inşa ettik. Güzelliğin, estetiğin ve etik değerlerin yerini biat eden beşerler işgal ettikçe ahlaki yönden yozlaşır olduk.
Dayatılan ahlaki yozlaşmayı kendi ellerimizle yarattığımız sorunlar ile besliyoruz. Bu bir gerçek. Kimlere ve neye karşı koymamız gerektiğini bildiğimiz halde birçoğumuz sessiz kalmayı tercih ediyoruz. Bu yaklaşım hiçbir şekilde sürdürülebilir değil. Susmayı ya da unutmayı tercih ettiğimiz her toplumsal olay bir gün bizlere de zarar verebilir. Ne yılan bin yıl yaşar ne de sıradakine dokunmadan yoluna devam eder.
“Ev alma komşu al” diyen büyüklerimizin öğretilerinden komşusuna yabancı bir toplum oluşturmak birlik ve beraberliğin en baştaki yok oluşuna delaletti. Bizleri onlarca katlı binalarda birbirimize yabancı kılıp, binlerce metrekarelik saraylarda adaletten mahsun bıraktılar. Sevincimiz ve kederimiz ortak olmadıkça ateş düştüğü yeri yaktı ve önlenemez bir yangına dönüştü. Yanmakta olan durmuyor olsa da söndürmek için hala milyonlar elini taşın altına koymakta. Kapkara dumanların kapladığı bir yangından en büyük ışığın aydınlığı ile kurtulacağız: Özümüze dönerek.
Yetiştirmeye çalıştıkları kindar nesil projesiyle büyük bir bozguna uğradıklarını gördüler. Beklediklerinin çok altında ulaştıkları başarıları yüzünden hırsları giderek katlandı ve aşılamaya çabaladıkları cehaletin yanına adaletsizliği ve cezasızlığı kanıksayan yığınların oluşumuna büyük özen gösterdiler. Bilerek bozdukları adalet terazisinin herkes tarafından kabul göreceğini sandılar ama başarısız oldular. Daha önceden de birçok defa altını çizdiğimiz gibi gen gereğini yapıyor.
Birçoğuna göre Türk Devrimi, özellikle savaşlar sonrası döneme kıyasla yumuşak olmuştur. Özellikle kıta Avrupası ve Amerikan İç Savaşı dönemiyle karşılaştırdığımızda gerçekten de Türk Devrimi bir hayli kansız olmuştur çünkü binlerce yıllık Türk uygarlığına dönüş devrimidir. Birçok toplumsal hak Mustafa Kemal Atatürk sayesinde adeta bahşedilmiştir. Bunun toplum arasında rehavet yaratıp yaratmadığı tartışmaya açıktır. Lakin önemli olan, Atatürk’ün bizlere verdiği haklar esasen bir hatırlatma idi. Türk’ün insana ve insanlığa verdiği değer bu devrimlerde gizliydi. Türk’ün ahlakında yaşatmak, özgür olmak, adalete bağlılık ve eşitlik gibi değerler tartışmaya kapalıdır. Bunların eksikliğinin toplumda çürümeye yol açacığını binlerce yıldır içimizde taşıyoruz. Günümüzdeki tüm yönetim eksikliklerine baktığımızda bütün bu değerlere verilen zararı görebilirsiniz. Kantarın bozulduğu bir adalet sistemi olamaz. Kapana kısıldığını hissedip özgürlüğünü yitirmiş kişiler ilerici düşünemez; adım atamaz. Eşitliğin yok edildiği yerde toplumsal aidiyet silikleşir. İnsanımızı yaşatamadığımızda ise yozlaşmamız ve çürümemiz giderek belirginleşir.
Acılarla ve baskılarla sindirilmeyen bir toplum ilelebet payidar kalır. Tarih sahnesinden Türklüğü ve Türk’ün ahlakını silmeye çalışanlar hiçbir zaman başarılı olamamıştır. Yine aynı mücadeleye maruz bırakıldık ve yine, her zaman olduğu gibi kazanacağız.